Hemen heyecanlanmayın, tabii ki haber Türkiye’den değil, komşu Yunanistan’dan. Önceki gün Yunanistan’da yaşanan feci tren kazasında 36 kişinin hayatını kaybetmesi ve onlarca kişinin yaralanması, olması gerektiği gibi istifa getirdi. Yunanistan Ulaştırma Bakanı “ölen insanların anısına saygının gereği istifanın görev olduğunu” belirterek ve sorumluluk üstlenerek görevini bıraktı.
Neyse ki Türkiye’nin yerli ve milli ‘demokrasisinde’ istifaya yer yok. Öyle olsaydı maazallah Türkiye’de yönetici kalmazdı. Çünkü neredeyse 6 ayda bir Yunanistan’daki tren kazasıyla kıyaslanmayacak kadar büyük felaketler yaşıyor bu ülke insanı. İktidara göre hepsi kader kısmet, hepsi alınyazısı, hepsi takdiri ilahi. Soma’da 301 madenci de, Pamukova tren faciasında yaşamını yitiren 45 can da, bugün depremde yitirdiğimiz 50 bine yakın insan da hep bu kader planı sonucu yaşamını yitirdi! Katliam gibi trafik facialarını, rutinleşen iş cinayetlerini, maden facialarını, sel felaketlerinde yitip gidenleri, orman yangınlarında yaşananları saymıyorum bile. Bu ülkede yöneticilerin sınırsız yetkileri vardır ama hiçbir sorumluluğu yoktur. İstifa istemek ihanettir, devlet düşmanlığıdır, dış mihrakların oyunudur, dinden sapmaktır, devlete ‘eş’ koşmaktır. Evladını, anne babasını, sevdiklerini, ailesini yitirmiş olan yüreği acılı ailelerin de onların duygularına tercüman olan milyonların da istifa istemesi iktidara göre komplodur, siyaset yapmaktır. Bu yüzden taraftar grupları hedeftedir, Kızılay binaları önünde sivil ve resmi polis nöbetleri başlatılmıştır; iktidar yapıyorsa camide bile siyaset haktır, ona karşı yapılıyorsa tribünde de olsa siyaset yasaktır! Öyle ya bu yaşanan felaketlerin hepsi siyaset üstüdür, sorgulanamaz, yargılanamaz ilahi olaylardır. ‘Fesatlığımızı’ bağışlayın ama din iman pazarlayanlara göre yapılan her iyi ve güzel şeyi iktidar sahipleri yapmıştır, bütün felaketler de tövbe haşa Allah’tan gelmiştir! O yüzden istifa yok ama istifa isteyene gözaltı var, tehdit var, türlü çeşitli hakaretler var, parmak sallamak var, tutulan defterler var. Haksızlık etmeyelim, bunlar işe yaramazsa en fazla ‘eh oldu, bizim de küçük hatalarımız’ deyip ‘helallik’ istemek var, Allah’a sığınmak var. 50 bin insanın yitip gitmesine karşı sorumluluğun en üst limiti helallik istemektir. İktidar sahipleri helallik istedi diye ‘ayak takımı’ yüz bulursa itirazını yükseltirse, doğrudan depremzedeleri hedef alan ‘sessizlik olacak, hepsini dağıtın’ efelenmeleri devreye girer. Çünkü bu ülkede yaşanan ihmaller, felaketler, facialar, yıkımlar vatandaşla bu felaketlere sebep olanlar arasında değil, yöneticiler ile Allah arasındadır! Milletin görevi oy vermektir, vergi vermektir, hizmet etmektir, biat etmektir, hesap sorma işi önce Allah’ındır, sonra yönetenlerindir, sonra da kutsal devletindir! Vatandaş siyaset malzemesiyse vatandaştır; hak talep ediyorsa düşmandır, ayak takımıdır. Kim oluyor da devletten ve onu yönetenlerden hesap sormayı aklından geçiriyor! Din bunu gerektirir, imanlı olmak böyle bir şeydir! Siyasal İslam, yerli ve milli siyaset tamı tamına buna inanmamızı ve iman etmemizi istiyor.
Türkiye yakın tarihindeki her kritik gelişmesinin sembolü çadırdır. Yöneticilere göre Türkiye çadır devleti değildir, obadan yönetilmiyor ama töre önemlidir. Milli şefin söylediği her şey kanundur. Gerekirse Ahlat’ta töreyi ve tarihi hatırlatmak için Cumhurbaşkanlığı Obası kurulur ama ‘asrın felaketi’ için kurulacak çadır yoktur. Olan çadırlar da satılıktır, daha yüksek fiyata satılmak için stoklanmıştır. İnsanların soğukta açıkta olmasının bir önemi yoktur önemli olan ‘kutsal amaca hizmet için çalışan Kızılay’ın’ daha büyük kârlar elde etmesidir. En kritik dönemde bu çadırın ticaretini yapmak ‘yerli-milli siyasetin’ gereğidir, aklı-evveller bunu anlamaz! Çadır siyaseti ya da rezaleti sadece iktidara mahsus değildir onun karşısındaki yerli ve milli muhalefet de çadır siyasetinde pek mahirdir. Çözüm sürecinde ‘çadır mahkemeleri’ diyerek ortalığı velveleye vermişlerdir. Çadır ucuzdur, basittir, pratiktir ve hatta ilkeldir; yoksulluğun sembolüdür. Ama en zor zamanda hayat kurtarır, en kritik anda barış getirir fakat saraylılar için küçümsemenin, tepemeden bakmanın, hakir görmenin argümanıdır. Çadır devleti değiliz denilerek devletin yüceliği, kudreti, eşsizliği vurgulanır; çadır tiyatrosu denilerek yapılan sanat küçümsenir, çadır mahkemeleri kuruldu denilerek barışa karşıtlık yapılır. Ama işte bu zihniyet felaket anlarında bir çadır üretecek ve ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak yetenekten yoksundur. Elindekinin de ancak ticaretiyle ve kârıyla ilgilenebilecek bir kafaya sahiptir.
Acının, insan hayatının kıyası yapılamaz ama Yunanistan’da 36 kişinin hayatını kaybetmesi istifa getirirken Türkiye’de hayatını kaybeden 50 bin insanın bırakın istifa getirmesini pişkinlikle ‘kader kısmet’ diye savunulması acıların en büyüğüdür. Kaybettiğimiz on binlerce insanın yanı sıra yaşadığımız bütün değer yitimleri, sahipsizlik, bu ülke insanının üzerine çöken ‘milli ve yerli’ siyaset anlayışı için de hepimizin başı sağ olsun.