İmralı tecridinin derinleştirilmesinin Türkiye’ye kaybettirdiğini söyleyen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Halkımız çözüm istiyor, bunun da Öcalan’la mümkün olduğunu söylüyor” dedi
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin planladığı, NATO tarafından uygulanan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo 26’ncı yılına girdi. Abdullah Öcalan’ın “imha edilmesi” planıyla başlayan komplo, bu gerçekleşmeyince “tasfiye edilmesi” planıyla sürdürüldü. Şam hükümetine siyasi ve askeri baskılarla Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmasıyla başlayan bu süreç, “istenmeyen kişi” ilan edildiği Avrupa’da 130 gün süren sürek avının ardından kaçırılarak Türkiye’ye getirildi.
Özel olarak dizayn edilen tek kişilik İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulan Abdullah Öcalan, “imha ve tasfiye” planlarını tüm boyutlarıyla açığa çıkardı. 25 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulan ve 35 aydır hiçbir şekilde haber alınamayan Abdullah Öcalan, İmralı Adası’nda tutulduğu bu süreçte geliştirdiği Demokratik Modernite teziyle dünya halklarının umut kaynağı oldu.
Kurdistan’da 1 Şubat’ta başlatılan ve 15 Şubat’a kadar devam edecek Özgürlük Yürüyüşü’ne öncülük eden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 26’ncı yılına giren uluslararası komplo, Abdullah Öcalan’a özgürlük talepleri, muhalefetin Kürt sorunu ve İmralı tecridi karşısındaki tutumuna dair soruları yanıtladı.
- Küresel güçlerin çatışma sahasına dönüşen Ortadoğu’yu yangın yerine çeviren adımlardan biri de PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo oldu. Üçüncü Dünya Savaşı’nın da başlangıcı olan uluslararası komplonun bugün açısından bakıldığında ne tür sonuçları oldu?
Sayın Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılmasıyla başlayan, 15 Şubat 1999’da Türkiye getirilmesiyle devam eden uluslararası komplonun üzerinden 25 yıl geçti. 2000’li yıllar ile birlikte hem Kürt siyasetini boğmak hem de Türkiye halklarının birbirine düşmesini isteyerek korkunç bir iç savaş çıkarmayı amaçlayan 15 Şubat komplosuna dair söylenebilecek pek çok şey var ama en önemlisi şudur: Bu komplo amacına ulaşmadı ve ulaşmayacak. Bu gerçeğin altını çizmekte fayda var. Komplo sürecinin öncesi ve sonrası ile kendine has bir mantığı var? Dikkat edilirse reel sosyalizmin çözülmeye başlandığı, “Tarihin Sonu” tezinin tedavüle sokulduğu, Ortadoğu’da hegemonya kurmak için geliştirilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin dillendirildiği ve yine Samuel Huntington tarafından geliştirilen “Medeniyetler Çatışması” tezinin geniş tartışmalara yol açtığını görüyoruz. Diğer yandan Körfez’de çatışma ve siyasal ısınmanın sonuçlarıyla yeni dengeler oluşuyor. Her şeyden öte, Türkiye’nin bu süreçte, NATO ve onun Gladio ayağı için dev bir laboratuvar olduğu artık bilinen bir gerçek. Çünkü ‘Milli Güvenlik Devleti’ olarak en fazla NATO siyasetine eklemlendiği yıllar; 80 darbesi ve sonrasıdır. Kürt düşmanlığı ve 28 Şubat sürecini, yani iç düşman kodlamasının iki ucunu, böylesi bir projeksiyondan okumak mümkün.
- Uluslararası komplo planında bir araya gelen bu kadar çelişkili devletleri neyi amaçladı?
