hiranur vakfı davasında iki gösterici grubu karşı karşıya geldi. bunlardan ilki, erkek şiddetiyle ilgili her davada gördüğümüz arkadaşlarımız, adil yargılama için ve cezasızlığa karşı oradalardı. diğeriyse ismailağa cemaati üyeleri; neredeyse tamamı erkek ve dillerinde, üstünde düşünmeye değer bir slogan… sloganın iki versiyonu var; ilki “mahkeme, azgın azınlığa yol verme”, diğeri: “akp, azgın azınlığa yol verme.” ikisinin de, bu davadan ceza çıkması halinde akp’ye oy vermeyecekleri yönünde bir tehdit olduğunu görmek zor değil, yargının bağımsızlığı zaten, kazaen karşımıza çıktığında şaşırdığımız şeylerden biri oldu.
onlar “azgın azınlık” ifadesiyle ağırlıklı olarak lgbti+’ları –belki bir de feministleri- kastediyor ama bu ifade çocuk istismarının cezasız kalması için gösteri yapanları yani onları tanımlamak için çok daha uygun değil mi?
öncelikle, özellikle bilinçli, örgütlü lgbti+ topluluk ve tabii feministler tarikat örgütlenmelerinin çocuk istismarı için kullanılmasına karşı ama bu açık zulme karşı olanları onlarla sınırlamak gerçekçi değil.
diğer yandan, çocuk istismarı gibi bir suçu, bu kadar açık bir biçimde, toplu halde savunmak nasıl mümkün olabilir? azınlıktalar şükür ama toplumun tepkisinden çekinmiyorlar. çünkü geçtiğimiz 20 yılda toplum, din adına yapılan hiçbir şeyi yargılamaz, yadırgamaz bir hale geldi.
yirmi yıllık akp iktidarı türkiye’ye çok zarar verdi, eğitim sistemi, ordu, yasalar altüst oldu ki zaten geçmişte de çok matah oldukları söylenemez. ama toplumsal zihniyette sebep olduğu bu değişiklik çok önemli. biliyorum, toplum dinle, dine dayanan acımasızlıkla ilk kez tanışmadı. ama o gün adliyede toplanan adamların, dışlanmaktan, yerilmekten, kınanmaktan, herhangi bir olumsuz tepkiden çekinmeden, hiranur vakfı kurucusu, “hocaları” yusuf ziya gümüşel’in 6 yaşındaki kızını müridiyle evlendirmesini savunabilmeleri!
internette dolaşan çeşitli “vaaz”larda, bundan beter şeyler de telaffuz ediliyor ve onlar da gizli çekim falan değil, bizzat kendileri yayınlıyor!
burada “gerçek islam bu değil”cilerle ilgili bir parantez açmak istiyorum. bütün bunların “kitap”a uygun olup olmaması ilahiyatın konusu olabilir ama siyaset ve sosyoloji açısından din ancak toplumsal şekillenmeleri ve sonuçları üzerinden anlaşılabilir ve tartışılabilir.
güncel toplumsal şekillenmeye dönersek… biliyorum, sırtlarını devlete, iktidara, tarikatın gücüne dayamadan bu kadar pervasız olamazlar. ama toplumun ya da müminlerin tepkisini bu kadar umursamamaları, müminlerin hesaba katılmayacak kadar zayıf tepki vermiş olması kolay yenir yutulur bir şey değil ve bu olgunun seçimlerle sağlanabilecek değişikliklerle ortadan kalkması mümkün değil.
akp başta eğitim olmak üzere devletin çeşitli kurumlarını dinselleştirdi, kilit noktalara şeriata uygun düşünen insanlar yerleştirdi. bunlar siyasi iradeyle değiştirilebilir. ama toplumun bu şekilde, sorgusuz, sualsiz, ahlakı da bir kenara koyacak şekilde dincileşmesinin, önümüzdeki on yılda karşımıza çıkacak sonuçları olduğu açık.
buna karşı ne yapmalı? bu zihniyetin şeytanlaştırdığı kesim ve fikirlerden uzak durarak geriye mi kaçmalı yoksa bunlara yani lgbti+’lara, kadınların cinsel özgürlüğüne, çocukların ailelerinden de korunmasına sahip mi çıkmalı? ikincisinin hem ilkesel olarak hem de taktik anlamda daha doğru olduğuna inanıyorum. çünkü şu kritik anda geriye doğru atılacak adımlar, boşluğa atılır. oradan tekrar ileriye doğru yürümek zor çünkü o adımı, sizi sarmalayıp boğacak o karanlık zihniyetin içine doğru atmış olursunuz.
o yüzden, “bu ahval ve şerait altında” kurumsal ve toplumsal düzeyde laikleşmeyi hedefleyen her siyasi oluşumun lgbti+’ları, güvenliklerini, varoluşlarını, taleplerini ve haklarını, özellikle sahiplenmesi gerekiyor.
dincileşmeye karşı tarikatların kapatılmasını savunanlar var. tarikat ve cemaatlerin varlıklarının çok sakıncalı olduğunun ben de farkındayım ama kapatma politikasının, kendi hiyerarşileri içinde akıl almaz suçları mümkün hale getiren bu yapıları toplumdan silmeyi sağlayacağı çok şüpheli. bence dincileşmeyle mücadele, uzun vadede halkı bu kurumlara mahkum eden çaresizlikleri birer birer ortadan kaldırmakla olur; o çaresizlikler yurt sorunundan işsizliğe kadar uzanıyor. daha acil adımsa “azgın azınlığın” hedefe koyduklarını ve haklarını savunarak, karar mekanizmalarına taşımak. temsilden değil, kulak vermekten, anlamaktan söz ediyorum.
son olarak hatırlatmak istiyorum, bugün, bu topraklarda, “yahudi”, “keşke verilmeyecek sarı öküz”, “keşke dövdürülmeyecek papaz” lgbti+’lar. akıl, vicdan, ilke bir yana, bu bile onlara sahip çıkmayı gerektirmez mi?