Siyasetçi İdris Baluken, ‘Eğer bir diyalog ve müzakere amacı varsa, sorunun baş müzakerecisi olarak geçmişte devlet tarafından zaten tanınmış, Kürt siyasi hareketi tarafından tarif edilen Sayın Öcalan’a yaklaşımın doğru değerlendirilmesi gerekiyor. Önce tecrit kalkmalı’ dedi
Nezahat Doğan
Yakıcı, zor ve hızlı bir dönemden geçiyoruz. Büyük bir ekonomik kriz, baskı, anti-demokratik uygulamalar; sosyal çöküntü, çeteler, her yanı saran şiddet; kadına, çocuğa şiddet… Toplumsal çürüme ve topyekûn bir buhran sarmalının içindeyiz. Bütün bu çöküşün mimarı olan iktidar ise ülkenin yeni yüzyılında girdiği çıkmaz nedeniyle yeni arayışlara yönelmek zorunda kaldı. Türkiye’nin buhranının nedenlerini ise anti-demokratik uygulamalar, sömürü, gerçek demokrasi yoksunluğu ve Kürt sorunu oluşturuyor. Ortadoğu’da ve dünyada değişen dengeler, iç ve dış politikada girilen çıkmaz yol, AKP-MHP iktidarının savaş politikalarını eskisi gibi sürdürmesine imkân vermiyor.
İşte bu süreçte Devlet Bahçeli’den önemli bir çıkış geldi. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit sürerken ve tecridi konuşanlar yargılanırken Devlet Bahçeli’nin çıkışı, “Yeni bir çözüm dönemi mi başlıyor?” sorusunu gündeme getirdi. “Bir süreç mi? Çözüm mü? Müzakere mi?” derken devam eden tecrit ve ardından halk iradesine yönelik gasp ise derin bir çelişkiyi ortaya çıkardı. “İktidarın samimi bir yaklaşımı var mı? Yeni bir süreç başlayacaksa bunun adımları ve ayakları ne olmalı? Geçmiş çözüm sürecinin eksileri-artıları ve bugünün konjonktürel durumunda nasıl bir zihniyete ve yaklaşıma ihtiyaç var?” soruları zihinleri kurcalarken, toplum da olan biteni anlamaya çalışıyor. Tüm bu soruları ve gündemi geçmiş çözüm süreci görüşmelerini yürüten, İmralı Heyeti’nin içinde yer alan deneyimli siyasetçi İdris Baluken’le konuştuk.
- Bahçeli’nin “PKK Silah bıraksın, Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın, gelsin konuşsun, umut hakkından düzenleme yapılsın, faydalandırılsın, açıklamasının hemen ardından “Kürt sorunu yok” söylemi geldi. Erdoğan’ın “Benim muhatabım ne İmralı, ne Kandil ne de Dem, Kürt kardeşlerim” ifadesinin ardından irade gaspı gündeme oturdu. Bu çıkış ne ifade diyordu? Neyi gösterdi?
Türkiye’de uzun süredir mevcut durumun sürdürülemez bir yönü vardı. Çözüm sürecinin bitmesi, çöktürme konseptinin devreye girmesinden sonra toplumsal ve sosyal yaşamın bütün alanlarında çok büyük bir kriz durumu gelişti. Ülke hem demokratik değerler açısından, hem temel hak ve özgürlükler açısından, son kertede de ekonomi başta olmak üzere toplum yaşamına değen bütün alanlar açısından yirmi-otuz yıl geriye gitmiş oldu.
- Bu içerdeki zorlanmayı yaratan temel şey neydi?
Herkeste biliyor ki Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ve uygulanan savaş politikalarının getirdiği devasa yüktü. Savaşa dair bir süreç işletiyorsanız bahsetmiş olduğumuz diğer alanlarda bir iyileşme beklenemez. Çatışma ve savaş ile demokratik değerler, temel hak ve özgürlükler, gelecek umudu, toplumun refah düzeyi, huzur seviyesi birbiriyle çelişir. Biz çözüm masası devrilirken de bu uyarılarımızı sürekli yaptık.
- O uyarıların dikkate alınmaması nelere yol açtı?