Uluslararası komplo, öncelikle küresel hegemonik kapitalist sistemin Ortadoğu’daki mevcut statükoyu değiştirmek ve bu projenin başarısını sağlamak amacıyla geliştirildiği açık. Bu tablo içinde Kürt Özgürlük Hareketinin hem potansiyel hem de varlık olarak engel görüldüğünü, yapılan açıklama ve itiraflardan bugün biliyoruz. Komploda Türkiye’nin araç olarak kullanıldığını dönemin başbakanı Ecevit’in “Öcalan’a bize niye verdiklerini anlamadık” sözlerinden biliyoruz. Kaldı ki komploda 50’ye yakın ülke yer aldı. Bu komplo neden gerçekleşti, tüm dünya neden birleşip böyle bir karar almaya ihtiyaç duydu, plan nasıl yapıldı, kimler bu planda kilit rol oynadı, birbiriyle savaşan güçler nasıl oldu da yan yana geldi, ne amaçlandı? Tüm bu soruların cevabını kapitalist modernitenin Kürt algısında aramak lazım. Bugün başta Rojava’daki son gelişmeler ve oraya yönelik artan savaş baskısı olmak üzere, Güney ve Avrupa’daki gelişmeler göz önüne alındığında komplonun nasıl sürdüğünü görmek mümkündür.
- Abdullah Öcalan’ın “Komplo sadece Kürtlere değil, Türklere de yapıldı” tespiti var. Türkiye açısından sonuçları neler oldu?
Komplo sonrası ise özellikle başka bir hikâye görüyoruz. Gelişen eylemler sonrası ABD’nin de yaptığı “Bu kadar eylem olacağını tahmin edemedik” itirafının önemli olduğunu söylemek mümkün. 25 yıldır eylemlerin sürmesi ise bambaşka bir mesele. Dikkat edilirse AKP’nin gelişi tam da komplo sonrası iklimde cereyan etti. Özellikle savaş makinesine dönüşen bir iktidar aygıtı gerçekliği, komplo ve gelişen tecrit rejiminin o dönem arzuladığı Kürt-Türk savaşının halen ne kadar güncel kılınmaya çalışıldığı görülmelidir. Öcalan “Komplocular beni bir ateş topu olarak, Türkiye’yi de bir odunluk olarak görmek istediler. Ateş topunu odunluk olarak gördükleri Türkiye’nin içine attılar ve Türkiye’yi bir yangın yerine çevirmek istediler” der.
Öcalan en fazla da bu gerçekliğin farkındaydı. Zaten dikkat edilirse siyaset ve çözüm programı üzerinden yürüdü her zaman. Öcalan, komplo sürecinde “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişti. Ve o günden bu yana da hiçbir şey eskisi gibi olmadı! Olmamaya devam ediyor. Bunun en önemli sebebi siyaset mekanizmasının, politika denen sanatın hepten ortadan kaldırılması, akıl dışı olan her şeye başvurulmaya devam edilip medet umulmasıdır. Türkiye, tecridi derinleştirdikçe ve yeni komplolar peşine düştükçe kaybediyor, kaybetmeye devam edecek. Öcalan tüm bu durumları görüp uyarmıştı ve ‘tuzağa düşüyorsunuz’ demişti. Nedir bu tuzak? Türkiye halkları yoksullaşıyor, iç ve dış politika çöküyor, çetelerin ve mafyaların güç kazandığı bir siyasal zemin var oluyor ve ülke her açıdan bağımlı hale geliyor. Tecrit, hukuksuzluk elde kalan tek politika oluyor.
- Abdullah Öcalan’dan 35 aydır haber alınamadığı İmralı Adası’nı İmralı Adası’nı, tecrit sistemi ve hukuk sistemini nasıl tarifliyorsunuz, nasıl bir yönetim biçimi söz konusu?
