Madalyonun diğer yüzü
Kırlar canlı organizma olma özelliğini kaybediyor mütemadiyen. İnsan cıvıltısı az. Köyler, sakin ve ıssız; kovboy filmlerindeki terk edilmiş yerleşimler benzeri mahzun. Dereler, tepeler, maziye göre çok daha sessiz. Kuşların ötüşü bile isteksiz. Çiftçilerin üretme şevki ha tükendi ha tükenecek! Genç çiftçiler, kırsala tek tük serpili; köylerin nazar boncuğu misali. Bir kültür yok oluyor vesselam…
Oysa
İngilizcede tarım, agriculture kelimesiyle ifade edilir. Agri, yaşam biçimi-anlaşmak-uyuşmak; culture ise kültür anlamına gelmektedir. Yani agriculture İngilizcede, “Yaşam biçimi kültürü” anlamında kullanılır. Başka bir deyişle agriculture anlam olarak, nasıl yaşanacağının tercihini yapabilme, bunu seçebilme durumudur. Tarımı şirketleştirmek için uygulanan hükümet politikaları aslında köylülerin yaşam biçimine, tercihine müdahaleden başka bir şey değil.
Montaj-monte
Köylerde yaşayan üretici köylü ürettikleriyle geçinemiyor, çünkü kazanamıyor. Türkiye, sanayisini ve tarımını 1950’lerden bu yana iç dinamikleriyle geliştirmedi, el alemin ürettiği parçaları birleştirdi hep, yani montajcılığı meslek edindi, edindirdi. Türkiye montaj sanayisinden öteye bir adım yol katetmedi, edemedi. Montajcılıkta uzmanlaştığı için şimdi köyleri kentlere monte ediyor(!)
Şekilsizlik
Gerekçeler böyle iken tarımda bir başka şekilsizlik inşa ediliyor. Küçük aile çiftçiliği yerine şirket tarımcılığını konumlandırıyor hükümet. Tarlanın tozunu yutmayan, toprağa ter dökmeyen ve dökmeyecek olanlara -şirketlere- devredecekler tarımı. Toprağın suyun kıymetini nereden, nasıl bileceklerse! Böyle bir politik hat üzerinde tarım politikaları yürütülüyor. Çiftçilere de ucu küresel tarım, gıda ve ecza şirketlerine bağlı bir ip vermişler; “Bu ipte yürüyebilecek cambaz olabilirseniz, üretebilirsiniz” diyorlar. Umut ve umutsuzluk iç içe.
Biz yine de umutsuzluğu elimizin tersiyle itip, yazıyı baharın yaptığı umut aşısıyla bitirelim. Ve son noktayı üstat Sabahattin Ali koysun: “İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşamaya değer. Ne olursa olsun.”