Ahmet Güneş
Düşmanlığın hukuka sığan şartları ilkel dönemlerde belirli bir çerçeveye oturtuldu. Tarih öncesi kabul gören ve yazıya dahi dökülmeyen sözlü yasalara tiranlar da savaş komutanları da uymuştur. Kitaplardan, mitolojiden ve destanlardan bu yasaların haysiyetle mesafesini öğrendik. Siyasi bilgimiz, vicdanımız, karşılaşmalarımız ve insani ilişkilerimiz diyebiliriz ki bununla belirlendi. Elbette itirazlar, yer değiştirme kanaatleri ve isyanlar her zaman süregeldi. Çünkü biliriz ki uyduğumuz her yasa masum birilerinin kanıyla yazıldığı gibi her daim zalim üretebiliyor.
Günümüzde ise Türkiye özelinde Kürt ve devlet arası savaşta birçok örnek, çok çeşitli uygulama ile karşı karşıya kalıyoruz. Tarihsel sömürgecilik uygulamalarının bir tekrarı belki ama eski zamana oranla daha çok görünür kılma seçeneklerinden olsa gerek, hemen haberdar oluyoruz.
Bugün ovada ve dağda süregelen savaştan ziyade, tüm bunlara bir şekilde ilişip cezaevlerine konulanları ve akıbetlerini bu yazının konusu yapalım. Örneğin antidemokratik Türk Ceza Kanunları ile yargılanıp ceza almış insanların cezaevinde kalma süreleri bitmiş olsa da uydurulmuş genel kurullar tarafından esir alınmasını gündeme getirelim. Söz gelimi 30 yıl önce artık lağvedilmiş ve antihukuki kararlar verdiğinden dolayı tarihin çöplüğüne atılmış mahkemelerin yargılayıp ceza verdiği insanlar, verilen ceza hükmünü bitirmelerine rağmen neden bırakılmıyor diye soralım. 6 yıl, 10 yıl veya 30 yıl ceza verilen ve tahliyesi gelen insanlar neden hala içeride?
Bir başka örnek olarak engelli, ağır bedensel hastalıkları olan ya da ruh sağlığı yerinde olmayan insanlar, dışarıda tedavileri mümkünken ve yasalar bu konuda el verirken neden bürokrasi arayışında işkenceye maruz kalıyor?
Bu soruları çoğaltıp örnek vermek mümkün. Bugün yolsuzluk, tecavüz, kadın cinayeti, nefret suçu vb. topluma karşı suç işlemiş zanlılar sokaklarda da, düşman hukuku ile haksız yere ömürlerine ipotek konulanlar neden hastane-cezaevi arasında insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılıyor?
İşte burası bam teli aslında. Burada tarih öncesi uygulanan düşman hukuku bile uygulanmıyor. Biz barbarların hukukunda telef olmaya maruz bırakılan insanlarız. Barbarların da hiçbir yasaya ve haysiyete uygun davrandığına şahit olamayız. Geçmişte düşman hukuku denildi, anlam verildi, esir hukuku denildi, bir yere konuldu ama artık bunların hiçbirinin hükmü yok. Burada düpedüz haysiyete saldırmanın barbar hukukuna şahit oluyoruz.
22 yıldır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan 2014’te avukat görüşünde şunları demiş ve uyarmıştı ki hala geçerli: “Kürtlerin bugüne kadar bir hukuku oluşmadı. Aslında Kürt olarak yaşam hakkımız bile tanınmadı. Yaşam hakkı temel bir haktır ama bu hakkımız bile elimizden alınmış durumda. Bu anlamda Kürdistanlı hukukçuların, avukatların neyin avukatlığını yaptığını, neyin hukukunu savunduklarını gözden geçirmeleri, sorgulamaları gerekmektedir.”
Son yıllardaki uygulamalara baktığımızda artık yeniden tasvir etmek gerekiyor. Bu bir savaş hukuku veya düşman hukuku değil; bir haysiyete saldırıdır ve barbarlar yeni düzende Kürtler üzerinde bir alçaklık hukuku inşa ediyor. Buna karşı çıkmak sadece Kürdün görevi değil, çoluğa çocuğa, mezara kadar sirayet eden bu kötülüğe karşı olan herkesin sorunudur.
Haftanın kitap önerisi: Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan – İnsanın Çağlar Boyunca Gelişimi / Çeviren: Filiz Ofluoğlu, Varlık Yayınları