İmralı sadece Türkiye ile ilgili bir yer değil. Haliyle Öcalan için kapitalist modernite tutsağı demek yanlış bir tanımlama olmayacaktır. Çünkü Türkiye’nin ihtiyaçlarından çok, düzenin ihtiyaçları çerçevesinde bir operasyondur bu. Tüm tecrit uygulamalarına rağmen gelinen aşamada ise büyük bir mücadele sonucu İmralı için bugün “çözüm” adresi diyebiliyoruz. Burada ortaya çıkan barış ve çözüm iradesi, başat olmaya devam etmektedir. Tecrit ise devletçi aklın ince ve sistematik bir uygulamasıdır. Tecridin en önemli özelliği de bu devletçi akıl ekseninde, uygulama ve içerik olarak ulus devletlerle birlikte en nihai haline erişmiş olmasıdır. Tecrit, donuk-katı bir form değil, tam tersine akışkan, canlı bir haldir. Kendini yenileyebilme özelliği vardır. Böylesi bir olguyu hukuk ile değerlendirmek zor. Zaten hukuku kaldırdığınızda tecrit doğar. Hatta tecrit ve tecrit şahsında İmralı Adası, bugün hukukun kara deliği olmakla yetinmiyor, tüm hukuksuzlukların da toplamı olarak beliriyor.
Tecridi zaman ve mekândan bağımsız ele alamayız. Çünkü zamanı dondurduğunuzda, mekânı sabitlediğinizde, tecrit mekanizmasına ulaşmış olursunuz. Tecrit yaşam ile değil, yaşamdaki kesintilerle ilgilenir. Tecrit her açıdan insanlık suçudur. Her koşulda mücadele edilmesi gereken bir iktidar aygıtıdır. Birine uygulanan tecridin herkesi kapsaması kaçınılmazdır. Sürekliliği arz ettiğinden ona karşı olma da süreklilik içinde olmalıdır. Kısaca, tecride karşı olabilmek onu yenebilmek için büyük sebepler gereklidir, büyük kararlılık ve irade savaşı gereklidir.
- İmralı Adası’nı “çözümün adresi” olarak işaret ettiniz. Kürt halkı, Kürt siyasetinin yıllardır yaptığı bu tespit, bugün dünyaca tanınmış isimler tarafından da sıkça dile getiriliyor. Ancak gittikçe derinleştirilen bir tecrit söz konusu…
Bu durum çözüm gücü olma iradesini göstermekle ilgilidir. Ama bana sorarsanız en önemlisi inanmakla ilgilidir. Neye inanmak? Bu denklemde barış ve diyaloga inanç, özgür bir yaşama olan inanç! Bunun ötesi de berisi de demokrasi ve eşitlik mücadelesidir. Bugün bir insanın barış mücadelesi yüzünden cezalandırıldığını görüyoruz. Dünyada bunun çok az bir örneği vardır ya da yoktur. Bir barış çabası ve talebi 25 yıldır kesintisiz cezalandırılıyor. İkinci bir durum, Ortadoğu özelinde siyaseti okumakla ilgilidir. ‘24 saatim siyasettir’ diyor Sayın Öcalan. Analiz gücü var, öngörüleri yıllar sonra bir bir çıkıyor. Çözüm gücü sadece bu durumlarla sınırlı değil, öyle dersek haksızlık olur. Bu eylemlerinin, anlam verdiklerinin politik ahlaki düzeyi ile de ilgilidir. Yoğunlaşmamız neyse kendimiz de oyuz. Ahlaki olarak savaştan medet umuyorsan, savaşı kendi çıkarların için bir araç olarak görüyorsan, karakterin de ona göre düşünür ve var olur. Tersi barış durumu için de aynı şey geçerlidir. Öcalan barışa inanan, bunun üzerine düşünen ve programlaştırabilen ender siyasal şahsiyetlerdendir.
- Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün küresel bir talep haline geldiği bir döneme girildi. Halklar neden Abdullah Öcalan’a ihtiyaç duyuyor
Bugün siyasete inançsızlığın fazla olduğu, kamusal alanın çöktüğüne olan inancın da en yüksek olduğu bir dönem. Güçlü toplumsal hareketler nadiren çıkıyor ve fark yaratabiliyor ya da parlayıp sönüyor. Siyasal pragmatizm ile popülizm siyaseti esir almış durumda. Bundan ötürü sağcı fikirlerin, faşizan fantezilerin tedavülde olduğu ilginç ve zor bir aralıktan geçiyoruz. Böylesi bir atmosferde sıkışan ve üretemeyen bir dünya gerçeği ile karşı karşıyayız. Yazılan çizilen birçok konu ‘belirsizlik’ üzerinden tarif ediliyor. Öcalan’ın özellikle savunmalarında analiz ettiği dünya sistemi, Kürt sorunu etrafında önerdiği nedenler ve çözüm perspektifi, birçok açıdan yenidir, özgündür, ufuk açıcıdır. Belirsiz değil net fikirler, soyut değil somut çerçevelerde konuşuyor Öcalan. Bunalım değil çıkış hikayesi veriyor. Bağlantısızlık değil, süreklilik üzerinden bir bir akıyor. Fikirlerini hızlıca test edebilen bir toplumsal gücü var. Bu da hem siyasal hem sosyal açıdan ilginç bir durum ortaya çıkarıyor. Bundan ötürü de bugün dünyanın bir ucunda, bambaşka kültürler okuyup tartışma ve keşfetme ihtiyacı hissediyor.
- Ancak gelinen aşamada devlet aklı tecridi aşan bir şekilde İmralı Adası’nda haber alınamama halini devreye koydu ve 35 aydır Abdullah Öcalan ile diğer tutuklulardan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Ne amaçlanıyor?
Adalet Bakanlığı sessizlik zırhından çıkmıyor. Hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor. Sadece tecrit yok demekle kalıyor. O halde sormak lazım: Sizin yok dediğiniz şeye tüm dünyadan avukatlar, kurumlar neden başvuru yapıyor? Neden açmıyorsunuz kapıları? Devletin bu tercihi, yeni güvenlik konsepti ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu Kürdü her zamankinden daha fazla paranteze alan, her kazanımını her yerde boğan, yine yüz yıllık geçen sürede olduğu gibi onu imha ve inkâr retoriğine alan bir konsept. Fakat içine dış desteği, iç desteği de alan, bunun pazarlıkları ile siyaset yürüten, milliyetçilikten beslenen ve teknoloji-medyadan yoğunca faydalanan bir konsept var karşımızda. Başarı şansı var mı? Hayır…
- Küresel hale gelen özgürlük kampanyası sürüyor. Siz de hem bu kampanya kapsamında ‘Özgürlük Yürüyüşü’ başlattınız. Taleplerinizle kent kent, ilçe ilçe yürüyorsunuz, nasıl bir anlam taşıyor?
Sadece Türkiye’de değil, takip edebildiğimiz kadarıyla Avrupa’da büyük yürüyüşler ve hazırlıklar var. Özgürlük Yürüyüşü devam ediyor. Yürüyoruz çünkü bir derdimiz var. Aslında bu yürüyüşlerin anlamını en iyi yol üzerinde temas edilen hikayeler, özlemler, talepler anlatıyor. Halkımız çözüm istiyor, bunun da Öcalan’la mümkün olduğunu söylüyor. Bu farkı ve durumu anlamıyor devlet ya da yetkililer. Kürt sorunundaki çözüm ve tecridin sonlanması için cezaevlerindeki siyasi tutsakların sürdürdüğü açlık grevi eylemi üçüncü ayında. Son 12 yılda çok önemli açlık grevleri deneyimi oldu. Bu süreçler iyi görülmeli ve okunmalıdır. 2012 ve 2018 süreçleri derslerle doludur. Cezaevindeki siyasi tutsakların talepleri meşrudur. Bu talepleri, bizim de taleplerimizdir, her yerde ifade etmeye devam ediyoruz. Gerek kamusal gerekse icra kurullarına dönük temaslarımız var, bunları şeffaf şekilde paylaşıyoruz kamuoyu ile. Bu büyük bir eylemdir ve görülmelidir. Elbette bunun için ne gerekiyorsa ve elimizden ne geliyorsa yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.
