Sandık sonuçlarının dolaştığı toplumsal hayal kırıklığı ve şaşkınlık duygusu yerini giderek bundan sonrasının nasıl kurgulanacağı sorusuna bırakmaya başladı. Seçim sonuçlarının doğru ve toplumsal gerçekliği yansıtmadığı konusunda genel bir fikir birliği oluşurken muhalefetin bu sonuçlara müdahale edememesi geleceğe dair bir dizi kaygının oluşmasına, özellikle CHP üzerinden siyasal örgütlenmelerin tartışılır hale gelmesine sebep verdi. Seçimin son çeyreğine damgasını vuran kitlesel mitingler ve ortaya çıkan coşku, kitlelerde sürece müdahale edilebileceğine dair bir inanç oluşturdu. Bu inancı pekiştirense başta Muharrem İnce olmak üzere kürsülerden konuşanların sandıklara ve sonuçlara her ne pahasına olursa olsun sahip çıkacaklarını ısrarla ve kesin bir dille ifade etmiş olmaları idi. İnsanlar 16 Nisan referandumunun deneyimi ve 7 Haziran-1 Kasım sürecinin dersleri ile sarayın sandıkta yenilmemek adına her şeyi yapabileceğine kani olsalar da gerek mitinglere yansıyan kitlesellik ve kararlılık gerekse verilen sözlere dayanılarak sandıkta yenilgiyi kabul etmeyen saraya, sokakta yenilgiyi kabul ettirebileceklerine inanmışlardı. Tüm beklentiler sandık sonuçlarının oldu bittiye getirilmesi ve başta CHP kurmayları olmak üzere bel bağlanan siyasal karakterlerin bu oldu bittiyi kabul etmesiyle boşa düştü.
HDP’nin barajı aşması, toplumsal mücadelenin içerisinden gelen adayların meclise girmesi bu boşa düşmenin yarattığı hayal kırıklığına bir teselli olarak öne çıktı. Doğal olarak CHP ve millet ittifakından beklediği refleksi alamayan ve bu nedenle de buraya tepki duyan kitle yüzünü HDP’ye dönmüş oldu. Bu dönüş kaçınılmaz bir şekilde neredeyse bir cangıla dönüşmüş parlamentoda tek başına dövüşecek olan parti aynı zamanda geniş bir toplumsal tabanın beklentilerini karşılama, çıkarlarını temsil etme ve seçim sürecinde yakalanan birlikteliği koruma ve büyütme göreviyle yüz yüze gelmiş bulunuyor.
HDP bu yüzden zorlu bir sınavı başarıyla geçme göreviyle karşı karşıyadır. Bu noktada birinci tehlike “emanet oy” tartışmasını anaforuna kapılma tehlikesidir. Böylesi bir tartışma yersiz ve zamansız olduğu kadar, tehlikelidir de. Cumhur İttifakı’nın seçimden önce ortaya koyduğu pratikle vaat ettiği cehennemi gelecek bizzat devlet marifetiyle ezilenleri parçalamak üzerinden etnik ve dini temel de kimlikler üzerinden yaratılan karşı karşıya gelişlerin azalmasına, Türklerle Kürtlerin, Alevilerle Sünnilerin yani Saray karşısındaki bütün güçlerin birbirine yaklaşmasına, yan yana yürümesine imkan verdi. Uzun yıllardır sağlanmaya çalışılan birliktelik bir düzeyde seçim sürecinde sağlanmış oldu. Seçim sonuçları Batı’da HDP’ye verilen desteğin 7 Haziran sonuçlarını aşan bir yerden sağlandığını gösterdi. Emanet oy tartışması Türkiye’den destek almaya başlamış, saray karşısında yıllardır arkasında durduğu CHP’den yüz geri ederek yönünü HDP’ye dönmüş kitlelerin beklentisini boşa düşürmek anlamına gelecektir. Bu tartışma aynı zamanda saraya karşı sağlanan birlikteliğin dağıtılması, saraya karşı mücadelenin zayıflatılması anlamına gelir. Seçime, sarayı durdurmak ekseninde hazırlanan partinin, bizzat dışarıdan yönlendirmeyle böyle bir tartışmaya düşmesi var olan gerçeklikten kopmayı, kurulmakta olan baskı düzenine gözünü kapamayı ve iç tartışmaların burgacında yalnızlaşarak yine bizzat saray eliyle yürütülen tecrit dayatmasına teslim olması anlamına gelir.
HDP’nin muhalif kitlelerde ortaya çıkardığı sinerjinin farkında olan saray, bizzat CHP’ye HDP üzerinden saldırarak tabanda yaratılan yakınlaşmanın olası kurumsal yansımalarını kırmaya ve bu yakınlaşmayı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu çabayı CHP ve HDP’yi aynılaştırıp HDP ile yakın durmakla itam ettiği CHP’ye saldırarak yürütürken, diğer adımını HDP tabanında söz konusu tartışmayı gündeme getirerek devam ettirmek isteyecektir. HDP Batı’dan verilen desteği büyük bir olgunlukla karşılayıp CHP’nin göstermediği hassasiyeti CHP tabanına göstererek yakalanan yakınlaşmayı derinleştirmek durumundadır. Bu duruş kaçınılmaz olarak HDP’yi özellikle yaklaşmakta olan ekonomik krizin arifesinde sınıf siyaseti ve toplumsal sorunlara daha fazla eğilme göreviyle yüz yüze getirecektir. Aynı şekilde HDP içerisinde yakalanan geniş birlikteliğin derinleştirilmesi sorumluluğu da ortaya çıkmıştır. Bu sorumluluk HDP içinde ya da HDP ile yan yana sürece dahil olan sosyalist yapılanmaların sırtındadır.
Sarayı sandıkta durduramayanlar şimdi B planını devreye koyup sarayı ve onun saldırılarına sokakta birlikte bir mücadele ile durdurma görevi ile yüz yüzedir. Seçim sarayın zayıf ama galip çıktığı gayrimeşru bir sonuçla biterken sosyalist hareketi, zorlu ama bir o kadar da imkanlarla dolu bir dönemle karşı karşıya getirmiştir. Süreç baskının daha da artacağı, devlet içi ve dışı saldırıların yoğunlaşacağı bir döneme işaret ederken, AKP’nin oy tabanında finansal krizi aşmak adına yürürlüğe koyulacak ekonomi politikalarının yol açacağı kırılma olasılıklarını da ortaya koymaktadır. Söz konusu politikalar esas olarak işçi sınıfı yoksul kitlelerde önemli yıkıma ve bu yıkımın yol açacağı tepkilere sebep verecektir. Sosyalist hareket bir yandan halk kitlelerine ve kendisine yönelen ağır saldırıları göğüslemek, öte yandan öfkenin ve ilerleyen süreçte meydana gelecek sosyal yıkımın ortaya çıkaracağı büyük kırılmaları sırtlamak, öfkeyi saraya ve bir bütün olarak emperyalizme ve sermayeye yönlendirmek göreviyle yüz yüzedir. Kabul etmek gerekir ki böylesi zor görevin altından hiçbir sosyalist hareket tek başına kalkamaz.
Mesele böyle ele alındığında HDP seçimde kendisine dönen kitleleri kucaklamak, sosyalist hareketler ise yakalanan birlikteliği derinleştirip büyük bir sinerjiye dönüştürme görevi ile yükümlüdür. Bu yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini süreç gösterecektir.