Aynur Haşhaş, müzik sektöründeki erkek egemen yapıyı ve yaşadıklarını gazetemize anlattı: Bedenimiz rüşvet değil bizim
Nevin Cerav
“Özel bir ses” olarak nitelenen Aynur Haşhaş, sevda türkülerinin ve deyişlerin en önemli isimlerinden biri. Aynı zamanda da Türkiye’nin az sayıdaki kadın derlemecilerinden. Neredeyse çocuk yaşta girdiği müzik sektöründe sanatını yapmaktan çok kurallarla, dayatmalar ve cinsiyetçilikle mücadele etmiş. Dönemin en değerli isimlerinden Nida Tüfekçi, Neriman Tüfekçi ve Arif Sağ gibi hocalarla çalışan Haşhaş, sırtında çantası dağ-bayır demeden köy köy dolaşmış ve onun deyimiyle “çanağını bilgiyle doldurmuş.”
Müzikle, mücadele ve azimle geçen yılların ardından şimdi kendi prodüksiyon şirketiyle devam ediyor yoluna. Şirketi kurmasının en özgün nedeni ise müzik sektöründe kendisinin çektiği zorlukları, taciz ve mesnetsiz kuralları gençler ile kadınların yaşamaması…
“Gönlümün düşmediği kimseye sarılmadım ben” diyen Aynur Haşhaş ile türkülerini ve müzik sektöründeki cinsiyetçiliği konuştuk.
- Türkiye’niz az sayıdaki derlemecilerinden birisiniz. Nasıl karar verdiniz deleme yapmaya?
16 yaşındayken devlet konservatuarının akşam bölümüne girdim. Üniversiteyi de orada okudum. 1985 yılının sonlarında bir halk bilim sınıfı kuruldu, 56 kişiydik. Sonra 86’nın sonlarında ilk derleme için Abdal Musa tekkesine gittik. Grup olarak başladık ama ben sonrasında o kadar çok sevdim ki derleme yapmayı, devam ettim. Çünkü İstanbul’da doğup büyüsem de ruhum göçebe benim. Sonuçta konservatuar beton bir bina ve o beton binada eğitim görüyorsun. Delişmenliğinin ortaya çıkması mümkün değil o binalarda. Sadece dersleri yapıyorsun, tıpkı tarih ya da coğrafya dersi gibi, öyle öğretiliyor. Bu bir sanatçı için uygun bir sistem değil. Derleme yapmaya başlayınca bunun farkına vardım. Sonra babamla konuşmam gerekti, çok gençtim çünkü. Böyle bir süreç yaşadım. Köylere gitmek, derleme yapmak zihnimi çok açtı.
- Hangi köyleri gezdiniz ve kaç derlemeniz var?
Elimde 2 bin kadar derleme var. Müzik camiasının bana göre olmadığını fark ettiğimde o zaman gideyim çanağımı bilgiyle doldurayım dedim. Düştüm yollara. Daha çok Bektaşi ve Alevi köylerini dolaştım. Sonraları Kastamonu, Sinop gibi yerlere de gittim. Bir tek Kürt illerine gidemedim. O tarihlerde ortamlar biraz zordu. Ama çok gitmek istedim oralara. Karadeniz dahil birçok bölgeden küçük küçük, birbirine yakın köylere gittim, derlemeler yaptım. İzmir’de mesela Tire’de bir Beşiktaş-i babası inzivaya çekilmişti, 10 gün onunla kaldım. Kendi bölgem Koçgiri’de ağıtlarla ilgili çalışmalar yaptım. Erzincan ve Erzurum’daki köyleri dolaştım. Bir tek Kürt illeri içimde kaldı. Dengbej Gazin’le yapacaktım, girişimde de bulundum ama olmadı.
- Neden olmadı?
Gazin’le Van’da tanışmıştım. O’na “Güzel kadın seninle çalışma yapmak istiyorum. Sen de istersen” dedim. O da ‘tamam’ dedi. Ama bazı sorunlar çıktı, gidemedim. Sonradan da Gazin hanımı kaybettik. Bir ara televizyon programım vardı, Kars’a kadar gittim. O çalışmalarda 200 yıllık ahırın arkasına gizlenmek zorunda kalan Cemevleri’nden tutun da asimile edilmiş Ermenilere, Sinop’taki köçeklere kadar ulaştım.
- Müzik camiasında neler yaşadınız, size dayatmalarda bulunuldu mu?