Sizin de belirttiğiniz üzere ayrıca bir yürüyüş var iki koldan süren. Kars ve Van’dan başlamak üzere günlerdir yürüyen vekillerimiz, yöneticilerimiz, halkımız var. Tüm yollarda büyük coşku ile karşılanıyorlar. Bu yürüyüşün amacı tecridin her yerde olduğunu anlatmaktır. Bundan ötürü de her yerde ülkenin içinden geçtiği ve savaşa teslim edilen bir devlet aklının 7’den 70’e herkese nasıl zarar verdiğini anlatıyor arkadaşlarımız belde belde, ilçe ilçe, il il… Dünyada bugün yüzlerce merkezde tecride dönük eylemler var. Halklar, ülkeler, kültürler bu tecridi kabul etmiyor. Özgürlük yürüyüşümüz de göstermiştir ki bu tecrit başarıya ulaşamaz. Yüzlerce yerden topyekûn insanların dikkat çektiği bir tecrit, başarısızlığa mahkûm olmuş demektir. Bize düşen nihai olarak bunu sonlandırmaktır.
Şunun altını çizmek gerekiyor. Ne yaparsak ne kadar mücadele edersek edelim bunu yeterli göremeyiz. Bu açıdan aslında özeleştiri noktasındayız. Belki de on yıllar önce ifade edilen ‘yetersiz yoldaşlık’tayız. Bunun bilinci ile ifade etmek gerekirse, her eylem değerlidir, her eylem anlamlıdır. Ortaya konulan söz, irade o gün için bir sonuca ulaşmasa da ileride başka bir şeye dönüşür. Eylemler, ortaya konan siyasal-sosyal iradeler sadece ana dönük değildir. Böyle görmek yanlıştır. Her eylemin kendi özgünlüğünde, kelebek etkisi misali bir değeri vardır. Önemli olan sürekliliktir. Doğruları, gerçekleri ifade etmekten vazgeçmemektir. İnsanlık suçu olan tecrit gibi uygulamaları sürekli gündemde tutmaktır. Çünkü herkese, tüm topluma kaybettiren bir durum var ortada. Bizim de parti olarak önceliğimiz toplumu savunmaktır. Topluma savunmak gerekir diyoruz.
- Muhalefet hem tecrit hem Kürt sorununa yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muhalefetin tutumu tecrit konusunda eksik ve yanılgılıdır. Tecrit meselesinin Kürt sorunu ile doğrudan bağlantısını görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Tecridi sadece Kürtlerin ya da Kürt sorunu ve çözümü ile ilgili politika üretmeyi ve çabayı gündemde tutan partimizin meselesiymiş gibi ele alma var. Kürt sorununun bugünkü güncel adının tecrit olduğunu kabul etmeleri lazım. Bunun için de muhalefet gerçekçi ve cesaretli olmalıdır. Olay ve olguların bir içeriği vardır, bunlarla istediğimiz gibi oynayamayız, eğip bükemeyiz. Bu durum da öyledir. Tecrit ve etkileri, ülkeyi getirdiği yer tüm çıplaklığıyla ortadadır. Buna dair söz kurulmayacak da neye dair kurulacak?
- Dîlok’ta partinizin kongresinde devlet aklını ve iktidarı çözüme davet ettiniz. Savaşın derinleştirildiği bugünkü atmosferde bu mümkün mü?
Sayın Öcalan’ın özgür olması, bu topraklara onurlu bir barışın gelmesi ile paralel bir durumdur. Ben de partimiz de halkımız da bunu imkânsız görmediğimiz için, barışın savaştan daha kolay olduğunu bildiğimiz için yıllardır barış için mücadele ettik ve bedel ödedik. Elbette barış için masaya oturmak imkânsız değil, yakın tarihte bu denenmiş bir yol. Bunun için ne tür çalışmalar için de olduğumuza gelirsek, zaten partimizin varlık sebeplerinden biri de Kürt sorununda demokratik çözüm ve barıştır. Dünyada bu ve benzeri sorunlara dair sayısız örnek var. Yeterince uygulanabilecek çözüm külliyatları ve yolları var. Mandela’nın durumu en yakın örnektir.
Haber: Mehmet Aslan – Ma