Elend Dicle Aydın
Geçtiğimiz günlerde şeker fabrikalarını satanlarla kol kola olmaktan ya da onlar (fabrikalar) gibi satış meselesi olmaktan kaynağını alan bir “şerbet… barış şerbetini içelim” mefhumu ortalıkta dolanıp durdu. Satır aralarını da okumaya çalıştım ama kesinlikle tam bir belleksizlik ve karşıdakileri de belleksiz yerine koyma yaklaşımıydı. Oysa bizim oraların ateş böcekleri bile Hür Dava Partisi’nin Hizbul-kontra, Hizbullah, Hizbulşeytan demek olduğunu, hiçbir cafcaflı ve demagojik kostümün bunu gizleyemeyeceğini çok iyi bilir. İşin psikopatik kısmı, “şerbet” dağıtmaya ya da “içmeye” çağrı yapılırken, tarihin ya da “kardeş kavgasının” sadece ve sadece 2014’teki Kobani protestolarına “dayandırılmaya” çalışılması ve tabi ki orada da “kurban eti” mitosuyla (kendilerinin ve Hünkar Hazretleri’nin çalıp oynadığı bir ‘mitos’tur bu) mağdur, ama “Kürt birliğini isteyen”, mağdur ama “barışçı”, mağdur ama “kavga istemeyecek kadar onurlu” pozuyla dolaşıma sokulmuş olmasıydı. Poz bu ya; ömrü kısa sürdü ve Hüdapar’ın şerbeti yatsıya, “barışçılığı” saraya kadar sürdü ki, işkenkecehanede kendi kulaklarıyla, onlara atfen “komutanım, bir yanlışlık olmuş, bunlar bizim çocuklar” lafını duymuş olan ben de dahil, kimseyi şaşırtmadı. Sinsice yaklaşıp enselere kurşun sıkarken de reis ve patronların “iyi çocuklar”ı, “bizim çocuklar”dılar, şimdi de…
Önemli ve kanlı bir tarih kesitinin aktörlerinden biri olarak o tarihsel gerçekliği unutturmaya, yok saymaya-saydırmaya çalışmak yerine; samimi, vicdani, insani ve İslami bir özeleştiri ve yüzleşme meziyetini göstermiş olsalardı, bugün değil çoktan “iç barış” gerçekleşmiş olurdu. Oysa sergilenen tavır, “faili meçhullerin” faillerinden oldukları halde, insanlar kör ve belleksizmişçesine; tarihi bir anlamda sıfırlayarak birkaç yıl öncesindeki “mağduriyetleri”nden başlatmaya çalışmaları kendini kandırmanın da göstergesidir. Acaba kıyafet, etiket ya da amblemler değişince gerçekler ve yaşananlar da değişir, unutulur ya da tam tersi bir şekilde “yazılıp” hatırlanır diye mi düşünüyorlar? Beyaz saray ve giysiler kanlı elleri ve geçmişi temizleyip beyaza, masumiyete mi büründürür?
Boşuna heveslenmesin kimse, zalimle iş kurmuş Kürtlük de zalimdir, riyakârdır; Kürtlüğe de Türklüğe ve diğer kimliklere de zararlıdır. Kendi halkına zarar vermiş ama telafi etme çabasına da girmemiş olanlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar yersiz, köksüzdürler. Olsa olsa yandaşlarının bile yaka silkeleyip kurtulmaya çalıştığı bir diktatöre destek olarak yer edinmeye, “sahte bir kurucu aktör” havasına bürünmeye çalışırlar. Ama gerçekler ateş böceklerinin bilge kanatları gibi ışıldamaktadır. Ne beyaz eldivenler kanlı elleri saklamaya yetiyor ne de masumiyet maskeleri… Eğer gerçekten de “barış şerbeti” içilmek isteniyorsa, anaların ak ellerinin ve yetim kalmış çocukların adresi bellidir ama görünen o ki ad ve amblem değişmiş olsa da huy ve istikamet değişmemiş, başvurulan yine yanlış adres olmuştur. Ne denir? Herkes kendine yakışanı yapar.