Kapatma davasında yalnızca HDP üzerine ülkenin geleceği üzerine de bir karar verilecek
Günay Kubilay
SAVUNMAYA GİRİŞ – Hatırlanacağı gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca (YCB) 17 Mart 2021 tarihli iddianameyle hem Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması hem de hakkımda ‘beş yıllık siyaset yasağı’ talebiyle başvurulmuştu. Anayasa Mahkemesi (AYM) ise oybirliğiyle aldığı 31 Mart 2021 gün ve 2021/1 Esas (Siyasi Parti Kapatma) sayılı kararla iddianameyi eksiklerini tamamlamak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na (YCB) iade etmişti.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 07.06.2021 gün ve 36321649/2021/2 sayılı iddianamesiyle, eksiklerin giderildiğini belirterek yeniden AYM’ye başvurmuştu. Bu başvuruda HDP’nin temelli kapatılmasının yanı sıra, iddianamede adı geçen 451 kişi hakkında “… kararın Resmi Gazete’de yayımlandıktan itibaren beş yıl süreyle bir siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, denetçisi ve üyesi olamayacaklarına karar verilmesi’ istenmişti.
İddianamede adı geçen 451 kişiden biri de dönemin MYK üyelerinden biri olan benim. YCB’ce hazırlanan ikinci iddianameyi incelediğim zaman esas itibariyle ilk iddianamenin tekrarı biçiminde olduğu, AYM’nin iade gerekçelerinin esastan giderilmediğini gördüm. Bu nedenle gerek HDP’nin kapatılması gerekse hakkımda siyaset yasağı istenen bu davanın reddedilmesini istiyorum. Çünkü 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 102. maddesi gereğince Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükümlere aykırı fiilin işlenmesi halinde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak partiye, YCB’ce yazılı uyarı yapılmamış, MYK’nın görevden el çektirilmesi istenmemiştir.
Hangi usul? Nasıl hukuk?
2820/102 açık olduğu halde, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca HDP’nin uyarılması ve MYK’nın görevden el çektirilmesi neden istenmemiş olabilir? Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, ‘görev ihmali’ yaptığı iddia edilemeyeceğine, hatta ‘görev ihmali’ nedeniyle suçlanamayacağına göre, bu durumda demek ki HDP’nin eylemlerinde Anayasa’nın 68/4’e bir aykırılık görülmediği, bu nedenle HDP’ye yazılı uyarı yapma ihtiyacı duyulmadığı, MYK’nın görevden el çektirilmesini gerektirecek herhangi bir eylemin bulunmadığıdır. Bu tespiti YCB’nin iddianamesi de doğrulamaktadır. 843 sayfalık iddianamede HDP’nin MYK dahil, hiçbir organının eylemlerinin Anayasa’nın 68/4’e aykırı olduğuna dair tek bir ibare dahi yer almamaktadır.
YCB’nin 2820/102 çok açık olduğu halde, ‘uyarı süresi’ geçtikten ve zaman aşımına uğradıktan 6 yıl sonra HDP’yi kapatma, MYK üyeleri dahil HDP’li 451 siyasetçiye ‘siyaset yasağı’ istemiyle AYM’nin kapısını çalmış olmasının hukuki gerekçelerle açıklamak mümkün değildir. Çok açık ki, YCB’yi 6 yıl sonra 2021 Türkiye’sinin olağan dışı koşullarında harekete geçiren temel faktör, ‘Anayasa’nın 68/4’e aykırılık’ iddiasından doğan hukuki kaygılar değil, YCB’ye yapılan emrivakilerin zorunlu kıldığı politik tercihler olmuştur.
Acemilik değil, kasıt
Bu arada, AYM’nin oybirliğiyle ‘iade’ ettiği iddianameye dayanak gösterdiği ve adeta ‘hukuk fakültesi öğrencilerine ders’ niteliğindeki gerekçelerin YCB tarafından bilinmediği, YCB’nin böylesi bir hukuksal birikim ve deneyimden yoksun olduğu için ‘acemi işi’ bir iddianameyle AYM’nin kapısını çaldığı düşünülemez. Böyle bir düşünce her şeyden önce YCB’nin bunca yıllık hukuksal birikim ve deneyimine haksızlık olur. Dolayısıyla YCB’nin esastan aynı iki iddianameyle AYM’nin karşısına çıkmak zorunda kalışının yegane nedeni, Başsavcılığın elinde HDP’yi kapatmaya hukuksal dayanak oluşturacak somut delillerden yoksun oluşu ve gecikmeksizin politik bir emrivakiyi yerine getirme zorunluluğudur.
