Patates tüccarı Pakdemirli’nin ardından yerine atanan Prof. Dr. Vahit Kirişçi, GDO’yu savunan özelliğe sahip. 39 GDO’lu ürüne izin veren iktidarın son adımla GDO’lu tarıma hazırlanıldığına işaret ederken, GDO ise insan sağlığını ve üretimi tehdit eden bir özellik taşıyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
AKP iktidarının uzun süredir Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) olarak nitelenen tohumlarla tarımsal üretime geçilmesini sağlamak istediğini gösteren birçok emare var. Başta GDO’lu 23 mısır ve 13 soya çeşidi ile üç enzime izin veren iktidar, bu adımlarla halk sağlığını hiçe saymaktaydı. Tüm itirazlara rağmen endüstriyel boyutta hayvanları köleleştirerek yapılan hayvan üreetiminde GDO’lu yemlerin kullanılmasının önünü açan iktidarın gerçekleştirdiği bakan değişimiyle direkt olarak GDO’lu tarıma geçileceğinin işaretleri verildi. Yeni bakanın ve bazı ilahiyatçı akademisyenlerin GDO savunuculuğu yapmaları ise uzun süredir GDO’ya hazırlanıldığını gösteriyor.
GDO savunucusu ilahiyatçılar
Bekir Pakdemirli’nin yerine Tarım ve Orman Bakanlığı’na atanan Vahit Kirişçi, 2004’te bir konferansta GDO’yu savunarak, “AB’de biyoteknoloji yöntemiyle üretilen genetiği değiştirilmiş ürünlerin zararlı olup olmadığını araştıran 81 çalışma sonucunda olumsuz hiçbir kanıt bulunamadı” sözleri dikkat çekerken bazı iddialarda da bulunmuştu. Kirişçi, “Var olan tarım alanları artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek, üretim artışının yolu teknolojiden geçiyor” diye konuşmuştu. AKP’li olarak bilinen birçok üniversite hocası arasında bir de Maraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olan Dr. Alpaslan Alkış var. Alkış, ‘GDO’nun İslam Hukuku Açısından Değerlendirilmesi’ başlıklı bir araştırma yayımlamıştı. GDO’ların dini açıdan haram ve günah teşkil etmeyeceğini ileri sürerek adeta ‘fetva’ veren Alkış, “GDO’lar için caizdir derken, GDO’ların insanlık için açık yararları bulunmaktadır diye belirtmişti.
GDO’lu yem
Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker’in bugün sayısı 39’a çıkan GDO’lu hayvan yemleri hakkında “Zarar verirse hayvana verir” sözleri hepimizde acı bir tebessüme yol açmıştı. Türkiye’de GDO’ların gıdada kullanılması yasak, ancak Bakanlığın yaptığı denetimlerde 112 gıda ürününde GDO tespiti yapılmıştı. Yani hayvan yemi diye ithal edilen GDO, soframıza kadar geliyor. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner, “Türkiye’nin dört bir köşesinden toplayarak test ettiğimiz 51 yem örneğinin 50 tanesinde GDO içeriği tespit ettik. Kaçınılmaz olarak, çok ufak aile işletmeleri hariç hemen hemen tüm hayvancılık işletmeleri GDO’lardan üretilen yemlerle beslenmektedir” açıklamalarında bulunmuştu.
İcraat örnekleri çok
2015 yılında Ukrayna’dan Bandırma Limanı’na gelen 2 gemide 6600 ton GDO’lu mısır yakalanmıştı ve ithal eden iki firmadan biri Bursalıydı. Yine Mersin’de ABD’den ithal edilen 23 bin ton pirincin GDO’lu olduğu ortaya çıkmıştı. Başlatılan soruşturma kapsamında ithal edilen pirinç numunelerine İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) testler yapılmış ve test sonuçlarında, “pirinçlerin GDO’lu” olduğu açıklanmıştı. İthalatçı firmalar Tiryaki Agro, TAT Bakliyat ve Göze Tarım’dan 7 kişi tutuklanmış ve daha sonra serbest bırakılmışlardı. İTÜ’nün tespit ettiği GDO’lu pirinç ırklarından birisi güve öldüren bir protein içeren tür, diğeri ise ABD’de 750 milyon dolarlık tazminata konu olan ve onaylanmamış bir gen taşıyan pirinç olduğu öğrenilmişti. Bandırma’da Ukrayna’dan gelen GDO’lu mısırın akibeti ise öğrenilemezken, muhtemelen Cargill veya türevlerinin eline ulaşmış olabileceği iddiaları yapılmıştı.
Denetleme kurulu kaldırıldı
Açığa çıkan GDO’lu birkaç ürünün dışında birçok ürünün soframıza kadar taşınmış olabileceğini düşünüyoruz. Hükümete yakın olduğu iddia edilen bir şirket, Kanada’dan 39 bin ton mercimek ithal ederken, firma personellerinden biri mercimeğin GDO’lu olduğu ihbarında bulunmuş ve alınan numunelerde bunun gerçek olduğu ortaya çıkmıştı. 2022 yılına girdiğimiz ilk günlerde ise Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesindeki denetleme kurulunun kaldırılmış olması yukarıda örneklerini verdiğimiz olaylarla ilgili sıkıntılara bir son verme adımı olarak niteleniyor. Bundan böyle GDO’lu veya tarım ilaçlarıyla zehirli hale gelen ürünlerin denetimsiz olarak Türkiye’ye girmesi için büyük bir kolaylık sağlandı.
Böcek genleri tohumlarda
GDO’lu tohum üreten Pioneer Hi-Breed’in Başkanı Paul E. Schickler yıllar önce Türkiye’ye geldiğinde, GDO üzerine Türk hükümeti ile de görüştüğünü belirtmişti. Schickler, Pioneer’in bir araştırmasından söz ederek, “Bu araştırmayla ilgili ilk kez açıklama yapıyorum. ABD’de yürüttüğümüz bir araştırma bu. Böcekler, çiftçilerin en büyük sıkıntısı ve her bölgenin şartları, her ülkedeki böcek yapısı farklı. Bu nedenle ABD’deki araştırma birimimizde üretim yaptığımız tüm bölgelerdeki böcekleri yetiştiriyoruz. Bu böcekleri alıp onları tohumlara aşılıyoruz, böylece tohumun o böceğe nasıl tepki verdiğini ölçüyoruz. Böceğe dayanıklı bir tohum geliştirebilmeniz için o böceğin orada olması gerekir” ifadeleri ile GDO’ya hayvan genlerinin aktarıldığını rahatça belirtiyordu.
GDO şirketleri yalan üretiyor
GDO şirketlerinin iddialarına göre, GDO ile açlık ve yoksullukla mücadele edildiği, daha az pestisit kullanıldığı, daha ekonomik ürünler elde edildiği, daha çevreci üretim olduğu, hastalık ve zararlılara dirençli ürünler olduğu için ürün kaybının olmayacağı veya çok az olacağı için yüksek verimlilik elde edileceği gibi iddialar var. Ancak bu iddiaların doğruluk payı hiç yok. Son yapılan çalışmalar transgenik ürünlerin üretiminde ilaç kullanımının arttığını göstermektedir. Arjantin’de soya ekim alanında yüzde 17’lik artışa rağmen tarım ilacı kullanımı iki kat artmış ve aynı dönemde verim de azalmıştır. Amerikan üniversitelerinin kurdukları 8.000 tarla denemesinden çıkan sonuç “transgenik soyada transgenik olmayan soyaya göre 3-5 kat fazla glisofat kullanıldığı raporlandırılmıştır.
GDO ve yeni virüsler
Biyolojik çeşitlilik ve çevresel riskler; bitki sosyolojisinin bozulması, doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybı, ekosistemdeki tür dağılımı ve dengenin bozulması, genetik kaynakları oluşturan yabani türlerde doğal gelişimlerinden sapma, yabancı ve istilacı türlerin doğada baskın hale gelmesi, tek yönlü bir flora ve faunanın oluşması olarak özetlenmektedir. İnsan ve hayvan sağlığı üzerinde riskler ise antibiyotik direnç genlerinin insan veya hayvanlara geçmesi ile dayanıklılık oluşması, transfer edilen genlerin insan vücudunda bakterilerle birleşme ihtimali, virüs kaynaklı genlerin ve dayanıklılık geninin diğer virüslere transfer olması ihtimali, insan ve hayvanlarda hastalıklarla mücadelenin zorlaşması, alerjik, kanserojen ve toksik etkilerin oluşması, yeni virüs ve bakterilerin gelişmesi, çapraz kirlenme olarak belirlenmektedir.
Tohum tekelleri
25-30 yıl önce dünyada 7.000 civarında tohum üreticisi vardı ve her birinin piyasadaki payı yüzde 1’den azdı. Bugün çok uluslu on büyük biyokimya şirketleri (Monsanto-Bayer, Du Pont/Pioneer, Sygenta, BASF and Dow Agrosciences) tohumluk piyasasının yüzde 50’den fazlasını kontrol ederlerken hibrit ve GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum üretimleri yapıyorlar. Küresel ölçekte GDO’lu tohum sektöründe ise Monsanto, Du Pont/Pioneer, Sygenta ve Dow/Mycogen olmak üzere başlıca dört küresel şirket yer alıyor. Yeşil devrim olarak nitelendirilen hibrit yani kısır tohumlarla şirketlerin bu sektördeki etkisi artırılmış, GDO’lu tohumlarla ise tarımın kontrolü tamamen birkaç şirketin eline bırakılma sürecine geçilmiştir.
İktidarın tarım anlayışı
Tarımsal biyoteknolojinin en önemli riski bizim gibi dışa bağımlı ülkelerde yerel tarım sistemlerinin zayıflaması ve dışa bağımlılığın daha da artmasıdır. GDO’lu tohum satan şirketler pazarlamalarında tohumla birlikte ilaç, gübreleme ve sulama tekniklerini de paket halinde sunmaktadırlar. Aynı zamanda patent sistemiyle tohum firmalarının ticari hedeflerinin güvence altına alınmasının, yerel gen kaynaklarının çok uluslu firmaların eline geçmesi ve dışa bağımlılığın artması gibi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Özellikle son yıllarda temel gıda bağlamında olan her türden ürünün ithalata bağlanarak üretimlerde düşüşler yaşanırken, bu düşüşü çözmek adına GDO’yu dayatma hazırlıklarının yapıldığı ve bu yolla yine küresel ölçekteki şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına hizmet edilmektedir. Türkiye’de bütün illerde biyoçeşitlilik tespitleri yapılarak bu bitkilerin küresel gen şirketlerinin hizmetine sunuluyor olması, Türkiye’de AKP iktidarı için tarım politikalarının hangi amacı taşıdığını açıkça ortaya koyan olgulardır.