İlk sömürülenin başkaldırısı, meydan okuması, çizilen çerçeveye sığmaması daha fazla öfkelendiriyor egemeni. Kendisine öyle bir tanrısallık atfediyor ki bu devasa sorgulanamaz güce karşı nasıl oluyor da varlığını dahi inkâr ettikleri toplumun kadınları bu kadar devasa bir etki yaratarak onların bu yapay ve şişirilmiş iktidarlarını yıkıyor
Dilan Dirayet Taşdemir
Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi, TJA Dönem Sözcüsü Ayşe Gökkan’a tam 30 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Türkiye’de uzun zamandan bu yana yargı mekanizması eliyle Kürtlere, muhaliflere, sol sosyalist kesime uygulanan hukuk “düşman ceza hukuku”dur. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkeme heyetinin Özgür Kadın Hareketi’nin (Tevgera Jinên Azad-TJA) Dönem Sözcüsü Gökkan’a en üst sınırdan toplam 30 yıl hapis ceza vermesinin nedeni bu düşman ceza hukukunun açık bir tezahürüdür.
Ayşe Gökkan, Kürt özgürlük mücadelesi içinde yıllardır cesaretle, kararlılıkla ve inançla siyasi faaliyet yürütmüş; kadın mücadelesinde eşitlik ve özgürlük çizgisinden asla şaşmamış, baskıların en yoğun olduğu dönemlerde dahi kritik görevler üstlenmiş, içerde dışarda mücadelesini sürdürmüş bir Kürt kadın siyasetçi ve aktivistidir.
Ayşe, bir de Nusaybin Belediye Başkanı olduğu dönemde Suriye sınırına örülen o utanç duvarına karşı tek başına mayın tarlasını geçerek ölüm orucu eylemi başlatmış ve o cesur eylemiyle o duvarı yerle bir etmiş belediye başkanı olarak hafızalara kazınmıştır.
Biz kadınlar Ayşe’yi mücadelesi, kararlılığı, cesareti, sağlam duruşuyla hatırlayıp ondan ilham alırken; devlet tam da bu yüzden onu “düşman” olarak kodlayıp müebbet sayılabilecek bir hapis cezasıyla cezalandırmıştır. Kadınları köle pazarlarında satan, kafa kesip poz veren IŞİD’lileri serbest bırakan sözüm ona tarafsız ve bağımsız yargı, Ayşe Gökkan’ın sözünü ve mücadelesini IŞİD’den daha tehlikeli bulmuş olmalı ki müebbet sayılabilecek bir ceza öngördü. Ama biz biliyoruz ki, bu cezanın arka perdesinde tarihsel bir öfke var.
Ayşe’nin politik duruşu, kadın mücadelesi, ulusal bilinci, eşitlik ve özgürlük fikri devleti fazlasıyla rahatsız etmiştir. Eğer Ayşe, son duruşmada bile mahkeme heyeti önünde el pençe divan dursaydı, itaat etseydi, korkmuş, sinmiş biri gibi görünseydi inanın bu kadar ağır bir cezayı almayacaktı. Çünkü devletin ondan istediği tek şey itaat etmesi ve pişmanlık duymasıdır. Ama Ayşe bir kez daha o mahkeme salonuna zafer işaretiyle girmiş, Kürtçe savunma yapmış, TJA ve kadın özgürlük mücadelesini savunmuştur.
Tarihten de bilindiği gibi efendi kendisine itiraz edilmesini, otoritesinin sarsılmasını ve sorgulanmasını ağır bir suç olarak öngörür ve buna karşı geleni de ders alınacak bir örnek olarak topuma ifşa eder. Ayşe’ye de bir Kürt ve kadın olarak efendiye, sömürgeciye itiraz etmenin bedeli ödettirilmek isteniyor. Kürt ve kadın olmanın bu ağır cezaları almak, öldürülmek, sürgün edilmek olduğunu hafızamız bize hatırlatıp duruyor zaten.