Nitekim Yargıtay Başsavcısı’nın “Biz elimizden geleni yaptık” şeklindeki açıklaması, bir yandan örtük bir ‘hukuksal çaresizliği’ dışa vurmakta, diğer yandan da AYM’ye şu çağrıyı yapmaktadır: “Biz elimizden geleni yaptık’, sıra sizde… Bir başka deyişle: “Hükümetin siyasi ikbali söz konusu. Hukuksal kaygıları bir kenara bırakalım. İnce eleyip sık dokumayalım, enine boyuna bakmayalım, eldekiyle yetinelim ve elbirliğiyle HDP’yi kapatalım.”
Politik emrivakiler düzeni
Aynı bakış açısı hakkımdaki ‘siyaset yasağı’ talebi için de geçerlidir. Henüz 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2021/6 Esas sayılı dosya kapsamındaki yargılama süreci devam etmekte ve kesinleşmiş herhangi bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Yargıtay Başsavcılığı’nca henüz sürmekte olan bir davanın sonucu dahi beklenmeksizin, yalnızca savcılık ifadesi dayanak gösterilerek, peşinen ‘olaylardan sorumlu’ tutulup, ‘siyaset yasağı’ talebiyle AYM’ye başvurmak, demokratik bir hukuk devletinde başta ‘masumiyet karinesi’nin çiğnenmesi olmak üzere, ‘skandal’ olarak nitelenebilecek olağan dışı bir durumdur.
Dolayısıyla politik direktifler ve emrivakilerle AYM’nin önüne getirilmiş bu davanın sonucu, yalnızca HDP’nin örgütsel varlığını belirlemekle, yalnızca HDP’li birkaç siyasetçinin siyasi geleceğini etkilemekle kalmayacak, 21. yüzyılda ‘Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?’ sorusuna Yüksek Mahkeme tarafından hukuksal bağlam içinde verilmiş bir yanıt da olacaktır.
‘İhsası rey’ sorunu
*Türkiye iç hukukunda, maruz kaldığımız yargılama süreçlerini kanunilik, meşru amaç ve demokratik toplumda gereklilik kriterlerine uygunluk testine tabi tutabilecek en üst ve son merci Anayasa Mahkemesi’dir. Ve mevcut kapatma davasının bu biçimiyle açılmış olması bu açıdan iki ciddi soruna yol açmaktadır.
BİRİNCİ SORUN, değerlendirilen delillere konu soruşturmaya da kovuşturma sona erdikten sonra hak ihlali iddiasıyla Yüksek Mahkeme’nin önüne gelebilecek başvurumda Mahkeme önceden kararını açıklamış olabilecek, bu itibarla da adeta “ihsası rey” yapmış olacaktır. Benzer şekilde iddianamede kesinleşmiş olan 13 hapis cezası bulunmaktadır. Bunların içinde bireysel başvuru yoluna başvurulmuş olanlar da mevcuttur. (Ki Sırrı Süreyya Önder, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Gülçin İsbert başvurularında Yüksek Mahkeme ihlal kararları vermişti.) Bu itibarla bu araştırma yapılmadan kesinleşmiş mahkûmiyetler açısından da kapatma talebi hakkında Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar hukuken sorun yaratacaktır (…)
İKİNCİ SORUN ise devam eden soruşturma ve kovuşturmalar bittikten sonra bunların bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelmesi ve Mahkeme’nin verebileceği olası ihlal kararının etkisiz kılınmasına ilişkindir. Kapatma kararı verildikten sonra dosyalar bu sefer bireysel başvuru yoluyla Mahkeme’nin önüne taşındığında ihlal tespitiyle her somut başvuru dosyasının yargılaması yeniden başlayacaktır. Ne var ki (…) her bir başvurucunun siyasi örgütlenme özgürlüğünün demokratik toplumlarda temel aracı olan siyasal partiye üye olmak hakkı geriye dönüşü olmayan bir şekilde ihlal edilmiş olacaktır.
o Yukarıda açıklanan itirazlar, Anayasa’nın 148. maddesi, Siyasi Partiler Kanunu’nun 102/3 maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, bireyler hakkında iddialar veya hükümler parti kapatma davasında kapatma nedeni, “odak olma” gerekçesi ve siyaset yasağına hükmetme gerekçesi sayılamayacaktır. Aksi halde hukuk üstünlüğüyle bağdaştırılamayacak çelişkili, tutarsız bir durumun kanun koyucu tarafından benimsendiği kabul edilmiş olacaktır.
İhlaller zinciri
Tüm bu nedenlerle:
*Hakkımda yürütülen yargısal süreçler gerekçe gösterilerek verilecek bir siyaset yasağı kararı, öncelikle AİHS madde 10 ve 11’de korunan ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü haklarımı ihlal edecektir.
*Bağımsız ve tarafsız yargılama prensibi ile savunma hakkı ilkesinin, etkili hukuk yoluna başvurma hakkının zedelenmesi nedenleriyle AİHS madde 6 ve madde 7’de düzenli adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelecektir.
