“Yeryüzünde bir tükürük hakkım olsa;
haksızlık yapanın değil aksine seyredenin yüzüne tükürürdüm.”
Orhan Doğan
Mehmet Uçar
Paris! İçimizde bir an için sessizliğin üzerine yeni bir sessizlik gibi çöktü…
Kendi coğrafyalarından koparılıp gelenleri koruyamadı!
Yaralı hafızamıza bir yara daha ekledi…
Kürtlerin dünya deneyimi yeni başlıyor olabilir, ancak geri dönmeyecek kadar büyük bir mücadele ile yol aldıklarını, bu yolculukta çok bedel ödediklerini ve her şeye rağmen geri dönmeyeceklerini her mücadele insanı bilir.
Bu, öyle çıkılan bir yolculuk ki ses ve zamana dokundular, tarihi an’da aradılar.
An’ı tarihte sorguladılar. Sessizliği çığlığa çevirip bitmez tükenmez hakikatin peşine düştüler.
Bu arayışta Paris’te katliamlarla karşılaşırken günümüz coğrafyası Dehakların Paris’e uzanan eli olduğunu ilk elden teslim ettiler.
Kürtler, yaşadıkları her yerde tecrit altındadır. Katliamın yapıldığı sokağın yoğun polis denetiminde olması bile bunu ispat eder.
Ama her şeye rağmen, Kürt şunu diyor: Tecrit varsa direniş de var! O direnişi en öncüden tutalım en ardıla kadar muazzam bir duruş ve kararlılıkla karşılamaktadır…
Yıl 1933 ve yine bir aralık ayı, Celadet Alî Bedirxan Taberiye sahilinde Mustafa Kemal’e yazdığı yüz sayfalık mektuba son olarak şu notu düşer:
Her şeye rağmen siz Müslüman kanı dökerek, Müslüman kurşunuyla ölen biçare Anadolu yavrularına acımıyorsanız, biliniz ki Kürdün de damarlarında ölerek öldürerek dökeceği kan her zaman için ve mebzulen [çokça] mevcuttur.
Bu bahisle, Kürdün direnişini kırmak için teröristlerle abdest alan iktidarın, Kürdün hafızasını silmek adına elinden geleni yapması nafile bir çırpınıştır. Geçen yüzyıl tanıktır buna.
Türkiye’de tutuklanmak, işkence görmek, Paris’te ölmek toplumsal bir olaydır artık Kürdün hafızasında. Her ailede, her köşe başında gözaltına alınan, işkence gören birilerine rastlamak mümkündür. Şiddet artık sıradan bir olaydır!
Kürt, direnişleriyle bu olup bitenlere karşı çoktan direnç kazanmıştır.
Her şeye rağmen ama her şeye rağmen insana dair umudumuz hep var olacak. Çünkü biliriz ki umut vardan iyidir.
Paris’te kaybettiğimiz üç arkadaşımız için öfkenin sel olup akması bu umudun ve direncin delilidir.
Bu durum, Kürt toplumuna bir bütün olduğunu hatırlatmak adına aynı zamanda bir fırsat sunar. Son birkaç yüzyılda, Kapitalist Modernite sistemi bizi hep bölünmüşlüğün eşiğinde tuttu. Sadece kendi işini yap ve başka şeylere karışma. Bu yanlıştı. İnsan bütün bir varlıktır.
Bunu şuradan biliyoruz, hakikat bir bütündür ve parçalanamaz.
Sokakta basit bir şey olabiliriz ama aynı zamanda zihnimizde bir dağ, bir yıldız, bir güzellik hayal edebiliriz…
Bizler geçmişin sindirilmeye açık Kürtleri değiliz artık, bugünün Kürtleriyiz.
Geçmişi yorumlayıp bu güne kazandırıyoruz. Bunun için iyi bir geleceğe sahip olmak istiyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz.
Dünyanın neresinde olursa olsun haksızlıklar, hukuksuzluklar karşısında görünene razı ve seyirci olmuyoruz, olmayacağız, bunu zaten çokça yapanlar var. Onlara en iyi cevabı içimizden biri olan Orhan Doğan verdi. Bir tükürük hakkıyla…
Bilinmelidir ki bu yapılanlar bizi kendi içimizde daha derine inmemize vesile olmuştur.
Belki direnişi Kürtler keşfetmedi ama onda olan hep direnişti.
Siyasetin dar yollarında her adımı bilgece atılmış bir direniş öyküsü bu hayallerimiz için mücadele edeceğimizin imkanını sunan.
Direnişin kendine has bu görkemi, farklı temellere dayanabilir.
Bir ucunun Paris’in 10. bölgesinde sürgünde mücadele olurken bir ucunun da Diyarbakır zindanlarından çıkıp Roboski’de kendi yurtlarında tutunmak için katledilmişlerin ifadesine dönüşür kimi zaman.
Velhasıl, bu topraklarda Kürtler için acıdan sonsuz kurtuluşa çağrıyı ifade eder direniş.
Acıyı yaratan kötülüğe karşı, şimdi topyekûn varoluş gayretinin parçası olmak için her yerde direnişte olunmalıdır. Zira varoluş, devam eden bir süreçtir. Aydınlanma çağı filozofları kadar Yunan ve Ortadoğu filozofları da buna inandılar.
Paris’in orta yerinde kanı yere akanların mücadelesi kalplerimizi kedere boğarken insanın insana sahip çıkması, en yakınındaki kişiye ve dünyanın en uzak köşesindeki bir devrimciye elini uzatması, hâlâ bir imkândır. İnsanlık, damarlarına kötülük sızmış bu hayata makul bahaneler bulmaya çalışırken, buna karşı aklın sınırlarını aşmak ertelenemez bir arzu ve çağrıdır. Kim ki buna engel ise, bahçesi bahar görmesin…