Yirmi otuz yıl geriye gittik! İnsanın hep şunu diyesi geliyor; keşke söylemlerimizde haksız olsaydık da bu kadar büyük gerileme yaşanmamış olsaydı. Ama gelinen noktada içerdeki durumun topluma çıkardığı fatura çok ağır oldu ve bu sürdürülemez durumun siyasi tabloya, siyasi alana, siyaset kurumuna bir yansıması oldu. Dış politikada da biz aynı uyarıları yaptık. Türkiye’nin Ortadoğu’da Kürt halkını dikkate alarak, dört parça Kürtlerle barışçıl temelde bir süreç geliştirerek nasıl kazanabileceğini, Ortadoğu’daki temel sorun alanlarına da nasıl bir model yaratabileceğini ifade etmiştik. Ancak o dönem yine bizim yapmış olduğumuz uyarıların tam aksi yönde dış politika geliştirildi. Kürt karşıtlığı temelindeki Ortadoğu politikası da bir yerden sonra büyük çıkmaza girdi. Şimdi Ortadoğu’da çok dinamik sert ve öngörülemez bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin ve mevcut hükümetin izlemiş olduğu politika bu anlamda mevcut durumu ve dinamik süreci karşılamaya yetmiyor. Dolayısıyla hem içerde hem de dışarıda gelişen bu zorlama durumun getirdiği arayıştan bahsedebiliriz. Sebep ne olursa olsun, bir yerden sonra stratejik bir akılla bu noktaya gelinmiş ise bu önemsenmeli diye düşünüyoruz.
- Peki, Devlet Bahçeli’nin önce tokalaşma görüntüsü, vermiş olduğu mesajlar ve sonrasında Erdoğan’ın bunu onaylayan sözleri üzerinden düşünüldüğünde nasıl değerlendirirsiniz?
Bunun bir anlamı var. Siyaset kurumunun da bu anlamı toplumsal bir destek yaratarak sahiplenmesi veya büyütmesi noktasında bir beklenti var. Ancak burada sorunun muhataplarına dair bir tanımlama yapılmadığı veya muhataplıkla ilgili mevcut durum müzakere koşullarına evirtilmediği için doğal olarak toplumun genelinde de büyük soru işaretleri oluşuyor.
* Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamaları devlet içinde mutabakatla yürütülmeye çalışılan bir politikayı mı ifade ediyor?
Ben bunun stratejik devlet kararı olabileceği kanaatindeyim. Ancak bunun ne olduğuna dair netleşmiş bir durum yok. Bu mevcut sıkışmışlıktan kurtulmaya ve zaman kazanmaya dönük manevra mı? Yoksa gerçekten geçmişteki hatalardan dersler çıkarılarak nihai amacı kalıcı barış olan rasyonel bir karar mı?
- Sizce hangisi?
Bunun için karşı tarafın ajandasına hâkim olmak ve içeriğini bilmek gerekiyor. Benim o konuda görüş ifade etmem zor.
- Peki Kürt tarafının ajandasında ne var?
Demokratik siyasi çözümün olduğunu çok rahatlıkla ifade edebilirim.
- Bunu geçmişte çözüm süreci çalışmaların merkezinde yer alan bir yerden mi ifade ediyorsunuz?
Evet doğrudur. Devam eden tecrit ile ilgili kamuoyunda yükselen tepkiden sonra Ömer Öcalan’ın aile görüşü üzerinden Sayın Öcalan ile görüşmesi; Sayın Öcalan’ın da bu sorunu çatışma ve silahlı zeminden hukuki ve siyasi zemine çekmek, bu doğrultuda bir çözüm üretmek için teorik ve pratik güce sahip olduğunu belirtmesi, Kürt tarafının sahip olduğu ajandayı yeniden güncelleme açısından önemli. Devlet tarafındaki ajandanın neler içerdiğini görebilmek için de tecrit ile ilgili hususa bakmak gerekiyor. Eğer bir diyalog ve müzakere amacı varsa, sorunun baş müzakerecisi olarak geçmişte devlet tarafından zaten tanınmış, yakın dönem toplumsal hafızada kabul edilmiş, güncelde de Kürt siyasi hareketi tarafından tarif edilen Sayın Öcalan’a yaklaşımın doğru şekillendirilmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. O nedenle İmralı’daki kapının açılıp açılmaması, tecridin devam edip etmemesi bize bir fikir ve görüntü verebilir.
- PKK Lideri de tecrit devam ediyor demişti. Somut adım olarak öncelikle tecridin kaldırılması gerekmiyor mu?
