Mardin’deyiz ve Kızıltepe’den Derik’e gideceğiz bugün. Önce Kızıltepe’nin kavurucu sıcağına “merhaba” diyoruz. Araca binmek için durağa yöneliyoruz. Kaldırım taşlarının kenarları sökülmüş ve öylece bırakılmış. Kaçak elektrik kullanılmasın diye tellerin yerin altından geçirildiğini öğreniyoruz. Esnafın dükkanı ve evler toz altında kalmış, yolun kenarında yeşillikler kurumuş. İlerliyoruz, Kızıltepe sıcağına toz da eklenince yürümek daha da zorlaşıyor. Esnaf sürekli yola su döküp tozun etkisini azaltmaya çalışıyor. Sanki birileri buralara terk edilmiş süsü vermek istiyor ya da yaşamı zorlaştırıyor ki insanlar göç edip gitsin…
Derik’e doğru yola çıkıyoruz…
Yolda giderken dağları bölen teller ve beton bloklarla önü kapatılan kurumlarla burada da karşılaşıyoruz. İnsanın aklına şu soru geliyor; “Bu teller, barikatlar ve beton bloklar kimi kimden koruyor ve kim neden korunma ihtiyacı hissediyor? Halktan mı kendilerini koruyorlardı? Bir devlet neden kendini halktan korusun ki?” Sıcak hava ve kurumuş otlar bize eşlik ediyor Derik’e varana kadar. Daha sonra dağın yamacında kuru otlar arasında yemyeşil ağaçlık bir alan karşılıyor bizi. Çok zaman önce Derik’e bir kere daha gelmiştim. Derik’e “Derika Rengin” (Yeşil Derik) diyorlar. İlçeyi görür görmez anladım buranın Derik olduğunu, şehre doğru sokuluyoruz ve bu kuru arazilerden sonra yemyeşil görüntüsü bizi kendine çekiyor… Şehrin merkezine ulaşımı sağlayan ana yollar kapatılmış ve araç giremiyor. Araçtan zorla indirip yürütüyorlar. Şehre kimin girdiğini görmek istiyorlar sanki. Kısa yollar arıyoruz fakat kestirme yolları ana yollarla buluşturan merdivenler yıkılmış. Bir yabancı iseniz hemen fark ediliyorsunuz çünkü bütün yollar kapalı ve geri dönüp duruyorsunuz. Barikatların arasından, şeritlerin altından geçerek ilerliyoruz. Aşırı bir yıkım sesi var tıpkı Nusaybin’deki ve Sur’daki gibi.
‘Bıktırmaya çalışıyorlar’
Biz daha sormadan yanımdaki arkadaşlardan biri, “Yıkıyorlar buraları kamulaştırma adı altında” diyor. Belki de tarihi yapılar da yıkılıyor. Yıkılan bir evde rüzgarın savurduğu bir perde gözüme takılıyor, yıkıma inat rüzgarda savrulan perde. Birden buralı olmadığı anlaşılan biri kaba bir sesle “Geçmeyin, geçmeyin” diyor bize. Bacak bacak üstüne atmış iki polisten biri, “Üstünüze bir şey düşebilir, yıkılıyor görmüyor musunuz” diyor. Aldırış etmeden ilerliyoruz. İnsanlar ise aralarında: “Bıktırmaya çalışıyorlar. Her akşam Derik üzerinden askerler atış yapıyor karşı ki dağlara. Bazen ateş etikleri yerler yanıyor. Bu atış her akşam gece saat 2-3 arası yapılıyor. Bazen de gündüz” diye konuşuyor.
Şehirlerin portresi
Bir diğeri, “İnsanlar rahatsız olmuyor mu?” diye sorunca, “Amaçları tam da bu” yanıtını alıyor. Zeytin ağaçları arasına giriyoruz biraz da olsa barikatlardan uzaklaşalım derken köklü ağaçlar bizi selamlıyordu. Silah sesleri gelmeye başlamıştı bile. Köklü ve eski zeytin ağaçları saçımızı okşuyor, yüzümüze dokunuyordu. Evine gelen bir çocuğu kucaklar gibiydi yüzümüzdeki ifade. Yerini hüzünlü bir mutluluğa bırakmıştı zeytin, incir, nar, kiraz, dut, armut ağaçları, üzüm bağları, sebze ekilmiş tarlalar ve kendini barikatlardan, beton bloklardan, silah seslerinden uzak bir yere atmak isteyen piknik yapan insanlarla şenlenmişti. Derik aslında Kızıltepe’nin, Nusaybin’nin, Sur’un, Bismil’in ve diğer yıkılan şehirlerin bir portresiydi. Her şehrin kendine has güzellikleri arasında tekçilerin tek benzer izleri vardı. Barikatlar, yıkım, çalışır vaziyette duran askeri araçlar, şeritler silah sesleri… JINNEWS’ten alınmıştır.