Dünya genelinde salgın tablosu ağırlaşıyor. Bütün insanlık salgına karşı amansız bir mücadele veriyor. Ülkeler kendi içindeki bölünmelere, siyasal kutuplaşmalara, eşitsizliklere, sömürülere rağmen, salgını el ele vererek dayanışarak atlatmaya çalışıyor.
Başka da bir yol yok zaten. Mevcut koşullarda bencillik toplumsal bir hastalık olmakla birlikte bu salgın ve virüs herkesin hayatını inanılmaz bir şekilde birbirine bağladı. Çünkü artık bizim sağlımız yanı başımızdakinin sağlığından geçiyor. Yalıtım, karantina, tecrit, adına ne dersek diyelim bütün bu tedbirlerin tamamı, toplum tümüyle sağlıklı değilse ancak bir yere kadar işe yarayabiliyor. O yüzden insanlar bir yandan birbirinden uzaklaşmaya çalışırken, bir yandan da kendi sağlığının aynı ortamı paylaştığı insanın sağlığından geçtiğinin farkında. Çünkü tek bir kişinin hastalanması yüzlerce, binlerce kişinin hastalanması demek. Salgın zinciri kendine özgü algoritması ile böylesine katlanarak devam ettiğine göre, herkes bir başkasının sağlığını gözetmek durumunda.
Elbette herkes aynı duyarlılıkta, aynı düzeyde bu meselenin farkında değil. Salgın haberi duyulur duyulmaz, marketlere koşan ve imkânı olan insanların ihtiyacından fazlasını alarak stoklamaya başladığını bütün dünyada gördük. Bu tür hayat memat meselelerinin yaşandığı anlar bencilliğin tavan yaptığı anlardır. Ancak bu kez gerçekten “kurtuluş yok tek başına” gerçekten hiç kimse sadece kendisini kurtaramayacak. Ya hep birlikte iyileşeceğiz ya da hep birlikte sürünmeye, kaçmaya, kendimizi izole ve tecrit etmeye devam edeceğiz.
Bu konuda gittikçe bir duyarlılığın geliştiği insanların yeniden toplumsal olana ağır da olsa yönelmeye başladığını gösteren pek çok örnek var. Toplumun içine serpilen kin ve nefret tohumları zayıflıyor. Belki istediğimiz düzeyde bir toplumsal sevgi yaratılmış değil ve belki bunu yaratmak şu koşullarda biraz zor da olabilir. Ancak buna bir yönelim var. Salgının yarattığı korku ile birlikte insanlar daha fazla birbirine ihtiyaç duymaya ve bunu göstermeye başladı.
Ancak huyundan vazgeçmeyen ve yaptığı kötülükten ısrar eden bir iktidar var ne yazık ki. İlk önce nüveleri ortaya çıkan toplumsal dayanışmayı baltalıyor, toplumsal iyileşme ve tedavi sürecini sekteye uğratıyor. En iyi bildiği şeyi yapıyor; ayrımcılığı körüklüyor, düşmanlığı diri tutmaya çalışıyor. Salgın ile mücadele eden belediyelere kayyum atayarak, insanları virüs belasıyla baş başa bırakıyor. Dayanışma ağlarını parçalayarak, insanların birbirine yardım etmesini engelliyor. Çeteleri, katilleri, istismarcıları salgın gerekçesiyle salmaya hazırlanırken, düşüncelerinden dolayı içeride olan binlerce siyasi tutsağı âdeta ölüme mahkûm ediyor. Dünyada herkes vatandaşlarına bu zor günlerde yardım ederken o İBAN numaraları dağıtıp, vatandaştan yardım istiyor. Üstelik bazı durumlarda da kamu emekçileri başta olmak üzere çalışanları da buna zorluyor.
En son Ankara ve İstanbul’daki muhalif belediyelerin yaptığı yardım kampanyalarına müdahale etti. Bu son karar ile birlikte çok net bir şekilde görüldü ki İçişleri Bakanlığı artık muhalefet ile muhalif belediyeler ile mücadele bakanlığına dönüşmüş. Çünkü AKP dışında kimsenin sesinin çıkmasına izin vermiyor. Muhalif belediyelerin kampanyaları engelleniyor ancak AKP’li belediyeler hâlâ kampanya yürütmeyi sürdürüyor. Kızılay, Ensar, İHH gibi kuruluşlar eliyle Suriye’deki çetelere TIR’lar dolusu yardım gönderiliyor. Çünkü bu iktidar hiç kimseye yaşam hakkı tanımıyor, tanımak istemiyor. Alternatif her türlü girişimi “terörizmle, bölücülükle” suçlayarak anında susturuyor. Kimisine kayyum atıyor, kimisinin hesabını donduruyor en nihayetinde ikisini de çalıştırmıyor. “Sadece benim borum öter, hiç kimsenin hizmet yapmasına, dayanışmada bulunmasına izin vermem” diyor. Çünkü biliyor ki kendisi dışında birileri çalıştığında hizmet ürettiğinde, yardımlaşma ağları ördüğünde kendi gerçek yüzü açığa çıkacak. Yapmadığı, eksik bıraktığı her şey daha net anlaşılacak. O yüzden iş yapacak ve çalışacak olan herkesi, topluma hizmet edecek her dinamiği anında susturuyor. Bunu yaparak aynı zamanda toplumu da kendisine mecbur ve muhtaç bırakıyor. Herkesin onun eline bakmasını, ondan yardım dilenmesini istiyor. Bu yardımı da ancak kendisine biat edenlere dağıtmayı vadediyor.
Türkiye toplumu bu duruma layık değil. Bunu hak etmiyor ve bu haksızlığı, hukuksuzluğu ancak bir ve beraber bertaraf edebilir. Çünkü iktidarın topluma dayattığı bu ayrımcılık virüsten daha tehlikeli. Çünkü topluma dayatılan bu çürüme hali, bu hukuksuzluğu hukuk haline getirme ilkelliği, herkesi içinden çıkılmaz girdaba sürüklüyor. İşte o yüzden bugün İstanbul ve Ankara’nın kampanya hesaplarının bloke edilmesinin engellenmesinin yolu da dün atanan kayyumlara karşı çıkmaktan geçiyordu. Tıpkı yarın olacak daha büyük bir haksızlığı engellemenin yolunun bugün İstanbul ve Ankara belediyelerinin hesaplarının bloke edilmesine karşı çıkmaktan geçtiği gibi. Tıpkı salgına karşı kendi sağlığımızı güvenceye almanın bir başkasının sağlığını düşünmekten geçtiği gibi.