Elbette ki… Bir diyalog ve müzakere süreci başlayacaksa tecrit ile ilgili durumun ortadan kalkması gerekir. Sayın Öcalan’ın aile avukat görüşü, siyasi heyetlerle, gazetecilerle, sivil toplum alanıyla rahat bir tartışma yürütmesi gerekiyor. Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu konuşmada da Sayın Öcalan’ın Meclise gelerek meclis zemininde çağrı yapması yönünde kullanmış olduğu cümle ve ortaya koyduğu bir fikir vardı. Bu fikirde bir samimiyet varsa öncelikle tecridin ortadan kalkması, diyalog ve müzakere zemininin yaratılması; ondan sonra da hem muhataplıkların tespiti konusunda rasyonel bir tartışma yürütmek hem de işin esasına dair tarafların ajandasındaki mevcut tezleri tartışmaya başlamak gerekir.
- Bahçeli muhatap olarak İmralı’yı gösterdi. PKK Lideri ise çözüme yönelik önemli bir mesaj verdi. Siz bu mesajı nasıl okudunuz, sürece dair nasıl bir vurgu var?
Ben güçlü bir irade beyanı görüyorum. Barışa dair kararlılık görüyorum. Süreci sonuca götürmeye dair güçlü bir özgüven görüyorum. Bir yönüyle de Ortadoğu’daki dinamik sürece dair gerçekçi bir öngörü görüyorum. Sayın Öcalan o kısa mesajın içerisinde nihai bir barışa gidilmesi, meselenin hukuki ve siyasi zeminde çözülmesi durumunda bütün topluma kazandıracak formülü seksen beş milyona, hatta Ortadoğu ve dünya kamuoyuna bir şekilde iletmiş oldu.
- Bu mesajı alanların adımları ne olmalı?
Günü birlik polemikler üzerinden meseleyi tartıştıran bir yerden uzaklaşarak, işi somut adımlar boyutunda renklendirmeleri gerekiyor. Çünkü biz biliyoruz ki bu tarz müzakere ve barış süreçleri zordur, zahmetlidir. Samimiyet ve ciddiyet ister. Siz sürekli bir şey söyleyip onun gereğini yapmadığınız zaman hem samimiyet, hem de ciddiyet anlamında kitleler nezdinde bir güven kaybına uğrarsınız. Çözüm sürecinin devrilmesinden sonra her iki tarafta yaşanan ağır travmatik süreçlerden ötürü çok ciddi güven erozyonu oluştuğu için bu ortamda güven arttırıcı somut adımların hızla şekillenmesine ihtiyaç var. O nedenle tecrit ile ilgili durumu ben acil gereklilik olarak ifade ediyorum. Eğer tecrit ile ilgili durum ortadan kalkmış olsaydı, ben meclisin yapması gerekenler üzerinden neden hala harekete geçilmediğine dair birtakım fikirlerimi ifade edecektim. Ama tecrit ortadayken onun bir üst basamağına tekabül edebilecek adımlardan bahsetmek ne kadar gerçekçi onu da tabii büyük bir ihtiyatla ifade ediyorum. Eğer sorun Kürt meselesinin nihai çözümüne dair, kırk yıllık çatışmalı sürecin bitmesine dair nihai bir barış iradesi veya stratejik bir devlet kararı varsa, bu bir an evvel tecrit üzerindeki somut adımlarla topluma gösterilmeli.
- Çözüm süreci dönemi koşulları ve konjonktürü ile bugünkü konjonktürü karşılaştırdığınızda artılar ve eksiler nedir? Günü birlik tartışmaların yerine ne geçmeli? Büyük resme nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye’de yakıcı bir gündem var. Yirmi dört saat içinde tartışmanın yönü çok farklı noktalara evirilebiliyor. O nedenle günü birlik gelişen olaylar üzerinden değerlendirmek yerine stratejik hedefler doğrultusunda birtakım şeyler söylemeyi daha uygun buluyorum. Demokratik siyaset zemininin önü açılmalı. Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanması, Ahmet Özer’in tutuklanması üzerinden ortaya çıkan resim demokratik siyaset alanını genişlemesi gereken yerden daha da daraltan bir yere tekabül ediyor. Bu doğru bir yaklaşım değil. Cümlelerimi çok seçerek, özenle söylüyorum. Henüz güven ortamının toparlanmaya ihtiyaç duyduğu dönemde koşul siyaseti yürütmek, ortaya koşullar koyarak birtakım şartlar dayatmak çok doğru bir yaklaşım değil. Bir yandan diyalog ve müzakere sürecini tartıştırırken, silahlar yerine demokratik siyasetin hayata geçeceği zeminlerden bahsederken; öte yandan da demokratik siyasetin koşullarını alabildiğine daraltacak, halk iradesini esas almayan birtakım uygulamaları ortaya koymak, beraberinde önemli eleştirileri, samimiyet, ciddiyet sorgulamasını da getirecektir. Mevcut iktidarın bu yanlışa yüzleşmesi, güncel siyasetin gereklerini bu stratejik hedeflerle uyumlu olacak şekilde yeniden ele alması şarttır. Bu yapılmadığı zaman kitleler nezdinde de mevcut söylemlere olan güven zedelenir. Söylem ve eylem uyumluluğu önemlidir.
