Yaşamını özgürlük için adayanların ortak eğilimidir; özgürlüğü, barışı, yaşamı öncelemek. Zordur katliamı, zulmü konuşmak. Kabul edilemez. Barışı örmeye çalışırız yaşam boyu, örgütleniriz onu yok edecek karanlığın her boyutu ile mücadele ederken. Bir çırpınma sarar bazen tüm yaşamı, faşizmin inşa edildiği her alandan yükselen katliamlar yaşandığında. Yüreğimiz dağlanır, öfkemiz artar ve her geçen gün şiddetin derinleştiği sisteme karşı. Hırsla başlarız yok edişe karşı var edişi örmeye. Yılmadan ve yorulmadan, biliriz zulmü yok edişin tek çözümüdür özgürlüğü örmek.
Geçtiğimiz hafta ülkenin her köşesinde katliamlar, zulüm, saldırılar art arda yaşanırken yüreğimizin derinlerinden yükselirken isyanlar. Türkiye’de yaşamın krizini yaşatanlara karşı politik, siyasi mücadeleyi sürdürürken siyasi krizin içinden çıkamayan siyasi iktidar bugüne kadar inşa ettiği karanlığı meyvelerini azmettirdiklerinin elleri, inşa ettiği siyasetin toplumsallaşması sonucunda toplamaya devam ediyor. Böylece enflasyon, halkları yoksulluğun alt sınırlarını zorlayarak yaşanmaz kılsa da azmettirdiği politikaların toplumsallaşması her yerden sonuçları ile iktidarı görünmez kılabiliyor.
Sokakta birlikte yaşamı sürdürdüğümüz dostlarımızın katliam haberlerinde iller, ilçeler birbiri ile yarışıyor. Hayvanların yaşam hakkı için verilen onca mücadeleye, katliamcıların elinden kurtarma, mahalle nöbetleri, hayvan hakları için kurulan mahalle meclisleri, aşılama, kısırlaştırma çabaları sürerken katliamcılar ellerinde zehirli yemeklerle gizlice, gecenin karanlığını, yolun boşluğunu fırsat bilerek sinsice katletmeye devam ediyorlar. Bunca cani nerede gizlenmiş diye düşünüyoruz çoğu kez. Bu yaratıkların canlıları canice katledişlerine tahammül edemiyoruz. Anlayamıyoruz bilsek de nedenlerini. Oysa nice zamandır katliamın tohumları, şiddet, zulüm her yere saçılmış durumda tek adam rejiminin hedefleri doğrultusunda. Artık katliam yasaları çıkartmalarına bile gerek yok, trolleri sosyal medyada, yandaşları ana akım medyanın haber kanallarında, canileri sokağın, köyün, o kutsadıkları her şeyi içeride yapabilir kıldıkları patriyarkal aile içinde ellerinde zehirler, silahlar, tecavüz vb. kendilerine hak saydıkları yöntemlerle en az azmettiren kadar katil ve cani olarak görevlerini sürdürüyorlar.
Geçtiğimiz hafta Narin’in tarikatın karanlığında bir köyden faili meçhul yok edilişi ile yandı canımız. Yaşama yeni başlayan bir çocuğun yok edilişi, olası yaşadığı işkenceler hâlâ açıklığa kavuşmuş değil. Hepimiz çocukları canilerden nasıl koruyabiliriz diye yana yana Narin’den gelecek iyi bir haber için yaşadığını duyma umuduyla haber kanallarını izledik. O haber gelmedi bir türlü, amcasının tutuklanması, cezalandırılması ne Narin’i geri getiriyor bize ne de o karanlıktan beslenen canilerin sonunu getiriyor. Narinler her karanlık zihniyetin, caninin ellerinde yaşam mücadelesi veriyor büyük olasılıkla.
İş cinayetlerinin, taşeronlaşmanın, güvencesiz koşullarda çalışmanın bedelini her geçen gün yaşadığımız günlerde azmettirmenin, katliamın, taşeronlaşmanın, mafyanın nasıl siyasi bir yapı olarak inşa edildiğinin bir örneği iki gün önce Hopa’dan geldi. Cankurtaran Geçidi’nde (yaklaşık 1300 rakımda) yapılmak istenen mesire yeri yapımı adı altında orman ekosisteminin katliamına karşı duran Çifteköprü halkının üzerine ağaç kesim ihalesini alan taşeron firmanın sahibi kurşun yağdırdı. Reşit Kibar (yıllardır yaşam alanlarını korumaya çalışan) ekolojinin dostu yaşamdan koparıldı, Çifteköprü halkından bu saldırıda yaralanan iki kişi ise yaşam mücadelesini sürdürmekte. Mafya, taşeron, silah, katliam, sermaye birikimine yaşam alanlarını sokma çabası, orman ekosisteminin maden şirketlerine açma çabasının gerekçe ise turizmin kalkınması. Bu bölgede süren sermaye stratejisinde katliama kadar giden azmettirmenin kısa bir özetini birlikte hatırlayalım dilerseniz.
2008 yılında suyun metalaştırılması süreci Karadeniz’deki derelerden başlatılmıştı. Ne kadar dere, çay varsa HES yapımı için birkaç yüz metre de bir başka bir şirketin sermaye birikimine 49 yıllığına devredilerek sular tutsak edilmeye başladı. Beraberinde her derenin çevre çeperinde yaşayan halklar derelerin kardeşliğine başladı, suyun ticarileştirilmesine karşı örgütlendi, vadilere şirketleri sokmamak için direnişe başladı, derelerin yamacında nöbet tutarak başladılar dayanışmaya. AKP-MHP iktidarı kapitalizmin taşeronluğunda sürdürdükleri yaşam alanlarını sermaye birikimine çevirme stratejisini tüm ülkeye yaygınlaştırırken suyu tutsak edebildikleri vadilere maden şirketlerini sokmaya başladılar.
2011 yılında genel seçimlerin arifesinde AKP başkanının seçim mitingi için geldiği Hopa’da polislerin saldırı ile yitirdik ekoloji mücadelesinin yoldaşı Metin Lokumcu’yu. Bu katliam sürerken AKP Başkanı yakın bir mekanda olayların bitirilmesini beklemişti. Derelerin özgürlük mücadelesi bu saldırı ile sonlandırılmak istendi. Ama başarılamadı.
2015 yılında yeni bir saldırı mekanizması başlatıldı. DOKAP projesi adı altında Karadeniz’in en üst rakımından duble yollar geçirme planı olan, adını da yeşil yol olarak tanımladıkları proje ile yeni bir süreç daha başlatıldı. Karadeniz halkı bu kez yaylalarını, kışlaklarını korumak için bir araya geldi. Yaylalardan geçirilecek yolların maden işletme alanlarına, RES için uygun görülen alanlara çıkması, metaların taşınım yolu olarak üretilmesi tüm açıklığı ile planlanırken Karadeniz buna karşı durmaktan hiç vazgeçmedi. Siyasi iktidar parça parça izinlerle yürüttükleri kilometrelerce yolun bugüne kadar ancak % 55’ini ancak tamamlayabildiler (kendi açıklamalarına göre)
Ama katliamların toplumsallaştırılmasında oldukça yol aldılar. Çabaları bugüne kadar ulaştıkları hedeflerini yaygınlaştırmak.
Katil kim sizce? azmettiren mi zulmeden, katleden mi…