DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Diyarbakır’da konuştu. Kayyumlardan, anadilde eğitime, Çözüm Süreci’nden, Kobanê eylemlerine kadar birçok konuya değinen Babacan, iktidara yüklendi
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, Kayapınar İlçesinde bulunan bir düğün salonunda düzenlenen partisinin Diyarbakır İl Teşkilatı’nın 1. Olağan Kongresi’ne katıldı. Kongrede konuşan Babacan, Kürt şahsiyetlerinin isimlerini sıralayarak ve “Adaletin peşinde ömrünü feda eden Tahir Elçi’nin, gözleriyle hafızalarımıza kazınan, 12 yaşında hayatını kaybetmiş Ceylan Önkol’un şehrinden, Diyarbakır’dan herkese selamlarımı iletiyorum” sözleriyle başladı. Babacan, 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nda yaşamını yitirenleri de andı. Konuşmasının büyük bir bölümünü Kürt sorununa ayıran Babacan, Türkiye’de ifade özgürlüğünün kalmadığını, düşüncesini açıklayanların ve gazetecilerin tutuklandığını, sosyal medyadan eleştiri yapanların evlerinden alındığını belirterek, iktidarın bu politikalarla kendilerine uygun “makul vatandaş”, “tek tip insan” oluşturmaya çalıştığını söyledi.
‘Kürt sorunu hep inkar edildi’
Diyarbakır’da konuşulması gereken temel konunun Kürt sorunu olduğunun altını çizen Babacan, “On yıllarca ‘sözde Kürt sorunu’ denilerek inkar edilen, ancak 2000’li yılların başında adı konulabilen, ama ne yazık ki bugün yine yasaklı bir söz haline gelmeye başlayan Kürt meselesinden bahsedeceğim bugün. Biliyorsunuz, ‘Kürt sorunu’ lafı bugünkü rejimi en fazla rahatsız eden söz haline gelmiş durumda. Ülkeyi yönetenlerin son yıllardaki tarzı, üslubu, kendilerine buldukları yeni ortakların saplantıları doğrultusunda atılan adımlar, yeniden Kürt sorununu oluşturdu ve sorun gittikçe büyüyor. Aslında bu sorun, tüm ülkemizi, tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren temel sorunların da yansıması. Şu anda toplumumuzun tüm kesimlerini etkileyen ve yeniden hızla büyüyen bir hukuk sorunumuz var. Adalet sorunumuz var. Hızla büyüyen bir eşit vatandaşlık sorunumuz var” dedi.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” açıklamasını hatırlatan Babacan, “Ve her şey 2015’te aynı kişinin ‘Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık Kürt sorunu yok, daha ne istiyorsun?’ sözleriyle bitti. Ben bu konuşmamda acı sonla biten bu hikayeyi unutanlara hatırlatmak ve nereden nereye geldiğimize şöyle bir bakmak istiyorum. 2002 yılı öncesi Kürt sorunu deyince ilk akla gelen şey Kürtçe üzerindeki yasaklardı. 2002-2015 arasındaki yıllar Kürt dili üzerindeki baskıların son bulduğu, Kürtçe televizyon yayınının başladığı, üniversitelerde lisans üstü düzeyde Kürtçe programının açıldığı, şehirlerde Kürtçe tabelaların boy gösterdiği yıllardı. Ama şu anda görüyoruz ki, eğitim veren enstitüler hem müfredat hem de kadro olarak zayıflatılıyor. Vaktinde asılan tabelalar da birer birer kaldırılıyor” diye konuştu.
‘Kayyumlar halk iradesinin gaspıdır’
HDP’li belediyelere kayyım atamalarına tepki gösteren Babacan, “Hatırlayın, Ak Parti’nin iktidara gelir gelmez gündeme getirdiği konuların başında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi geliyordu. Peki o günlerden bugüne geldiğimizde ne görüyoruz? Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar. Hem de bir iki değil. 48 belediyeye kayyum atandı. 6’sına da kazandıktan sonra YSK mazbata vermemişti zaten. Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş. İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor. Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor. Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş kimin umurunda” ifadelerini kullandı.
İktidarın kayyım politikasının halkı cezalandırma yöntemine dönüştürdüğünü söyleyen Babacan, “Kimse halkının oyunu gasp edemez. Seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir. Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak. Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir. Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz. Seçmen iradesi gasp edilemez” şeklinde konuştu.
