Son süreç itibariyle salgından çıkış konuşulmakta, birileri normalleşme takvimleri çıkartmakta iken, eskisi normal miydi ve ona mı döneceğiz, ya da yeni bir normalleşme mi? Sonrasında sonuçlar tartışılırken sistem ve sistem karşıtı hareketler noktasında sonuçlar konuşulmaya başlanmış durumda. Çoğu ülke yönetimleri şimdiden krizin hesabını finansal, bürokratik kısacası tüm alanlarda bir fatura çıkarmaya çalışmakta. Bunun karşısında halklar da ülke yönetimlerinin kriz anındaki karnesini şimdiden çıkartmış bulunmakta. Var olan durum ve ülke yönetimlerinin pratiklerine bakınca sınıfta kaldıkları açıktır. Zira baştan da belliydi, var olan krizin müsebbibi kendileri, bu noktada bir çözümlerinin olmadığı aşikârdı.
Bunun yanında salgının Çin’den çıkıp dünyaya yayılması itibariyle salgının iktidarlarda bir totaliterleşme yaratır mı, yaratmaz mı diye sorgusuna girişildi. Bugün baktığımızda dünyanın her tarafında bir güvenlik şiddeti kameralara yansımakta, adeta totaliterleştiklerini belgeliyor. Fakat salgının yarattığı sonuçlardan ve doğrusu ekolojik krizin sonucu yaşadığımız durum ortada iken, doğa üzerindeki talan, işgal politikaları durmuyorken, hakim basında çokça yer bulduğu söylenemez. Doğrusu hâkim medyanın salgını da eksik tartıştığı ortada. Mesela salgının doğa üzerinde bir talan sonucu olmasından ötürü, sonrası insan sağlığı üzerinde yarattığı sonuçlar ortada iken ana akım medyanın bunu hukukçularla ya da hep aynı medyanın kadrolu elemanı gibi çalışan gazetecilerle tartışması, doğrusu ne kadar trajikomik bir durumda olduğumuzu göstermiyor mu?
Bunun yanında doğa üzerinde talanın yarattığı salgın sonucu ve “evde kal” çağrısıyla beraber insanların evlere sıkıştırılmasını fırsat bilip, doğa talanını zirvesini bularak, totaliterleşme durumunu tamamlıyor diyebiliriz. Bunun yanında ülkenin her tarafında yaşanan doğa talanı adeta pike yapıyorken, bunun üzerine tartışma yapıldığını gören var mıdır? Bunun aksine ana akım medyadan tutun, irili ufaklı medyada çıkarılan din adamlarının “bu bir kıyamet, imtihandı cezasını çekiyoruz, bunun için şu duaları edin korunursunuz’’ gibi söylemlerin sahibi insanların çıkarılması ülkemizde yaşanan akıl tutulmasını göstermeye yetmektedir. Yine bunun yanında elden ele gezen videolar, ses kayıtları ve sözüm ona birilerinin ha bire komplo teorileri üretmesi, doğrusu derinlikle bakılınca bir şeylerin demagoji yapılarak adeta algı propagandası yaptıkları ortada ve öyle ki kapitalist modernitenin yarattığı çıkmazı örtmeye çalışıyorlar.
Evet, haliyle bunlar konuşulup, tartışılırken, ana akım medya dışında çıkan bir haberde uluslararası bir kurum olan Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre, Mart ayında yani salgının çoğu ülkede yayılmasıyla birlikte 18 ülkede ormanlık alanın, ağaçlık bölgelerin 6 bin 500 kilometrekare azaldığı açıklamasını yaptı. Ayrıca Maryland Üniversitesi’nin uydu kayıtları üzerinden topladığı veri inceleme sonucunda 2017-2019 yılı itibariyle Mart ayının karşılaştırması sonucunda ağaç kesimlerinin 150 kat arttığını açıkladı.
Doğrusu var olan araştırması yapılan ülkeler arasında Türkiye yok. Fakat sanmayalım ki biz bu durumdan azadeyiz. Zira salgının ülkemizde çıkması sonucu ilk ölümleriyle beraber, birkaç gün içinde Muğla Çıtlık alanında plantasyon işlemi için 30 hektar yetişmiş ormanda ağaç kıyımı başladı, sonrasında Kaş’ta çıkan yangınlar ve yıllardan beri önceleri yangın çıkarılarak bugün ise düpedüz ağaç kıyımı yaşanan Şırnak Cudi Dağı takip ediyor. Konu itibariyle Muğla ve sonrası Kaş bir rant meselesi iken, Şırnak Cudi’de yaşananların tek açıklaması güvenlikçi politikalar.
Önceki yıllarda Gabar’dan Cudi’ye orman yangınları çıkartılıyor, yetmiyor kimsenin yangınların söndürülmesine müdahale etme izni verilmiyor, haliyle koca bir ekosistem her sene yok edilmekte. Bu sene yaşanan durum biraz farklı açıkça yangın değil, düpedüz ağaç kıyımı ve kesimi yapanlar bölgede bulunan köy korucuları. Doğrusu, bu filme yabancı değil hiç kimse, Hasankeyf’te gelen yıkımda esnafa, köylüye, kısacası halka ev, istihdam vaat etmişlerdi. Botan Çayı üzerine baraj yapılırken de yine insanlara Botan Çayı’nı milli park kapsamına alıp, insanlara bölgeyi turizm cenneti düşünü kurdurmuştu. Bugün ise koruculara verilen aylık maaşlarla kendi eliyle doğasını katlettirdiğini görüyoruz.
Son olarak Amerika’da bir gösteri sırasında genç bir protestocu, gövdesine yapıştırdığı ayna ile polislere kendilerine aynadan bakmalarını istemişti. Ve son elime geçen İdris Özdemir’in Ülke şiirinden geçen bir alıntıyla; “aynalar şehrinden kaçmak mümkün mü?’’