- Bu yaşananlara rağmen Kürt kamuoyu ve demokratik muhalefet çözüm konusunda beklentilerini sürdürmeli mi?
Şu olmamalı: Diyalog ve müzakereye geçildiği zaman AKP ve Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve MHP birdenbire demokrasiyi getirecek, ülkede sihirli değnek değmiş gibi demokratik bir zemin yakalanacak şeklinde beklenti gerçekçi değil. Biz çözüm sürecinde de, o süreci müzakere ve mücadele diyalektiğinin eş güdümle yürütülmesi olarak tanımlamıştık. Yarın bir müzakere sürecine karar verilse demokrasi yine de toplumsal dinamiklerin, siyasi muhalefetin mücadelesi olmadan, birilerinin lütfu ile gelmeyecek. Yine mücadeleyle gelecek. Müzakere masasını yeniden oturtmak da, yeniden ayağa kaldırmak ve devam ettirmek de toplumsal mücadelenin düzeyiyle doğrudan orantılıdır.
- Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama Bahçeli’yi desteklediği şeklinde algılandı. “Uzatacağım eli sıkın,” dediği halde operasyonlar yaparak başka bir mesaj mı vermeye çalışıyor? Siz nasıl bir okuma yaptınız?
Bizim anladığımız şu: Cumhuriyetin ikinci yüzyılının böyle gitmeyeceğini herkes kabul ediyor. Aslında biz bunu uzun zamandır söylüyorduk. İktidarıyla muhalefetiyle buna karşı çıkışlar vardı ve bunun aksi yönünü savunan politik tezler ileri sürüyorlardı ama gelinen aşama itibariyle cumhuriyetin ikinci yüzyılının demokratikleşme ekseninde, halkların kardeşliği temelinde yeniden ele alınması gerektiğiyle ilgili bir okuma yapabiliriz. Bunun söylem dozu ve şekli politik ifade tarz, siyasi üslubu farklı olabilir ama alt okumaları yaptığımız zaman yeni bir yüzyılda Türkiye’nin bir önceki yüzyılda yapmış olduğu hatalardan arınarak, demokratikleşmeyi esas alarak ve farklılıklarımızı bir zenginlik olarak gören anlayış üzerinden yürümesi gerektiğini artık herkes ifade ediyor. Bu bir avantaj… Bunu söylerken günlük siyaseti farklı kurgularsanız, o zaman samimiyet ve ciddiyet konusunda toplumda oluşacak olan beklentiyi kendi elinizle ortadan kaldırırsınız. Strateji bu ama taktik baskıcı anlayışı devam ettirmek, demokratik siyaset alanını daraltmak derseniz kimseyi inandıramazsınız. Strateji ile taktiğin birbiriyle uyuşması gerekiyor. Tabi biz Erdoğan veya Bahçeli’nin siyasi ajandasını değerlendirecek koşullara sahip değiliz, ancak uyarılar yapabiliriz. Buradan günü birlik siyasi kazançlar elde etme hedefi ve saikıyla hareket etme durumu varsa bundan vazgeçilmeli. Sorunun stratejik temelde ele alınması, kalıcı barışın sağlanarak ülkenin yüzyıllık prangalarından kurtulması herkese kazandıracak. Kaybedeni olmayan yeni bir yüzyılın kapısının aralanması tespitimizi güncelleyebiliriz.
- 2013-2015 çözüm süreci döneminde en zorlandığınız, en kritik aşama ne olmuştu?
Toplumsal desteği güçlü bir düzeye getirmek… Süreci iktidarın insafından kurtarmak… Bu konuda eğer bir şeyleri başarmış olsaydık çözüm masası o kadar kolay devrilmeyecekti.
- Eksik kalınan taraf bu muydu?