Çok zorlandım müzik camiasında. Bu sisteme göre değildim. Onların kurallarına uymadım. Görüşmek, sevgili olmak, birlikte olmak istiyorlardı. Bir yönetmen sana şunu diyebiliyor mesela, ‘Maalesef taviz vermeniz lazım. Çok dik başlısınız. Bu böyle olmaz.’ Bu dayatmaları kabul etmediğin için de ‘Aynur Haşhaş geldiği gibi gidecek’ denildi. Ben eşitlikçi ve kadının özel olduğu bir gelenekten geliyorum. Babam bana hep şöyle derdi; ‘Aslanın dişisi de aslandır. Hiçbir erkeğe yaranmak için geri zekâlı rolü oynama. Zekânın cinsiyeti yoktur.’ O yüzden de ben hiçbir zaman geri zekâlı rolü oynamadım, sevgilim olduğunda da oynamadım. Bu dayatmaları bana solcular da yaptı. O yüzden de kendimi köylere attım uzun süre.
- Müzik piyasası erkeklerin tekelinde olan bir sektör değil mi?
Evet, maalesef erkeklerin tekelinde. Üstelik de kendine solcu diyen erkeklerden, aleviyim diyenlerden dahi geldi bu dayatmalar. Çok hayal kırıklığı yaşadım. Ama bunlara rağmen önümü kesemediler, çalışmalar yaptım, türkülerimi okudum. 94’te albümüm çıktığında Umut Radyo’da bir çalındı, o albüm milyonlarca insana yayıldı, ismim duyuldu. Ben türkülerimi söyleyip havaya atıyorum, hangi gönülde vücut bulursa ona hürmet ederim. Niye tacizlere, dayatmalara taviz vereyim. Ben ne insanlar gördüm bu piyasada, yanındaki kadınlara para yatıran. Fakat ses olmayınca bir şey olmuyor. O yüzden hem sanatına hem de müziğine inanmak lazım, kendine inanmak lazım.
- Amerika’da #meetoo diye bir ifşa kampanyası çıktı. Müzik, edebiyat ve sinema sektöründe de birçok ünlü erkeğin cinsel saldırıları ifşa oldu. Hatta geçtiğimiz günlerde İstanbul Film Festivali, yönetmen Serhat Yüksekbağ’ın şiddet faili olması nedeniyle belgeselini yarışmadan çıkardı…
İyi yapmışlar. Kadınların ifşalarıyla güçleniyoruz ama Türkiye’de o kadar az kalıyor ki bu ifşalar. Bana da yapmak istediler, rest çektim, korkusuz bir kadınım. Kafa tuttum onlara. Ama tabii ki bunlara boyun eğen kadınlar var. Saldırıya uğrayan kadınlar da var. Bu zihniyetlere boyun eğmemek, mücadele etmek gerekiyor. O nedenle bu ifşalar çok önemli, daha da artması lazım. Kadınların da buna karşı çıkması, direnmesi gerekiyor Gönlün bir insanı severse hangi camiada olursan ol gider sarılırsın. Sevmiyorsan sarılamazsın, olamazsın, bedenimiz rüşvet değil bizim. Ne zekâmızı, bedenimizi sunarız ne de ruhumuzu satarız. Bu zihniyetlere hizmet etmemek gerekiyor.
- Sizce hak ettiğiniz yerde misiniz?
Hayır, bence değilim Nevin. Müzik camiasına ilk girdiğim dönemlerde Arif Hocam (Arif Sağ) üç eser yazmıştı ve TRT 1’e çıkıp bu eserleri okuyayım diye beni oraya göndermişti. O zaman piyasayı elinde tutan bir adam var ve bu adamın da solist bir sevgilisi olmuş. Sadece o solisti çıkarmak için beni reddetti. Beni yayına atmadılar, aldım eserlerimi çıktım. Böyle bir sürü şey yaşadım. Her yerde önünü kesiyorlar. Ama bu durum daha çok çalışmayı getirdi bana. O dönem biraz serserilik yapayım dedim ve Meyhaneci isimli eseri okudum. Çok sevildi ve ismim asıl o zaman çok duyuldu. Normalde sevda türküleri ve deyişler okuyorum. Meyhaneci’yi ise arabeske çalan bir tarza dönüştürdüm. Meyhaneci bir türküdür aslında, Hüseyin Kaçıran’a aittir ve Bektaşilerin sofrasında gülbenk olarak okunur. Ben onu alıp altyapısını değiştirdim ve kendimce söyledim. İsmim duyuldu ama 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için yapılan bir geceye de sırf Meyhaneci’yi okudum diye çağırılmadım. Fakat nasıl bakarlarsa baksınlar ben devrimci bir kadınım.