Ayşe Gökkan’ın hakkında hazırlanan iddianamelerin tamamı hukuka aykırıdır. Gizli tanık beyanları ve sahte delillerle şişirilmiş bir iddianame hazırlanmıştır. Emniyetin hazırladığı bir dosyadan 30 yıl ceza verilmesi Gökkan’a ve kadın mücadelesine duyulan nefretin, kinin, hıncın bir göstergesidir. Öte taraftan ceza, Ayşe Gökkan’ın üyesi olduğu kurumsal kimliğe de yönelik bir mesaj taşımaktadır. Ayşe’nin, TJA Dönem Sözcüsü, DTK delegesi, siyasi parti üyeliğinin olması ve bunlara dönük çalışmaları “yasa dışı” gösterilmeye çalışılmış. Bununla, mücadele alanlarında yer almak isteyen başta kadınlar olmak üzere yurtsever halkımız korkutulmak ve mücadeleden geri adım attırılmak amaçlanmıştır.
80’li yılların darbe sonrası işkencehaneleri, 90’lı yılların faili meçhul cinayetleri, köy yakmalar, yargısız infazlar, gözaltında taciz ve tecavüzler, 2000’li yıllar ve devamında baskı ve şiddet pratiklerinin tamamı aslında mücadeleye geri adım attırmaya dönük uygulamalardır. Bunun içindir ki, sömürgeleştirilen coğrafyaların yerli halklarının bedenleri, inançları, değerleri, dilleri, ritüelleri ve zihniyet dünyaları değersiz kılınarak tahrip edilir ve işgal edilen coğrafya başka bir “sömürge hukuku” ile idare edilir. Ancak tarihte ve bugün de görüyoruz ki; baskılar, haksızlıklar ve hukuksuzluklar arttıkça kadınların, Kürtlerin, direngenliği ve kararlılığı daha da artmış, mücadele ruhu güçlenmiştir. Devlet o en bilindik ceberut yöntemlerle biz kadınlara saldırırken; kadınlar, öfkelerini daha güçlü örgütlemiş ve kadın mücadelesini daha da büyütmüştür.
Kürt kadınların, geleneksel rollerde ve ataerkilliğin değer ve normlarından kopuşu aynı zamanda ataerkil sömürgeciliğin yaratmak istediği kişiliğe karşı da bir meydan okumaydı. Kürtlerin yarım asırdır yaşadıkları mekanlar, dilleri, mülkleri, bedenleri farklı biçimlerde şiddetin ve kırım politikalarının hedefi oldu. Kürtlerin varlığını inkâr ederek, Kürtleri ehlileştirmeye çalışan yeni sömürgecilik anlayışı, dünyanın geri kalanından farklı bir pratik sergiledi.
Kürt toplumunun varlığını, birikimini, değerlerini kabul etmek yerine, varlığını inkâr ve reddederek bambaşka bir kırılma yarattı. Kürdün adını kabul etmeyen bu zihniyet, Kürt kadınlarını bu toplumun özneleri olarak elbette kabul etmedi. Kadınları pasif, itaatkâr, aile aşiret ve erkeğin bir devamı olarak gören bu zihniyet, şiddet politikasını da bu bağlamda kadınlar üzerine kuran pratikler sergiledi. Kadına yönelik şiddetin kendisi bile erkeğe ve topluma mesaj vermek, ehlileştirmek ve irade kırmak için sergilendi. Ancak bilindik ataerkil ezberler, Kürt kadınların bu ezbere meydan okumasına, ataerkil güç ilişkilerine yönelik muazzam direnişi karşısında afalladı.
Kadınlar yüzyıldır şiddet ile inşa edilen gerçekliği ve egemenin bilgisini ve güç gösterilerini geniş bir coğrafyada ittifaklar ve birlikteliklerle dönüştürdü. Yeni bir yaşam ideasını ortaya koyarken sadece kendi cinsinin özgürlük sorunu ile hemhal olmadı, tüm toplumu adil, eşit ve demokratik bir değişime uğratacak zihinsel kodları tartışmaya açtı. Bu da tarihsel bir değişim talebini ifade ediyor. Kürt kadınlar ve onlarla dayanışma içinde olan kadınlar, tarihte iz bırakan direnen tüm kadınların sesi, sözü ve birikimiyle yol almaya devam ettikçe; erkek egemen yeni sömürgeci anlayış kadınlara saldırmayı, direnci buradan kırmayı ana hedefi haline getirdi. Resmen Sümer rahip devletinden gönümüze kadar zorbalık ve hile ile kadınlara kaybettirerek kazandıkları her şeyin yerle bir olacağını biliyorlar. Ortaçağın cadı avları hangi saik ile yapıldıysa bugün de Kürt kadınlara yönelik tasfiye ve kırım siyaseti tarihsel bağlamlarla arka perdelerini oluşturuyor.
İsteniyor ki; itaat eden, susan, ailenin, aşiretin ve erkeğin devamı olan kendi varlığının ve zihin dünyasının öznesi konumuna gelen bir kadın kimliği bu coğrafyada boy vermesin. En fazla da karşılarında duran, hakikati yüzlerine haykıran, itiraz eden, kimliğine, diline ve tarihsel birikimlerine sahip çıkan kadınlardan nefret ediyorlar. Onun içindir ki Paris’te, Silopi’de, Varto’da Kürt kadınları hedef aldılar.
İlk sömürülenin başkaldırısı, meydan okuması, çizilen çerçeveye sığmaması daha fazla öfkelendiriyor egemeni. Kendisine öyle bir tanrısallık atfediyor ki bu devasa sorgulanamaz güce karşı nasıl oluyor da varlığını dahi inkâr ettikleri toplumun kadınları bu kadar devasa bir etki yaratarak onların bu yapay ve şişirilmiş iktidarlarını yıkıyor.
Kadınların bu mücadelesi sadece kendi coğrafyaları ve yaşam alanlarıyla sınırlı değil, Ayşe’nin de dediği gibi “Bu cemre İran’dan Afganistan’a, Meksika’dan Mısır’a kadar geniş bir coğrafyaya hızla yayılıyor.” Balkonlarında bu hayır sözünü duymaktan ürküyorlar.
Kürt kadınları ve dayandıkları tarihsel kadın mücadelesi yeni bir deneyim, yeni bir yaşam, yeni bir felsefe ve ilişki tarzını var ediyor. Burada tek adamlara, eril pratiklere yer yok. Egemenin kibri ve üstenciliği tuzla buz oluyor. İşte bu tahammülsüzlük ve egemenin efendiye başkaldırısı olarak okunan kadınların itirazı ve mücadelesi cezalandırılıyor.
Ayşe Gökkan’a verilen 30 yılı aşkın cezanın tarihsel, toplumsal ve siyasal anlamı bir makaleye konu olmayacak kadar derin bir anlam taşır. Ayşe, olduğu her mekânda sömürgeci akla ve erkek egemen pratiklere karşı sözünü sakınmadı, duruşunu asla bozmadı ve meydan okudu. Onun için hem sömürgecilik hem de eril zihniyet Ayşe’den hiç haz etmedi.
Ayşe yeni bir kapı araladı ve oradan hepimize sesleniyor: Kürt’üz, kadınız ve buradayız!
Ayşe, Sabahat, Gültan, Figen, Aysel, Gülser, Leyla ve daha nice özgürlük tutsağı kadın bugün cezaevinde mücadeleyi sürdürmeye devam ediyor. Mücadele alanı cezaevi, utanç duvarının önü, sokak, meclis, iş yeri veya sürgün yeri… Hiç fark etmiyor. Yeter ki mücadele ruhunu kaybetmeyelim. Bu ruh biz kadınlarda var oldukça her yerde, eşitlik, özgürlük, barış için mücadeleye devam edeceğiz.
* HDP Ağrı Milletvekili