Ben bunu çok önemli görüyorum. Bu konuda bizim yoğun bir gayretimiz oldu ancak hem ana muhalefetin hem de demokratik kamuoyunun bir kısmının o dönem için gösterdiği direnç veya isteksizlik öte yandan MHP gibi parlamentoda güçlü temsiliyeti bulunan bir yapının doğrudan süreç karşıtı bir pozisyonda olması son derece zorlayıcı oldu.
İktidar partisinin de süreci siyasi hesaplardan kurtararak veya günlük bir takım beklentilerden sıyırarak kalıcı ve nihai barışa sabitlemesiyle ilgili irade zayıflığı vardı, bu durum da bizim işimizi zorlaştırdı. Çünkü bizim topluma ulaşmamız için yüzyıllık önyargıları devreden çıkarmamız, iletişim araçlarıyla etkili bir şekilde sesimizi duyurmamız gerekirdi. Bunların kapıları bize kapalı olduğu zaman, niyetten veya çabanın yeterliliğinden bağımsız olarak işimiz zorlaştı. O dönemde maalesef bir handikap yaşadık.
- Geçmiş dönemde CHP ve bazı demokratik güçler süreçte yoktu ve mesafeliydi. Bugün ise CHP daha olumlu yaklaşıyor. Hatta CHP heyeti hemen Diyarbakır turuna çıktı. Bugünün koşullarında yeni bir süreç olduğu ya da olacağı varsayılırsa muhalefet, demokratik kitle örgütleri, kanaat önderleri, aydınlar, yazarlar nasıl bir inisiyatif almalı? Süreç nasıl işletilmeli?
Biraz önce bugünkü gelişmelere bakarak aslında Meclis’in yapması gereken adımlara giremeyeceğimizi söylerken biraz da bunu kastediyordum. Ben olsam irade gaspına yönelik operasyonu beklemeden Erdoğan’ın, Bahçeli’nin ortaya koyduğu tutum veya söylemler üzerinden barış zemini tartışılmaya başlandığı anda bütün muhalefet partileri olarak bir araya gelir strateji belirlemeye çalışırdım. Barış etrafında geçmişte yapılan o hatalardan yola çıkılarak bir irade var ise bunu nasıl toplumsallaştırabilirim arayışına girerdim. Ben bunu eksiklik olarak görüyorum. DEM Parti ile CHP’nin veya Meclis’te bulunan Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi diğer siyasi partilerin ve bütün bu dinamiklerin bir araya gelerek ortaya konan söylem doğrultusunda bir strateji ve barış söylemi geliştirmemiş olmaları bugünkü operasyona da bir yerde zemin hazırlamış oluyor. Eğer bir araya gelinmiş olunsa, oradan sivil topluma o irade götürülmüş olsaydı, güçlü sivil toplum desteği, barış iradesi yaratılmış olsaydı, iktidar partisi devreye koymuş olduğu bu operasyonu yapamayacak veya göze almayacak bir durumda olabilirdi. Bunlar birer eksikliktir.
- Mecliste muhalefet partileri nasıl bir ortaklaşma gerçekleştirebilir?
Keza diyelim ki geçmişteki deneyimlerden okumalar yapılarak Meclis’te hızlıca Barış ve Toplumsal Uzlaşı komisyonunun kurulması, geçmişe dönük olarak da Kürt meselesinin tarihsel arka planını ortaya çıkaracak ve oradan dersler çıkaracak Hakikatleri Araştırma-Yüzleşme ve Helalleşme Komisyonu kurulabilirdi. Biliyorum çok kısa bir süreden bahsediyoruz ama bu süre içinde en azından ete kemiğe bürünmemiş dahi olsa, fikir düzeyinde somut gereklilikler olarak topluma anlatılmış olsaydı bugün ortaya konan siyasi operasyonlara karşı daha güçlü toplumsal muhalefet kendiliğinden örülmüş olurdu. O nedenle bir kayyım anlayışı, zaten halk iradesine yönelen bir okuma üzerinden demokratik değerlerle asla bağdaşmaz. O gün yapılmayan şey bugün yapılabilir. Bugün AKP-MHP iktidarının bu uygulamalarından rahatsız olan ve bunun da ortaya konan o söylemlerle çeliştiğini düşünen her siyasi aktör bir araya gelebilmeli, konuşabilmeli, bunun etrafında ortak mücadele hattı veya ortak strateji nasıl şekillenebilir bunu tespit edebilmeli diye düşünüyorum.
