Özgür Müftüoğlu
Çıkmaza giren ekonominin toplumsal yansımaları açlık, yoksulluk, işsizlik olarak hissedildikçe sorunlara çözüm üretmesi gereken mevkileri işgal edenler de giderek itibarsızlaşıyor. Kendilerini bu mevkiye getiren sarayın eninde sonunda faturayı kendilerine keseceğini de bilen bu zevat; ya ucuz et kuyruklarını ortadan kaldırmak için ete zam yaptıklarını açıklayan EBK Genel Müdürü ya da “Her şey stabil olsa, emtia fiyatları bu kadar yükselmemiş olsa enflasyon da bu kadar olmayacak” diyen Ticaret Bakanı gibi, milletin aklıyla alay eden açıklamalar yapıyor. Bu zevatın yanında bir de 20 yıllık iktidarın ülkeyi enkaz haline getiren başarısızlıklarını itiraf ederek, kendilerini bir nebze olsun kurtarma çabasında olanlar var.
Ekonominin durumu konusunda itirafların en esaslısı “Zaten Türk Lirası şu an en zayıf durumunda. Gideceği yer yok bir kere. Vatandaş rahat olsun” cümleleriyle, Türk parasının olabileceği en kötü yerde olduğunu söyleyen Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’den geliyor. Bu açıklamanın gölgesinde kaldığından olsa gerek, gündemde fazlaca yer almayan önemli bir itirafı da AKP’nin yıllardır uyguladığı istihdam politikalarının işe yaramadığını söyleyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin oluyor. 2008’den bu yana işsizliği önlemek için “yeni”, “güçlü”, “kalkan” gibi sıfatlar eklenerek pek çok kez ısıtılıp getirilen “istihdam paketleri”nin bir işe yaramadığı itirafının Bakan Nebati’nin “ekonominin çöküşü” anlamına gelen durum arzından pek de geri kalır yanı yok oysa.
Bakan Bilgin, Dünya Gazetesi’nde “Sanayiciye, elemanı da maaşı da devletin vereceği destek geliyor” başlığıyla yayımlanan röportajında “Üretim Sürecine Katılım Projesi” adı altında “yeni bir istihdam modeli”ni gündeme getirdiklerini duyuruyor ve bugüne kadar uygulanan istihdam programlarını değerlendiriyor (Dünya Gazetesi 21 Mart 2022). Bu değerlendirmesinde Bilgin, yıllardır İŞKUR tarafından işsizlikle mücadele amacıyla yürütülen aktif istihdam politikalarını “işlevsiz olduğu, işverenler tarafından istismar edildiği ve işçilerden kesilen İşsizlik Sigortası Fonu’ndan finanse edildiği için” eleştiriyor.
Bakan’ın eleştirdiği “işsizliği önlemeye yönelik programlar”, işverenlerin “daha çok işçi istihdam etmesini sağlamak üzere istihdam üzerindeki yükleri kaldırılmak” amacıyla emek maliyetini (ücret, sigorta primi, vergi vs.) işverenlerin sorumluluğundan alarak devlet vasıtasıyla topluma yüklenmesini içeriyor. Bu yöntemle, “üretim ya da hizmet verilerek yaratılan değer” için işverenlerin cebinden para çıkmazken emek maliyeti, genel bütçeden ya da İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanarak toplumsallaştırılıyor. Kapitalist birikiminin kaynağı olan artı-değerin tamamına sermaye tarafından el konulan bu soygun düzeni, “işsizlikle mücadele” adı altında meşrulaştırılıyor.
Öte yandan belirli bir süreliğine geçerli olan işsizliği önleme programlarında bu süre dolduğunda işverenler işçi çıkartıp, yeniden bu programa başvurarak işçi alıyor ve bu düzenek böyle sürüp gidiyor. Dolayısıyla işsizlik önlenmiş olmuyor, sadece bir süreliğine erteleniyor. Tamamen işverenlerin çıkarlarına hizmet eden istihdam programları aynı zamanda emek piyasasında esnek, güvencesiz ve örgütsüz bir çalışma rejiminin de egemen olmasını sağlıyor.
Bakan Bilgin’in esnek, güvencesiz bir çalışma rejimini dayatan, soygun/sömürü düzenini -adını telaffuz etmeden de olsa- eleştirmesi “yerindedir” elbette. Ama mevcudun yerine getirdiği programın bundan bir farkı yok. Gaziantep’ten başlanıp, başarılı olursa yaygınlaşacağı söylenen “Üretim Sürecine Katılım Yeni Bir İstihdam Modeli”nin halen uygulanmakta olan işbaşında eğitim programından tek farkı, devletin 3 ay emek maliyetinin tamamını karşılamasının ardından “zorunlu istihdam süresi”nin 3 aydan 9 aya çıkarılmış olması. Böylece, işveren işçiyi 6 ay çalıştırıp işten çıkarmak yerine 12 ayın sonunda çıkaracak. Bunun dışında işsizlikle mücadele adı altında kurulu soygun/sömürü düzeneği aynı biçimde işlemeye devam edecek.
Görünen odur ki, AKP’nin 20 yıllık iktidarı süresince uyguladığı politikalarla enkaza dönen ekonomiye ve bunun yarattığı toplumsal sorunlara çözüm olmak bir tarafa, bu sorunları geçiştirecek mecali bile bulunmamaktadır. Hükümet, tüm yetkileri kendisinde toplayan “tek adam”ın buyruğuyla birilerinin mevki sahibi yapıldığı, ardından da azledildiği adeta bir bakan/bürokrat öğütme makinesine dönüşmüştür. Koltuklarından “tek adam” tarafından azledilmeyi bekleyenlerin ise çaresizlik içinde enkazı itiraf etmek ya da mantık dışı açıklamalar yapmanın ötesinde söyleyecek sözü kalmamıştır.
Hükümet edenlerin iktidarsızlığı dillerine böyle yansırken muhalefet edenler ne yapıyor peki? Meselenin en vahim kısmı burası işte: Muhalefet edenlerin de -enkaza döndüğü artık herkesçe malûm- ekonomik ve toplumsal sorunları eleştirmenin ötesine geçerek çözüme yönelecek alternatif politikaları yok. Hadi bu iddiamızı bir örnekle somutlayalım: Millet İttifakı ya da diğer muhalefet partilerinin iktidara geldiklerinde yüzde 20’leri aşmış olan işsizliği önlemeye yönelik politikaları var mıdır? Varsa, kendilerine saklamasın, paylaşsınlar da öğrenelim. Bu toplumun enkazdan çıkış için somut çözüm önerileri duymaya ihtiyacı var zira.