bu ülkede kürt halkının özgürlük taleplerinin uzun bir geçmişi var, tarihin farklı dönemlerinde farklı biçimler alan bu taleplerin bir çatışmaya dönüşmesi, böylece kürt ya da solcu olmayanların da kürt gerçekliğinden haberdar olması ve bu çatışmanın ülke gündeminin parçası olmasıyla birlikte bir barış hareketi ortaya çıktı. bu hareket çeşitli biçimler aldı, farklı isimlerle hareket etti, önce acemiydi ama belli bir olgunluğa ulaştığında, en azından sözü, çözümün parçası oldu.
savaş, siyasetin silahla yani kitlelerin ulaşamayacağı araçlarla yürütülmesi, hakim olamadıkları alanlara taşınması, başta kadınlar olmak üzere çeşitli kesimlerin dışlanması, yoksulların iradesinin hiçe sayılması ve buna karşılık, canlarının birer mermi gibi harcanması anlamına geliyor ve her türden çatışmanın, sivil alanda ve siyasi araçlarla yürütülmesi anlamına gelen barış, her zaman anlamlı ve geçerli bir talep. barış, bu genel bağlamdan bağımsız olarak, kürt meselesine dair de önemli bir talep oldu. çatışmanın durması, taleplerin masada konuşulması istendi. o yönde epey adım da atıldı ama sonra iktidarın öncelikleri değişti, süreç bambaşka bir yöne doğru ilerledi.
bugün kürt meselesinde farklı bir noktadayız. çatışma sürmekle birlikte sürecin belirleyici unsuru değil. bugün kürtlerin siyasal araçlarına yönelik saldırılara, kürt halkına yönelik ırkçı saldırılar ve daha önemlisi ırkçı şiddetin yetkililer tarafından hoş görülmesi ve teşvik edilmesi eşlik ediyor. bu şartlar altında barış anlamlı bir talep olamıyor. çünkü barış, iki tarafın da silahlı olduğu ve savaştığı bir çatışma döneminde anlamlıydı.
işin bir başka yanı daha var. hedef sadece, eski cumhurbaşkanı süleyman demirel’in ifadesiyle “otuzuncu kürt isyanı”nı bastırmak değil. konu aynı zamanda, kürt özgürlük hareketinin türkiye’nin demokrasi mücadelesinde tuttuğu yerle de ilgili. iktidar kürt hareketini baskılayarak o cephenin en önemli, en hacimli bileşenlerinden birini pasifize etmeyi, hem de bu hareketi kriminalize ederek demokrasi cephesini bölmeyi hedefliyor. dün kürt meselesi demokrasi mücadelesini aşıyordu, bugün en önemli unsurlarından biri. nitekim iktidara talip olanlar da bu konuda bir şey söylemeden edemiyor.
iktidar savaş politikalarından vazgeçmedi tabii. türkiye, suriye’de, libya’da, karabağ’da askeri olarak mevcut, ırak’a müdahalede bulunma derdinde, israil ile istihbarat ilişkilerini geliştiriyor. o yüzden barış talebinin yerini, işgal ve ilhak politikalarına karşı çıkmak almalı. daha önemlisi bugün emperyalizm karşıtı olmak, kendi devletinin emperyal hedeflerine karşı çıkmayı gerektirir, en başta. daha önce de yazdığım bir noktayı ısrarla hatırlatmak istiyorum; abd vietnam’ı ya da ırak’ı işgal ettiğinde abd solu, milli meselelerde yekvücut olma siyaseti gütmedi. kendi devletlerinin, birer vatandaş olarak kendilerinden aldığı güçle ve ödemek zorunda bırakıldıkları vergilerle başka ülkelerde yürüttüğü emperyalist işgallere karşı çıktılar.
ama sadece bu değil, abd solu, siyahlara yönelik, siviller eliyle örgütlenen ırkçı saldırılara karşı da, devletin ırkçı şiddet karşısındaki hoşgörüsüne de, siyahlara yönelik devlet şiddetine karşı da mücadele etti, ediyor. türkiye’deki hemen her politik kesimin, farklı sebeplerle (kimi aynı perspektifi benimsediği için, kimi ikiyüzlülük sayesinde) hayranlıkla söz ettiği black lives matter hareketine destek veren ve siyah olmayan nice abd vatandaşı var. emperyal müdahalelere de, ırkçılığa da “bizimkiler” saydıklarımıza karşı yapıldığında karşı çıkmak, en hafif terimle tutarsızlık.
bugün türkiye’de kapitalist sömürüyü ortadan kaldıracak (ki aslında en gerekli şey) bir siyasal gücün iktidar olması, iktidarı etkilemesi mümkün görülmüyor ama bugünkü iktidarın politikalarını bununla tanımlamak yeterli değil. iktidar, ülkenin ekonomisini sanayiden tarıma kadar uzanan üretime değil, inşaat sektörü ve başka toprakların işgaliyle ayakta tutmaya çalışıyor. yoksulluğun, işsizliğin, açlığın esir aldığı türklerin öfkesini de kürtlere –ve suriyelilere- yönlendirmeye çalışıyor. diğer yandan yine kürtlerin siyasetini hedef alarak karşısında oluşabilecek bir demokrasi cephesini parçalamak, zayıflatmak istiyor. o yüzden dünün barış talebinin yerini bugün ırkçılığa ve işgale karşı çıkmanın aldığını düşünüyorum. bunun için de milliyetçilikle hesaplaşmak gerek çünkü kendi ulusunu başka uluslardan üstün gören, kendi ulusunun çıkarları için başka uluslara haksızlık etmekte sorun görmeyenin adaletten söz etmeye yüzü kalmıyor.