Ragıp Zarakolu
1995 yılında Ternon/A.N. Zarakolu Davası sırasında Paris’te tanıştığım araştırmacı Malatya kökenli Denis Donikian’ın “Petite encyclopédie du génocide arménien”, Geuthner, 2021 (Küçük Ermeni Soykırımı Ansiklopedisi) sonunda elime ulaştı. Naçizane bendenizin önsözü de Türkçe/Fransızca olarak içinde yer almakta. Denis Donikian’ın Ermeni-Türk diyaloğunun öncülerinden biri olduğunun da altını çizelim.
Ermeni soykırımının 100. yılında, bu olgu “Ermeni Sorunu” olmaktan çıkıp “Türk Sorunu” haline geldi. 100. yılda Ermeni halkı “kurban” olmaktan çıkıp “martir” olarak kanonize edildi Eçmiatzin’de ilk kez sergilenen sembolik bir ikon ile. Bir anlamda Ermeni halkı 100 yıldır açık olan manevi mezarlarını kapamış oldu.
Hani Sarkis Usta’dan az dinlememiştik Meskene Kampı’nın tehcir türküsünü, “Dini uğruna ölen Ermeni”… (*)
Bağışlamak, bağışlanmak önemli bir kavram. Ama, Armen Sarkisyan’ın işaret ettiği üzere, bağışlanmadan önce suçun ikrarı ve özür gelir.
Tazmini sonra tartışırız.
Soykırım inkârı 100 yıl boyunca Ermeni halkını soykırım olgusu içine hapsetti. Bu manevi anlamda soykırımın devamı anlamına geliyordu ve bu, manevi zulmün acımasızca devam etmesiydi.
Eçmiatzin’de Türk devleti insanlığa karşı işlediği suçla baş başa kaldı. Gerçeğin inkarı elbette saçmalıktır, ama saçmalığın da bir mantığı vardır, bu da sorunu kilitlemektir. Daha sonraki özür ve tazmin gibi aşamalara girilmesini on yıllar boyunca engellemek belki başarı olarak de görülebilir. Ama ne pahasına diye sormak gerekir.
Soykırım inkârı aynı zamanda bir tehdittir hem komşu Ermenistan hem de yaşanılan bölge açısından. Ama bunun aynı zamanda asıl TC yurttaşları, farklı kimlikler açısından da bir tehdit olduğu görülmelidir.
Ama soykırım gerçekliğini bir milli güvenlik sorunu haline getiren Türk devletinin kendisidir. TC, 21. yüzyıla Ecevit/Bahçeli hükümetinin “soykırım iddiaları” ile mücadeleyi Mili Güvenlik Kurulu’nun bir çalışması haline getirerek girmiştir. Soykırım inkarı adeta Türk devletinin var olma/yokolma sorunu haline getirilmiştir.
Oysa TC, BM Soykırım Sözleşmesi’ni ilk kabul eden ülkeler arasındır, ABD’den de önce. Belki de bunu artık kapanmış, unutulmuş bir dosya olarak gördüğü için. Ama eski bir Anadolu deyişiyle, “güneş balçıkla sıvanmaz”.
Peki, bu inadın nedeni ne? Bir ulus devletin oluşmasına ilişkin efsanelerin çöküşü mü, Türk milliyetçiliğinin bundan ciddi bir yara alarak, zayıflaması korkusu mu?
Türkiye 100 yıllık bir ulus devlet olması iddiasına karşın, Kürt sorununu da çözemedi. Ermeni soykırımı gibi, inkardan başka bir politika üretmedi, üretemedi. İnkâr politikasının başarılı olduğunu sandı. 100 yıl boyunca, Ermeniler katledildiklerini, Kürtler ise var olduklarını kanıtlamak için uğraşmakla geçirdi.
Bu belki Kürtler açısından, Ermeni soykırımındaki rolleri tarihin öngördüğü bir cezalandırma olarak da algılanabilir. Ama bunun gerçekliğin algılanmasında Kürtlerin daha önce uyanmasını sağladığı da söylenebilir.
Soykırımın 100. yılında, Suriye ve Irak’ta soykırımdan sağ kurtulan Ermeni, Süryani ve Êzidîlerin artık tamamen yok olma eşiğine gelmesi, çok acı. Tehdidin de ötesinde Êzidîlerin yaşadığı durum uluslararası toplum tarafından “soykırım” olarak tanımlanmış vaziyette.
Ama bu durumda büyük devletlerin çıkarlarına dayalı reelpolitiğin de bir rolü yok mu? 1915 yılında Ermeni halkının yaşadığı yıkımı İngiltere ve Fransız hükümetleri “insanlığa karşı işlenmiş bir suç” olarak tanımladı ve sorumlularının savaş sonrası yargılanacağını bildirdi. İnsanlığa karşı işlenmiş suçların cezasız kalması, bu suçun 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Holokaust boyutuna varmasına neden oldu.
Ulus devlet kurma projesi ile yola çıkan sözde “modernist” İttihat ve Terakki Partisi, dini kitlesel fanatizmi kışkırtmak için kullandı, 1914 sonbaharında “cihat” yani kutsal savaş ilan ederek. Bugün radikal İslam, bütün dünya açısından bir tehdit haline gelmiş vaziyette. Bunu tarihin intikamı olarak da adlandırabiliriz.
Denis Donikian’ın elinizdeki kapsamlı ansiklopedik çalışması bütün bu gerçekliklerin farklı boyutlarının algılanması için önemli bir kaynak.
Ayşe Nur Zarakolu ile “jenosit” başlıklı ilk kitabı, 1990 yılında yayınlamıştık. Dr. İsmail Beşikçi’nin “Dersim Jenosidi” adlı kitap yayınlandığı ilk gün yasaklanmıştı. A.N. Zarakolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde Beşikçi Davası sırasında yaptığı savunmada, “Soykırımdan bahsetmek değil, soykırım yapmak, bunu inkar etmek suçtur” demişti.
Denis Donikian’ın 90’lı yıllardaki çalışmaları sırasında, Türk ulus devletinin kurucularının geçmişte Ermeni soykırımı sırasındaki rollerini örnekler vererek sergilemesi dikkatimi çekmiş ve bunu çok önemsemiştim. Tam o sıralarda, 1995 yılında Yves Ternon da, 20 yy. soykırımlarını konu alan “L’Etat criminel” adlı kitabını yayınlamıştı. “Suç Devletleri” bugün insanlığın sorunu haline gelmiş vaziyette.
Denis Donikian’ın “kuruculara” ilişkin bu örneklemeleri, 20 yıl sonra, TC’nin bir Savunma Bakanı tarafından doğrulanacaktı. Bu aynı zamanda soykırım olgusunun da dolaylı kabulü anlamına geliyordu. Ermeni soykırımı demeden, “Bu olmasaydı, TC olmazdı” diyecekti.
(*) Tehcir Türküleri, Sanat ve Hayat Dergisi Eki, Sayı 19, Ocak-Şubat 2006