Yusuf Gürsucu
Brecht’in dediği gibi bunu biz bilecek, biz seçeceğiz. Savaşı isteyenler belli. Onlar; halkların, emeğin ve doğanın kan emicileri olanlar. Ya barışı isteyen ve ona ihtiyaç duyanlar; Ezilen, yok sayılan, horlanan, köleleştirilen insanlar ve ağzı dili olmayan hayvanlar, ormanlar, sular…
Sınıflar ortaya çıktığından bu yana savaşlar da beraberinde gelişti. Savaşları çıkaranların bir tek amacı vardı; İşgal etmek, köleleştirmek ve insan dahil yaşamın her alanını sömürmek! Bir de haklı savaşlar var. Yani sömürenlere karşı başkaldıran, sömürü ve baskılara boyun eğmemek üzere özgürlük için kalkışılan savaşlar ve Ortadoğu da bu durumu çok net yaşıyoruz. Bir yanda bölgeyi abluka altına alıp halklar üzerinde baskı ve katliam uygulayanlar, diğer yandan baskı ve katliamlara karşı direniş savaşları yürütenler.
Geçtiğimiz gün 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü. Barış, tüm ezilen halkların çocukları gibi Kürt çocuklarının da tek düşüdür. Kürt çocuklar barışı düşlerler, kendi anadilinde eğitim gördüğü okuluna gitmeyi, akşam olunca sıcak evinde yemeğini yemeyi, oynamayı ve mutlu, huzurlu uyumayı düşlerler. Çocuktan sonra barışı en çok düşleyenler ise analardır. Onların düşlerinde ise savaşsız barış dolu bir ortamda yarın ne olacak kaygısından uzak büyütmek isterler çocuklarını.
Ortadoğu ya özgürlük getireceğiz diyen güçler bugüne kadar kan ve gözyaşından başka bir şey vermediler insanlara. Tüm hegomonik savaşlarda olduğu gibi, Suriye’de ve Irak’ta süren savaşlar bölgenin doğal zenginliklerini sömürmek, onlara el koymak üzere sürmekte. Bu kan emicilerin gerçekleştirdiği saldırılara karşı yeni bir yaşam, barış ve huzur dolu gerçek bir yaşam için işgalcilere karşı özgürlük mücadelesi de sürmekte bir yandan.
Tarafsız mı olacağız? Elbette hayır. Doğayı, hayvanı ve insanı bir bütün olarak görebilenler, yanı başımızda yani Ortadoğu’da yaşanan savaşta saldırıya uğrayan insanların, doğanın, hayvanın, kültürel mirasların yanında, saldıranların karşısında olmak zorundadır. Sokak köpeğinin uğradığı saldırı karşısında haklı olarak içi yanan ve o köpekle özdeşleşenler, Ortadoğu’da süren saldırılara karşı tarafsız ve sessiz kalmaları anlaşılır bulunamaz. Ormanların yakılıp kesilmesine, enerji santralleri, madenler vb.sermaye saldırılarıyla doğal yaşamın yok edilmesine, zehirlenmesine karşı çıkarken, savaşlara sessiz ya da tarafsız k-a-l-ı-n-a-m-a-z.
Doğayı savunduğunu iddia eden bazı kesimlerin, örneğin Kürt coğrafyasında yanan ormanlar ilgilerini çekmez! 3 yıldır binlerce hektar alanda askerlerin koruması altında korucular büyük bir ağaç katliamı gerçekleştirirken, onlar 3 maymunu oynarlar. Özgür basın geleneğine sahip gazeteler ve 3 yıldır bu geleneği sürdüren Yeni Yaşam gazetesinin 12. sayfası 10 yılı aşkın süredir aralıksız olarak ‘ekoloji sayfasına sahip’ olan tek gazetedir. Hiçbir yerde göremeyeceğiniz binlerce özel haber özgür basının ekoloji sayfasında yayınlanmıştır.
Bu gerçeğe rağmen birçok ‘ekoloji örgütü, birliği, hareketi’ vb. Yeni Yaşam’da çıkan ekoloji haberlerini internet sayfalarına taşımazlar. Bu tutumun en temel nedeni, devletin yarattığı Kürdü düşmanlaştırma ve ötekileştirme politikalarıdır. İnsan haklarının kırıntısının dahi uygulanmadığı ve ekosistemin yerle bir edilmeye çalışıldığı bir bölgeye karşı üç maymunu oynayanların elbette özgür basını da görmezden geliyor olmaları anlaşılır bir şeydir.
Bu tutum sadece batıya özgü bir şey de değildir. Kürdü görmeyenlerle, bölgede ekoloji mücadelesi yürütenlerin bu sistem içi örgütlerde yer tutarak aynı noktaya savrulmalarını ise anlamak mümkün değildir. Oysa toplumsal mücadelede çok önemli bir yer tutan HDP ve Kürt siyasi hareketinin yarattığı ekoloji anlayışını bölgeden başlayıp tüm Türkiye coğrafyasına yaymalarının önünde hiçbir engel olmaması gerekir.
Ekoloji yapılarının tutumuna benzer bir tutum ise ezilenden yana olmaları gereken sosyalist partilerde de görebiliyoruz. Burjuva patilerinden 6’sı bir araya gelip AKP iktidarına son vermek iddiasıyla çalışma yürütürken, gerçek anlamda ezilenden, sömürülenden, doğadan yana olan bir diğer mühalefet örgütlenmesi ise kendisini deklare etmiş durumda. Bu süreçte bir diğer yapı ise ezilen sınıfların temsilcisi oldukları iddiasıyla bir araya geldikleri ‘güç birliği’ oluşumudur.
Elimizde kim daha çok ezilenden yanadır diye ölçebilen bir mezuramız yok. Ancak ekolojide olduğu gibi bir turnusol kağıdı işlevi gören Kürtler burada mezuraya ihtiyaç bırakmıyor. Bu güç birliğinin HDP, EMEP, TİP vd toplam 6 siyasi parti ve hareketin içinde yer almama nedeni olarak, HDP’nin sosyalist olmamasını iddia edip göstermelik gerekçelerini öne sürerler. HDP kendini sosyalist bir parti olarak tarif etse de etmese de çok net ve açık bir biçimde sermayenin değil halkların ve emeğin yanında politika yürüttüğü bir gerçek iken, parti tüzüğü de bu gerçeği net ortaya koymaktadır.
Bu lafı güzaf olan bu gerekçeyi ortaya koyanların içinde CHP’nin gezi otobüslerinde boy gösterenler bilinirken, acaba CHP’yi sosyalist olarak mı görüyorlar sorusunu sormak gerekiyor. Ancak yanıtı beklemeye de gerek yok. Bu arkadaşların tutumları devletin yarattığı Kürt fobisinden başkaca bir şey olmadığı bilinen ve kendilerince de belirtilen bir gerçek. Suriye’de süren savaşta Kürtlerin yanında tutum almaktan imtina edenler, korucuların 3 yıldır asker desteği ile keserek katlettikleri ağaçlar için de sessiz kalmaları manidardır.
Bu arkadaşlar V.İ Lenin’i reddetmeyen ve onu büyük bir öğretmen olarak görenlerden oluşuyor olmasından dolayı Lenin’in 1917 devrimi öncesi 1915 yılında ulusal sorunu üzerine yazdığı satırları hatırlatarak bitirelim: “… Sosyalistler; burjuva siyasetçilerinin, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli, ezen ulusların halk yığınlarına, öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp ‘yüce’ tutmadıkları sürece, kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar…”