- Geçmiş çözüm süreci konuşulurken sorunlar üzerinden değerlendirmeler yapılıyor. Oysa barış süreci yürütülürken ciddi kazanımlar da olmadı mı? İklim değişti, toplumda bir nefes vardı, umut daha güçlü değil miydi? Neden negatiflik üzerinden kuruluyor dil?
Çok doğru. Bu geçtiğimiz 9 yıl içerisinde herkes bardağın boş tarafından koşuyor. Hatalardan, handikaplardan bahsediyor ama kimse çözüm süreci yürütüldüğü zamanki kazanımlarından, toplumun içinde bulunduğu gelecek umudundan bahsetmiyor. Eğer biz yeniden bir arayışa gireceksek, ülkeyi yeniden demokratik değerler ve özgürlüklerle, hukuk-adalet ve vazgeçilmez erdemlerle buluşturacaksak, tam da bu dokuz on yıldır yaptığımızın tersini yapmamız gerekir. O nedenle İmralı tutanaklarında neyin yazılıp yazılmadığının, onların soruşturmaya konu edilip edilmemesi ile ilgili durumun tartışılıyor olmasını da gerçekten bir yere konumlandıramıyorum. Devletin gözetiminde, devletin tutanak altına aldığı, o dönem herkes tarafından önemsenen ve topluma da gösterilmesi istenen o tartışma düzeyinin bir suçlama konusu haline getirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Eğer oradan girilecekse geçmiş defterler karıştırılacaksa o zaman iş çok daha farklı boyuta girer ki, ben bu sürecin hassasiyeti üzerinden o noktaları dillendirmeyi zul sayarım. Bence yeni şeylerden bahsetmek lazım, bunun için de yeni bir zihniyet gerekiyor. Yeni zihniyeti eskinin enkazı üzerine kurmayalım. Eskiden çıkarmış olduğumuz dersleri önümüze koyarak onları tekrarlamayacak şekilde “Yeni sonuçlara nasıl gidebiliriz?”in tartışmasını yürüterek gidelim. O zamanlar Sayın Öcalan hep şunu derdi: “Tartışmanın gücü çözümün gücüdür.” Gerçekten bugün buna ihtiyacımız var. Güçlü tartışmalar yürütelim ki, güçlü çözümü bulalım. Ama bunun için de bu tarz kabul edilemez, söze bile ihtiyaç duyulmayan absürt noktalardan hareket etmeyi bir kenara bırakmak gerekiyor.
En güzel şiir barıştır…
* İdris Baluken’in derdi nedir?
Barış… Kalıcı bir barışa herkesin ihtiyacı var. Bunu doğrudan o çalışmaların içinde yer almış, sahada da herkesle görüşmeler yürütmüş, üzerindeki rengin durumuna bakmadan üniformalısından siviline kadar yediden yetmişe, kadınından erkeğine herkesin barış istediği, anaların gözlerinde o pırıltıyı görmüş biri olarak ifade ediyorum. Boş tartışmalarla geçirilecek vakit, hepimize yapılacak kötülük olur. Buna gerek yoktur. Evet, süreç serttir, sert bir süreçten de çıktık ama tam da Yaşar Kemal’in dediği gibi; “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa en güzel şiir barıştır,” demek lazım. O şiiri bir an önce yazıya dökmeye koyulmak lazım. Temennim barışçıl ortamın sağlandığı, kucaklaşmanın sağlandığı, ülkenin mevcut sorunlarını geride bıraktığı yeni bir döneme girilmesidir. Duyarlı olan, samimi olan herkesin de bence bu süreçte bu duyarlılıkla hareket etmesinde fayda var.
Sizin aracılığınızla Özgür Basın emekçilerine ve demokratik kamuoyuna da selam ve sevgilerimi iletiyorum. Bütün bu fırtınalı süreçlerde gazetecilik mesleğinin ahlakını korumak, barış siyasetinin etiğine sahip çıkmak çok önemliydi. Özgür Basın geleneği buna hep öncülük etti, demokratik kamuoyu bu konuda önemli sınamalar geçirdi. Sanırım aklın yolu bir… Er veya geç, bugünden yarına olmasa da her durumda biz bu noktaya geleceğiz. Geçmişe dair yanlışları da daha sağlıklı bir şekilde tartışabileceğiz. Ben o nedenle sizin emeğinizin kıymetini vurgulayarak bütün arkadaşlara da selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum.