Herkesin gözü AKP’nin iç çatışmasına çevrildi. Davutoğlu ve Babacan isimleri etrafında gelişen siyasi parti çalışmalarının AKP’nin meclis grubuna yansıyıp yansımayacağı merak konusu. Tevatür muhtelif. AKP’den 70 vekilin kopacağını da ileri süren var, bir çöpün dahi dökülmeyeceğini iddia eden de. Bütün yetkilerin Cumhurbaşkanında toplandığı mevcut sistemde meclis aritmetiğinde meydana gelecek bir değişikliğin etkisinin ne kadar olacağı tartışmalı. Ama tartışmasız olan bir tek şey var: Mevcut iktidarın temsiliyet dışı ortakları (MHP -Ağar-Ergenekon artıkları) meclis aritmetiğine ne olursa olsun iktidarı ellerinde tutmaya yemin etmiş görünüyorlar.
31 Mart seçimlerinin ardından Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı”nı telaffuz etmesinin ardından yaşanan Çubuk saldırısında parmağı olduğu hissedilenlerden Bahçeli, Davutoğlu ve Babacan’ın hareketlenmeleri üzerine, AKP’den de önce sahneye fırlayarak galiz küfürlerini sıraladı.
Bahçeli “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne yönelik eleştirilerin AKP’nin içine kadar uzanması üzerine yaptığı açıklamada, “Yeni sistemle beraber barajın yüzde 50 artı 1’e çıkması muhkem ve muteber bir sayısal çoğunluktan daha çok müstesna bir uzlaşmayı, muazzam bir kucaklaşmayı sağlamıştır. Türkiye aradığı parlak yönetim sistemini … sonunda bulmuş ve benimsemiştir. Değişen rejim değildir. Aksini iddia ve ilan edenler müfteridir, münafıktır, müptezeldir” dedi.
Bahçeli’nin bu sözlerine göre, Cumhur İttifakı bir “sayısal çoğunluğu” güvence altına aldığı için değil, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin arkasına siyasal gericilik cephesindeki bir uzlaşmayı, birleşmeyi koyduğu için “dokunulmaz”dır. Bahçeli, Cumhur İttifakının bir şekilde azınlığa düşmesi halinde dahi iktidarı bu siyasi gericilik cephesinin uhtesinde tutmak için her türlü aracın kullanılmasını mübah görmektedir.
Bahçeli’nin bu yaklaşımını bir “meczup faşist”in saçmalamaları olarak ele almak doğru değildir. Tam tersine Bahçeli’nin fikriyatı, mevcut devletin gerçekçi bir kavranışının üzerine oturmaktadır. Bu devletin örgütleyici merkezi kontrgerilladır ve kontrgerillanın merkezinin parçalandığı durumda devlet sürekliliğin kaybeder. “Cumhur İttifakı” kontrgerillanın birliğini ve dolayısıyla devletin sürekliliğini sağlayabilecek tek güç merkezi durumundadır. “Cumhur İttifakı’nı iktidardan uzaklaştırmak”, kontrgerillanın reorganizasyonu sürecini belirsizliğe bırakmak, 15 Temmuz sürecindeki parçalanma ve karşı karşıya gelme olgularının yeniden ortaya çıkmasına müsaade etmek anlamına gelecektir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nı iktidardan uzaklaştırmaya çalışan bütün güçler “devlet düşmanı”dır ve “ihanet” içindedir. Kontrgerillanın yeni merkezine bir ucundan tutunan bütün odakların Bahçeli’den farklı bir yaklaşım içinde olduğunu düşünmemiz için de bir neden yoktur. Ağar ve şurekası da Perinçek’i vitrinlerinde oynatan Ergenekon artıkları da, siyasi güçlerinin seçmen desteğinden değil, “kontrgerillanın birliğini” sağlamaktaki işlevsel kapasitelerinden kaynaklandığını bilmektedirler. Seçmenin çoğunluk desteğini veya meclis çoğunluğunu kaybetmek, bu güçlerin hiçbiri için iktidar oyununun belirleyici bir parçasını oluşturmamaktadır.
Seçmenin çoğunluk desteği, yalnızca Erdoğan’ın iktidar oyunu için (emperyalist merkeze, oligarşiye ve diğer iktidar ortaklarına karşı) kritik değer taşımaktadır. Cumhur İttifakı’nın ve ittifak içerisinde de AKP’nin seçmen desteğinde görülen şiddetli erozyon, ittifakın görünen ve görünmeyen diğer bileşenlerinin kontrgerillanın merkezindeki güçlerinde, inisiyatiflerinde herhangi bir azalmaya sebep olmamakta ama Erdoğan’ın bunlar karşısındaki konumunu zayıflatmaktadır.
Yani mevcut gidişat, Cumhur İttifakı’nın bütün bileşenlerini aynı biçimde etkilememektedir; MHP güçlenmekte, sütre gerisindeki güç merkezleri konumlarını korumakta, buna karşılık Erdoğan’ın “liderliği” zedelenmektedir. Erdoğan’ın tek umudu, Cumhur İttifakı’nın bu iç geriliminin önümüzdeki “4 yıllık seçimsiz süreç”te zayıflamasındadır. Bu nedenle 24 Haziran ve 31 Mart seçimleriyle temsili iktidarın dağılımı sürecinin tamamlandığını, kendisini “yürütmenin başı” haline getiren sistemi işleteceğini, Cumhurbaşkanlığı seçimini yenileme kararı alabilecek bir parlamento çoğunluğu oluşmadığı sürece de devletin başında duracağını ileri sürecektir.
Erdoğan ile Bahçeli vd. arasında kurulacak bu ortak platform, iktidar koalisyonunu “her koşulda”, (yani dışarıda Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya rezaletlerinin büyüdüğü, İran ambargosunun şiddetlendiği, içeride ekonomik krizin en alttakileri bunalttıkça bunalttığı koşullarda) ayakta tutabilir mi? Kontrgerillanın üzerinde yükseldiği NATO ilişkilerindeki pürüzlerin giderilmesinden, egemen sınıf çıkarlarını temsil yeteneğinin korunmasına, AKP açısından oldukça zorlaşan şartlar sağlanırsa belki. Ama koalisyonun bu şekilde sürmesi halinde, Erdoğan’ı “oyun kuruculuğundan” “kuklalığa” doğru zorlayacağı da aşikar. Bu sürecin ikinci kaçınılmaz sonucu ise temsil alanına saldırıdır. İktidarın gerçek merkezinde, kontrgerillanın merkezinde kurulan bu koalisyonun temsil alanından, meclisten, belediyelerden hareketle bozulması beklenir bir şey değildir. Tam tersine bu iktidar temsil alanındaki çoğunluğunu yitirdiği için bir bütün olarak temsil alanını, meclisi, belediyeleri tasfiye etmeye heveslenecektir.
Bu iki sürecin birlikte cereyan etmesi ise iktidarın çeteleşmesini, cuntalaşmasını getirecektir. Önümüzdeki dönemde devlet iktidarı açısından yaşanacak “fetret devri”ni karakterize edecek şey bu çetelerin ve cuntaların birbirleriyle kurdukları-bozdukları ittifaklar ve çatışmalar olacaktır, mecliste kurulacak/bozulacak çoğunluklar değil. Düzen içi muhalefet açısından “optimal ittifak” olan CHP-İYİP-SaadetAbdullah Gül ittifakıyla (olmaz ya, içine HDP’yi alsa dahi) kontrgerillanın merkezine hakim olacak bir iktidar bloku oluşturulamayacaktır. Düzen içi muhalefetin bu yolu tercih etmesi halinde varacağı tek yer Erdoğan’la ve onun “düzeni/suçları/temel politikaları” ile uzlaşmadır.
Bu karanlık sürecinin önüne ancak, devletteki kontrgerilla egemenliğini sorgulayan ve devlete demokratik bir kurucu temel sunan bir muhalefet çizgisi ile geçilebilir.