Mevcut iktidar, HDP’yi siyasi denklemin dışına düşürmek için, tıpkı kendisine bir zamanlar yapılmış olan (AKP eşittir irtica) söylemine benzer bir biçimde (HDP eşittir terör) söylemine sarılmış durumda. Müthiş bir medya imparatorluğunu kontrol eden iktidarın yarattığı bu söylem insanlarımızın bir kısmını etkilemiş olsa da her geçen gün bu konuda söylenenlerin yalan olduğunun ortaya çıktığı da bir gerçek. Düşünsenize, 2011’de “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır” diyen Sayın Erdoğan, daha bir hafta önce Diyarbakır’da “Ben 2005’te durduğum yerdeyim” dedi. Peki, 2005’te Erdoğan ne demişti: Okuyalım:
“İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa ‘Ad koyalım’ diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur. Sorunların parça parça adresi olmaz. Bütün sorunlar Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abaza olsun, Laz olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur. Çünkü güneş herkesi ısıtır, çünkü yağmur herkes için rahmettir. Çünkü herkes aynı toprağın insanıdır, insanıyız, millet olmak işte budur.”
Derler ya “Nereden nereye!” Peki yukarıdaki cümleleri (ve daha nicelerini) söylemiş olan Erdoğan, nasıl oldu da 2005’te söylediği bu cümleleri tersine çevirerek 2011’de “Kürt sorunu yoktur” dedi ve ne oldu da şimdi “Ben 2005’te durduğum yerdeyim”, yani “Kürt sorunu vardır ve benim de sorunumdur” noktasına geri döndü?
Doğrusu bu sorunun cevabını vermek kolay olmasa da en azından şunu söyleyebiliriz: Erdoğan ve Türkiye’yi yöneten siyasi elit bu meselenin nasıl çözüleceğini ya bilmiyor ya da çözmeye cesaret edemiyor. Bundan dolayı da bunca zaman, bunca enerji ve bunca insan gücü boşa gidiyor.
Her şeyden önce şunu bilmeliyiz: Bir ülkede demokrasi varsa orada ayrımcılık olmaz. Ya da tersten söylersek, eğer bir ülkede, ülke halkının bir kısmına ayrımcılık uygulanabiliyorsa, o ülkede demokrasi var denilemez.
Bunun nedeni, bir iktidarın ülkenin bir kısmına yönelik “ayrımcı” politikalar uygulayabilmesi, aslında “sandıktan” aldığı gücün üzerinde bir güç koyması demektir. Bu, ayrım yapma gücü bir kez de facto olarak elde edildiğinde, ayrım yapılanların mağdur olmasının yanı sıra ayrım yapılmayanların da mağdur olması kaçınılmaz hale gelir. Nitekim Kürtlere yönelik ayrımcılık bir yandan doğu illerinde HDP belediyelerine kayyum atanmasına neden olurken bir yandan da batıda CHP’nin Yalova ve Urla belediyelerinin ve Boğaziçi Üniversitesi’nin de kayyumlarla tanışmalarına neden oldu.
Konu bununla sınırlı olsa neyse! Demokrasi ile elde edilen meşru güce ayrımcılıkla eklenen gayrimeşru güç de katılınca, yukarıda değindiğimiz anti-demokratik uygulamaların yanı sıra aynı zamanda yolsuzluk, hırsızlık ve ahlaksızlık gibi toplumu içten çürüten gelişmeler de kendilerine uygun zeminler bulurlar. Sonuçta ayrımcılıkla demokrasiden uzaklaşmak yalnızca siyasi değil ama aynı zamanda ekonomik dengesizliklere de yol açar.
Kısacası burada ifade etmeye çalıştığım düşünceleri özetleyecek olursam, diyorum ki:
1) Toplumun bir kesimine yönelik ayrımcılık yapabilmek, yalnızca ayrımcılığın yapıldığı insanları değil aslında tüm toplumu mağdur eder,
2) Ayrımcılık yapabilmenin de facto gücü yalnızca siyasi değil ama aynı zamanda ekonomik dengeleri de altüst eder.
Kürt meselesine yönelik uygulanan ayrımcılığa ve Sedat Peker’in ifşaatlarına bir de bu açıdan bakmak belki aydınlatıcı olur.
Okuyucularımın Kurban Bayramı’nı kutlar, mutlu günler dilerim.