- Bugüne kadar sizin söylediğiniz türkülerde pek cinsiyetçi ibareler duymadım. Oysa birçok türküde cinsiyetçi sözler olabiliyor. Özellikle seçiyor musunuz?
** Yok, tam olarak öyle sayılmaz. Ben çıkarıyorum türkünün içindeki o cümleleri. Bazı türkülerin de kelimelerini değiştiririm. Mesela, ‘Hangi bağın bağbanısan gülüsen, aldın aklım, ettin beni deli sen, kırk yıl geçse gene benim malımsan’daki ‘mal’ lafını ‘yârimsen’ diye değiştirdim. Hatta benden sonra hep ‘yârimsen’ diye okunmaya başlandı, özellikle de kadınlar tarafından. ‘Mal’ çok kötü bir tanımlama. Köyde bir adam eşine ‘malım’ demez. Dönemsel bir durum olmuştur, derlemeci de bunu böyle yazmıştır. Ben türküleri cinsiyetsiz bakıyorum. Deyişlerimiz de böyledir, Alevi yaşam şekli nedeniyle. Deyişler cinsiyeti görmez zaten.
Cinsiyetçiliğe karşı prodüksiyon şirketi kurdu
- Bir prodüksiyon şirketi kurdunuz. Müzik sektöründeki dayatmalara karşı bir karar mı bu?
Soyadımla bir prodüksiyon şirketi kurdum, menajerim ve yeğenimin de olduğu 5 kişilik bir ekibiz. Şu ana kadar da 5 single çıkardık. Dayatmalara gelince, evet hem bu dayatmalara maruz kalan yeni seslerin önünü açmak hem de kendi kararlarımı vererek çalışmak istedim. Kendine yol bulamayan gençlere hizmet verip gerçekten sanat yapmak isteyenlerle çalışacağız. Çünkü ben çok çektim ve bir sürü çok güzel ses bu camiada yok olup gitti, tacizleri, dayatmaları, onların kurallarını kabul etmedikleri için. Ben bu bireyciliği, tekelleşmeyi bitirmek istiyorum. Bazen bu tekel bir müzisyenin eline geçiyor, belediyeler, bazı yerler elinde oluyor ve sana diyor ki, ‘Sen giremezsin.’ Çok hayıflandım, çok güzel yürekli, çok iyi sesler vardı, direnemediler bu baskılara, cinsiyetçiliğe, tacizlere, çoğu o şekilde gitti piyasadan. Bu beni çok üzdü. Prodüksiyon şirketimizle bu tür şeylere maruz kalan gençlere ve kadınlara yol açacağız, yol olacağız. Doğru müzik yapan insanlarla kolektif olarak yürüyeceğiz.
Türküler insanların sözlü tarihidir
- Türkiye’de türkülerin hep çok önemli olduğu söylenir. ‘Asıl müziğimiz türkülerdir’ denir ama pratikte bunun yansıması pek böyle değil, neden sizce?
Aslında Türkiye’nin aydınları türkü dinlerler ama türkü dinlediklerini inkâr ederler. Sanki türkü dinlemek köylülükmüş gibi bakarlar. Varsın köylülük olsun, köylünün kenti gelişidir türküler. Arabesk müziği de böyle çıkmıştır. Şunu unutuyorlar; Türküler insanların sözlü tarihidir. Ben Anadolu Rock, arabesk ve sanat müziği teklifleri de aldım ama türkü söylemekte ısrar ettim. Çünkü türküler gerçekten insanlığı anlatıyor. En derin müziği yapsan da akademisyen olsan da seni yazmıyorlar, bir türkücüyü yazmaktan imtina ediyorlar. Kısacası bu ikiyüzlülüğü yaşıyor Türkiye. Haydar Haydar hala herkese nüfuz eden bir türkü. Burçak Tarlası mesela. Tarladaki kadının eziyetli çalışmasını anlatıyor, bugün fabrikada çalışan kadın söylese Burçak Tarlası’nı aynı sözleri yazar. Şu anda bayağı bir cahiliye dönemine düştü bu jenerasyon. Neriman Tüfekçi dönemine bakıyorum, Nida Tüfekçi’ye, hepsi gerçekten türküleri asaletle sunmuşlar. Âşık Veysel gibi köylü bir adamdan çıkan ‘Uzun ince bir yoldayım’ı hadi inkar et bakalım.