Hicri İzgören
Adalet, hak-hukuk ve özgürlükler konusunda basın özgürlüğü önemli bir yer tutar. Bir ülkenin basın alanındaki durumu, kabaca o ülkenin siyasal, ekonomik ve kültürel özgürlükler alanındaki genel durumunun bir fotoğrafını verebilir bize.
Türkiye’de basının toplumsal gerçekliği yansıttığı söylenemez ama gerçekliği çarpıttığı gün gibi aşikardır. Oysa basın sistemin önemli ve güçlü bir kurumudur ve görevi toplumu doğru bilgilendirmektir.
Düzenin ruhu kendi çıkarına dayalı olduğu için, basını da bundan ayırmak mümkün değildir. Bu yüzden basını zapturapt altına almak otoriter iktidarların en öncelikli uygulamaları olmuştur.
***
Bu ülkede muhalif gazetecilere, siyasetçilere, aydınlara yönelik saldırılar, tehditler, gözaltılar ve tutuklamalar, kimsenin yabancısı olduğu bir konu değil artık. Gerçeği yazmaya çalışan basın ve gazeteciler üzerindeki baskılar hiç eksik olmadı. Bu tür uygulamalar günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Bir ‘Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ daha buruklukla geçti…Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde açıkladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 180 ülke içerisinde 149’uncu sırada yer aldı. 2021 yılında 153’üncü olan Türkiye, dört sıra öne çıktı. Endekse göre; 180 ülkenin 8’inde özgürlük durumu “iyi”, 40’ında “tatmin edici”, 62’sinde “sorunlu”, Türkiye’nin de aralarında olduğu 42 ülkede “kötü” ve 28 ülkenin ise “çok kötü”.
Endekste, Türkiye ile ilgili olarak şu ifadeler yer aldı:
“Recep Tayyip Erdoğan’ın aşırı yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı’na ve otoriterliğine, basın özgürlüğünün hiçe sayılması ve yargı sistemine müdahaleler eşlik etti. Yargı, Erdoğan’ın talebi üzerine tutuklamalar yapsa da bazı hakimler ‘aşırıya kaçan baskıya’ ses çıkarmaya başladı.
Bazı gazeteciler, ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’, ‘örgüt üyeliği’ veya ‘örgüt propagandası’ gerekçelerine dayandırılan keyfi kovuşturmalarda beraat etti. Gazetecilere yönelik tutuklamanın yerini adli kontrol aldı.
Basının durumunu irdeleyenler, Türkiye’de medyanın yüzde 90’ının hükümete yakın iş insanlarının kontrolünde olduğunu ifade ediyor. Sadece son beş yılda Türkiye’de 3 bin 436 gazetecinin işinden olduğu düşünüldüğünde bile olayın vahametini anlamak mümkün.
Erdoğan’ın 2016 yılında cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden bu yana Türkiye’de 63 gazetecinin Cumhurbaşkanına Hakaret suçlamasıyla yargılandığı, gazetecilerin sıklıkla “terörle mücadele” yasasıyla yargılandığı, ekonomi alanında faaliyet gösteren basın mensuplarının da bankacılık ve para piyasalarıyla ilgili yasalar nedeniyle kovuşturmaya uğradığı biliniyor. Bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi her seferinde tazminata mahkum ediyor.”
***
İfade özgürlükleriyle ilgili hassasiyet konusunda bugün dünyada -şiddet övgüsü, ırkçılık ve nefret söylemi dışında görüşü ne olursa olsun yasaklama ve engelleme çağdışı sayılıyor. Egemenlerin düşünceyi suç sayan hukuk anlayışı, “yalnız ve yalnızca benim gibi düşüneceksin”in en açık ifadesidir. Oysa insanın nesnel gerçeklikten, var olan hayattan kopuk duyuş ve düşünüşünün olamayacağı bir gerçektir. Basının işlevi de bu gerçekleri topluma duyurmaktır.
Bilindiği gibi basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen ve birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Bu özgürlük yalnızca gazetecilere özgü, onların hak ve hukuklarını koruyan bir kavram olarak algılanmamalı. Bu hak gazetecilerin, yazarların, düşünenlerin, aydınların haklarını teminat altına almakla kalmayıp, halkın olan bitenlerden haber alma hakkının teminatı olarak kabul edilmelidir.
Gerçekleri yazmaya çalışan gazeteciler ve yazarlar hakkında davalar açılıp yargılanırken sesi çıkmayan kimi gazeteciler, işin ucu kendilerine dokunmaya başladığında basın özgürlüğü savunucusu kesiliyorlar. Oysa özgürlük bir bütündür ve bir bütün olarak, herkes için savunulması gerekir.