Nereye baksak kan revan, nereden dönsek yara ve kabuk. Başımız önde birkaç adım atıp yukarılara bakıyoruz. Herkes gibi gökyüzüne değil, dağlara bakıyoruz biz. Tarih sayfalarında bir izdik, sonra yolu çizip kendimizi yazdık ve herkes bilsin ki mezarlarımız şahittir, dedik. Bir çağrı, bir çığ, belki de bir güneş. Zaten biz bakmakla beklemek arasında bir rivayet yüzyılı olarak yazılacağız.
Tüm kehanetler, tekerrürler, teselliler, tehditler birbiri ardına dizilip yankısını dinliyor. Herkesin sesi yüksek, her yerin bir basamağı var. Önümüzde biraz acayip, biraz münasip bir hiza. Devrilen her şeyi sayıyoruz önce, devirecekleri sıralıyoruz sonra.
Bazı hikayeler devrik başlar, bazıları yüklemini kaybeder, bazıları da öznesini heder eder. İmzasız ve başlıksız bir kitap gibi, imliyor ve iz bırakıyor. Başlangıçlar ve sonlar bir denizin dalgalarında sanki, bir kıyının hüznünde veya hayat böyle bir hesaplamanın dışında.
Bakmalar, görmeler, geçip gitmeler, heyecanlar, umursamalar ve hep nasıl da oyalıyor, oyuyor ve bir başkasına yer açıyor. Bilindik hayretler, haller ve çekmeceler. Her şey bir tekrarın çarpıtılması ve yansıması. Maskeler, yüzler birbirine ayna değil kuyu oluyor. Herkes bir başkasında yaşıyor.
Hikaye yeniden yazılmalı ve anlatılmalı, diye bir derman, bir anahtar var herkesin avucunun içinde. Bir şifre, bir ağıt belki de matemi çağıran bir anons. Herkes kırıldığı yerde kalsın çünkü insan kırıldığı kadar kalmasını bilir. Hayat öğrettikçe öğütüyor insanı ve öğütlüyor; herkes bir başkasıdır ve başkasındadır.
Sineye çekilen acılar, çevremizi kuşatan felaketler yavaş yavaş duvarlar örüyor ve artık dışarıda kalan kimse yok. Gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız ve hayal ettiklerimiz hep bir başka uzakta, sanki bir başka dünyada. Hiçbir şeyden caymadan çağırmak lazım, durmamak için.
Kuşkuların yankısı var her yerde. Sis, duman ve hiçlik arasında birbirini arayanlar, kaçanlar, bulanlar, kaybedenler var. Bir sevinç, bir başka yerde hüzün, bir başkasında gam. Her şey naylondan, herkes varsaydığından ve dünyada yaşamaktan.
Küflenmiş sevgiler, bayatlamış aşklar, beyhude özlemler insanı çaresiz bırakıyor. Dünya döndüğünden beri değişmiyor; Terk edilmek, kaybetmek ve unutmak diye adımlar atılıyor ve yaşanıyor bir bir. Kararsız kalmış bir güneş, belki bir gün doğmaktan vazgeçer.
Perdeler açıldı ve izahlar mizahlara karıştı. Geç kalmak ve göç etmek arasında bir kördüğüm, herkesi beklemektedir. Taşıdıklarımız bir köprü olmayacak, tanıştıklarımız bağlar kurmayacak. Talan edilen hisler, yağma edilen sezgiler insanı düş kurarken düşürür. Perdeler elbette kapanır ve hiçbir şey yaşanmamış sanılır.
Zannetmelerin eşikleri, aldanmaların çukurları, anlamaların sınırları hep bir adım ötede bizi bekliyor. Varmak istediğimiz yerler, kaldığımız yerlere sürgün. Dağlar, denizler, çöller ve buzullar var aramızda, anlatılan o eski masalda. Birileri bizi anlasın diye bir imdat, herkesin ağzında.
Önce karışıyor ve sonra da karşılaşıyor birileri. Reva görülen ne varsa ve nerede yaşanıyorsa artık hayatlarımızın orta yerinde. Keyifler, gülüşler, bakışlar, sevinçler parçalanmış bir ayna gibi dağılmış ve yansıyor bize. Özleyerek yaşamak, hayal ederek yanaşmak yetmiyor ve yaşamak hayata yanaşmıyor, yanıyor.
Haftanın kitap önerisi: Arnon Grunberg, Tirza / Çeviren: Gül Özlen, Alef Yayınları