“Erdi yine ürdibehişt/ Alem behişt ender behişt” der Nedim, yani “geldi gene nisan, alem cennet içinde cennet”.
Ayların en güzeli, ağaçların tomurcuklandığı, çiçeklerin açtığı ve tüm tabiatı aşka davet eden ay. Bu ayda Malatya üzerinden uçakla geçtiğinizde her taraf bembeyaz, hafif pembelik taşıyan kayısı çiçekleri, birkaç ay sonrasının bereketini müjdeler. Maraş ovası da şubat sonrası başlayan yeşilini katmerlemiş, bir deniz halinde görülür. Baharlık ekimler bitmiştir artık. Mayıs ortasında gittiğimiz Erzurum’da ise henüz baharlık ekimler yeni başlamıştı. Bir hafta sonrasında ise Çukurova’da yaz ekinleri biçilmektedir.
Bir iki gün önce sosyal medyada biri “yaşadığım yılları değil, yaşadığım baharları saymalıyım” diye yazmıştı. Düşüncelerini çokça paylaştığım bu edebiyat öğretmeni hanımefendinin sözleri bana yaşamadığımız, yaşayamadığımız baharları anımsattı. Gerçekten o yılları ömürden saymak ne kadar doğru, bilemedim. 1972 baharını yaşayamamıştım. Yedek subay okulundaki askerlik günleri, ülkenin her tarafındaki sokağa çıkma yasakları, baskılar, 6 mayıs idamları bize baharı zindan etmişti. 1972 yılı için hep “gide de gelmeye” demiştik. Tabii bu bir kesimimiz için böyleydi. 2020’ye girerken “artık dibi gördük, yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz” demeye kalmadan Çin’de başlayan “menhus” salgın bizi de vurdu. Kırk dokuz yıllık evliliğimiz boyunca her türlü kaprisimi çeken, aile yapımız nedeniyle hem çalışıp hem günlerin yarıdan çoğunu evde, üstelik çoğu yatılı misafir ağırlayan sevgili eşimle bir ayı aşkın süredir evde kapalı bulunmaktayız. Bize haftada bir iki gün marketten bir şeyler getiren genç dışında kimseyi gördüğümüz yok. Ama yine de şikâyet etmeyi düşünmüyorum, çünkü eşimle hiç bu kadar yalnız kalmamıştık ve baharı yaşayamamanın tek tesellisi olarak yakaladığımız bu mutluluğu görüyorum.
Tarihten ve sosyolojiden gelen nedenlerle Harput’tan Mersin’e, Sivas’tan Antakya’ya kadar yayılan geniş bir coğrafya ile ailevi ilişkilerimiz var. Yaz tatillerinde bu yörelere yaptığım gezilerin sonucu sevgili eşim “izin dönemlerimde arkadaşlarım tatil beldelerine, denize, dağa giderler, İbrahim beni Elbistan’a götürür” şikâyetinde bulunsa da memnuniyetini benden sakladığını hissederim.
Bu senenin başına kadar gerek İstanbul’da gerekse Maraş ve çevresinde haftada en az iki üç cenaze ve düğüne katılırdım. Gidemediklerime çiçekle, telefonla ilgimi gösterirdim. İki ayı aşkın süredir hiçbir düğüne ve cenazeye katılamadım, telefon dışında kimseyle iletişim kuramadım. O nedenle de bu baharı yaşamadım. 2020’yi yaşayıp yaşamayacağımızı da zaman gösterecek.
Benim yaşamadığım gibi toplumca da yaşayamadığımız baharın gerisinde bizi bekleyenler ne, gelecek günleri, ayları hatta yılları gereğince yaşayabilecek miyiz?
Petrolümüz yok, var olan sanayi tesislerini özelleştirerek bir mirasyedi edasıyla yiyip bitirdik. Yüksek getirisi olan bilişim teknolojisinden yararlanamıyoruz. Elimizde kalan tekstil, turizm ve tarımı da getirdiğimiz nokta malum.
Yukarıda belirttiğim ve hep ilişki içinde olduğum bölgede tarımda tehlike kapıya dayanmış durumda. Devlet desteği yok gibi. Büyük şehirlerdeki sokağa çıkma yasağı nedeniyle insanlar tarlalarına, bağ ve bahçelerine gitmekte bin bir zorlukla karşılaşıyor. Kamu kurumlarında iş takibi daha da zorlaşmış, kredi olanakları vaatlere rağmen daha kıt. Elektrik şirketleri, eskisinden ağır faturalar göndermekte. Kayısının akıbeti belli değil, dünyanın en iyileriyle rekabet eden Maraş cevizi susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya. Kendisi de bir turizm şirketinin sahibi olan Turizm Bakanı’nın bile turizmden ümidi kaldığına kimse inanmıyor.
Hakkını inkâr edemem, tüm bu olumsuzluklar karşısında gerek Sayın Erdoğan, gerek sevgili damadı başta olmak üzere tümüyle hükümet, durumu toz pembe gösteriyorlar. Başını alıp giden işsizlik, işten çıkarmalar, ücretsiz izinlerle günübirlik kazancıyla yaşayanların, küçük esnafın durumu içler acısı. Devlet bir yandan “biz bize yeteriz” diyerek bağış toplamakta, bir yandan muhalif belediyelerin görevleri arasında olan yardımları engellemekte. HDP’li belediyelerin zaten nerdeyse tamamına kayyım tayin ettiklerinden ancak kıt imkânlarla partinin düzenlediği “Kardeş Aile” uygulamasıyla bir şeyler yapılmaya çalışılmakta.
Haa, bütün bunların yanında Afrika’da bir yerlere 26 milyon bağış, otuz küsur ülkeye salgınla ilgili yardımlar yapılmakta. Vatandaşımıza yeterli maske vermesek de dışarıya gönderiyoruz. Çünkü itibardan tasarruf olmaz.
Son günlerin önemli bir olayı da İsveç’teki bir vatandaşımızın ambulans uçakla Türkiye’ye getirilmesidir. Gerek İsveç’te yaşayan yakınlarımızdan, gerekse oradaki vatandaşlarımızın sosyal medya paylaşımlarından sağlık sisteminin ne denli düzgün olduğunu öğreniyoruz. Ama sırf propaganda amacıyla oraya bir uçak gönderip günlerce bunun edebiyatı yapılıyor.
İsveç hükümeti ise bu durumu anlamakta zorluk çekiyor. Biz bile zorlanıyoruz anlamakta, onlar elbet zorlanır.