Belgelenmesine rağmen Helikopter olayına ‘iddia’ dedi
Van’da operasyona çıkan askerler tarafından gözaltında alındıktan sonra helikopterden atıldıkları belgelenen yaşamını yitiren Servet Turgut ve Osman Şiban’a yönelik işkenceye değinen Babacan, şunları söyledi: “Bu şehir, 12 Eylül’ün işkenceleriyle anıldığı gibi, hukuksuz pek çok fotoğrafa da sahne oldu. 2002 sonrasında gerçekleşen en önemli değişiklik, faili meçhul cinayetlerin son bulması ve ‘işkenceye sıfır tolerans’ uygulamasıydı. Bunlar elbette hayati önemde adımlardı. Ama ne yazık ki bugün bambaşka bir noktadayız. İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve ‘terörist’ diyenler, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi. Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti. Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu da bilmiyoruz. Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu? 2000’li yıllarda sıfırlanan işkencenin ve faili meçhul cinayetlerin geri dönüşünün alarm zillerini duymuyor musunuz?
Son dönemde duyduklarımız, 90’lı yılların karanlığında karakolların kapısından canlı girip bir daha çıkamayan kurbanları çağrıştırmıyor mu? Bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor. Suçu işleyen kim olursa olsun, isterse kamu görevlisi olsun, hukuki ve idari işlemler sonuna kadar adalete uygun olarak yürütülmelidir. Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz hazırız. Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek.”
’90’ların politikasına geri dönen bir iktidar var’
HDP’ye yönelik “Kobanê soruşturması” kapsamında siyasetçilerin gözaltına alınması ve tutuklanmasına ilişkin konuşmasını sürdüren Babacan, “2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına itiraz etmek, hukuk devletini savunan hiç kimse için mümkün değildir. Yargı tabi ki gereğini yapmak zorundadır. Ama yargıdaki dosyalar da ülkeyi yönetenlerin elinde, işlerine gelince rafa kaldırıp ihtiyaç duyduklarında raftan indirip kullanacakları baskı ve şantaj malzemeleri değildir. Birlikte düşünelim: 2015 yılının Şubat ayında, yani Kobani olaylarından dört ay sonra, hükümet üyeleri Dolmabahçe’de mutabakat metni okurken, dört ay önceki Kobani ile ilgili çağrıdan haberdar değiller miydi? Elbette haberdardılar. Ama o tarihlerde Çözüm Süreci devam ediyordu ve Dolmabahçe’deki o fotoğrafa ihtiyaçları vardı. Yıllar geçti, aynı kişilerin bu sefer ihtiyaçları değişti. Bugün ise küçük ortakların peşine takılmış, hızlı adımlarla 90’ların Kürt politikasına doğru koşan yönetimin birilerini düşmanlaştırmaya ve muhalefet partilerini tehdit etmeye ihtiyacı var. Ancak unutmayalım ki, güçler ayrımının net olduğu bir hukuk devletinde yargı siyasi amaçlara hizmet etmek için bir araç olarak kullanılamaz. Bu tablo kabul edilemez” dedi.
‘Büyümekte olan Kürt meselesi, daha da büyüyor’
İktidara seslenen Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Demokratik yollarla siyasi mücadeleye inanmış vatandaşlarımıza, âdeta ‘seçimler gereksiz’ duygusu yaşatarak, zaten büyümekte olan Kürt meselesini daha da büyütmeyin. Zaten büyük ölçüde işlevini yitirmiş olan bir Meclis var. Oradaki seçilmiş siyasetçileri keyfi yargılamalara maruz bırakmayın. Daha dün çözüm sürecinde birlikte çalıştıklarınızı, şimdi apar topar düzenlenen fezlekelerle tutuklatmayın. Biz, demokratik zemini daraltanlara ve meşru siyaset kanallarını engelleyenlere karşı ısrarla demokrasiyi savunacağız, çözümün siyasette olacağını savunacağız. Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız.”
Anadilde eğitim sözü
Anadilde eğitim hakkına değinen Babacan, “Bu şehir cezaevinde Türkçe olarak öğrendiği tek cümle ‘Kamber Ateş nasılsın’ diyen annelerin gözyaşlarına çok tanık oldu. Hatırlıyorsunuz değil mi? Türkçe bilmediği için bir anne oğluna cezaevi görüşü boyunca sadece oğlunun ismini ve ‘nasılsın’ı söyleyebildi. ‘Kamber Ateş nasılsın’ diye diye ağladı. Annelere evlatlarıyla anadilinde konuşmayı yasaklayanları gördük. Bugün onları hayırla anan var mı? Eğer böyle giderse, şimdi yeniden Kürt sorununu dirilten, vatandaşlarımızın demokratik haklarını elinden almaya çalışan hükumeti ve küçük ortaklarını da – açık söylüyorum- kimse hayırla anmayacak. Bu topraklarda konuşulan her bir dil, her bir lehçe bizim zenginliğimizdir. Resmi ve ortak dilimiz olan Türkçe’nin iyi öğretilmesinin yanında, anadili hakkı kapsamında bütün vatandaşlarımızın anadillerini kullanmaları ve geliştirmeleri için demokratik bir hukuk devletine yakışan bütün düzenlemeleri yapacağız. Dil de dahil olmak üzere eğitime erişimin ve eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engeli kaldıracağız” diye konuştu.
DİYARBAKIR