*Türkiye’de pek çok siyasi parti üye ve yöneticisi çeşitli eylem ve davranışları nedeniyle yargılanmakta, beraat etmekte ya da alternatif yaptırımlara maruz kalmaktadır. Bunların hiçbiri açasından yargılama süreçleri “parti kapatma” ve “siyasetten beş yıl süreyle yasaklanma” gibi ek bir müeyyidenin konusu olmadığı halde, o dönemde HDP MYK üyesi olduğum için benim böyle bir yaptırım tehdidi altında bırakılmam AİHS madde 14’teki düzenli ayrımcılık yasağı ile AİHS madde 18’i ihlal etmek olacaktır.
*Zira olası bir kapatma kararı serbestçe seçme ve seçilme ile siyaset yapma hakkımı ihlal edeceğinden AİHS Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin de ihlali anlamına gelecektir.
SONUÇ VE İSTEM
Tüm bu nedenlerle hakkımda siyaset yasağı ve HDP hakkında da temelli kapatma talep eden kapatma davasının tümüyle reddedilmesini istiyorum. Türkiye’nin politik yaşamına damgasını vuran bütün bu olağan dışı gelişmelere rağmen Türkiye’de hâlâ hukuk içi boş bir kabuk, hukuk devleti retorikten ibaret değilse eğer, Yüksek Mahkeme’nin evrensel hukuk normları doğrultusunda gereğini yapacağını, farklılıkların budanmasına, özgünlüklerin törpülenmesine ve HDP dahil muhalif seslerin susturulmasına izin vermeyecek çoğulcu demokratik siyaset yapma hakkına sahip çıkacak ve Türkiye’nin içine sürüklenmiş olduğu girdaptan çıkışına yol gösterecek bir kararın altına imza atacağını umuyorum.
* HDP’ye yönelik olarak açılan kapatma davasında hakkında beş yıl siyaset yasağı istenen 451 kişiden biri olan partinin eski sözcülerinden Günay Kubilay’ın Anayasa Mahkemesi’ne 7 Aralık 2021 günü gönderdiği savunmasını -kısaltarak- yayınlıyoruz.
Savunma ve açıklamalar
Başsavcılık, yukarıda özetlenen yargısal süreci, hem HDP’nin kapatılması hem de beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, yöneticisi, denetçisi ve üyesi olmamın yasaklanması kararı verilmesi talebine gerekçe göstermiştir. Öncelikle hakkımdaki iddiaları kabul etmiyorum. Bu iddialar, açıklayacağım nedenlerle HDP’nin temelli kapatılmasının ve hakkımda siyaset yasağı kararı verilmesinin gerekçesi yapılamaz.
Siyasi Partiler Kanunu ve Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere, tüm kanunlarda, ceza yaptırımının uygulanması için usulünce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunması gerekir. Anayasa’nın 38/4’üncü maddesine göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” (…)
Hakkımda soruşturma konusu yapılan ve parti kapatma iddianamesinde alıntılanan iddialar incelendiğinde, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkının kullanılmasına dayandığı görülmektedir. Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle güvence altına alınan, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma hakkı gibi temel hakların kullanılmasının siyasi parti kapatma ve siyaset yapma yasağı kararı verilmesi talebine gerekçe yapılması hukuka uygun değildir.
Başsavcılık, HDP’nin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı eylemlerin odağı haline geldiğini sadece HDP üye ve yöneticilerinin ifade ve davranışlarını listeleyerek açıklamaya çalışmıştır. Sayılan eylemlerin tamamına yakınının seçim konuşmaları, çeşitli toplantılar, anma etkinlikleri, törenlere veya cenaze merasimlerine katılma, çağrılarda bulunma, kınama ve eleştiriler ve benzeri açıklamaları, suçu ve suçluyu övme, örgüt propagandası vb. düşünce-ifade suçları kapsamında değerlendirildiği gözlemlenmektedir.
HDP’nin ön savunmasında açıklandığı üzere, söz ve eylemleri, iddiaya esas alınan ve siyaset yasağı istenen “451 kişi hakkında toplam 526 soruşturmanın listelendiği; bunlar içinde 256’sı hakkında soruşturmanın halen devam ettiği, 347’sinde kovuşturma safhasına geçtiği görülmektedir. 451 kişi hakkında toplam 561 kovuşturmanın listelendiği ve bunlar içinde kesinleşen sadece 13 mahkûmiyet olduğu görülmektedir.”
Soruşturma ve kovuşturmaya konu olan fiillerin ise neden “siyasal ifade özgürlüğü” koruması altında olmadığına ilişkin “değerlendirme” şablon halinde 520 kişiden 316’sında “Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla evrensel hukuk kuralları gereği silahlı terör örgütü kabul edilen PKK/KCK kapsamında” ifadesiyle başlayıp ardından ilgili kişinin davam eden soruşturması ya da yargılaması ya da mahkumiyeti olduğu belirtilerek tamamlanmaktadır.
Hakkımdaki yargısal süreçte, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne dayalı eylem ve davranışlar nedeniyle yürütüldüğünden büyük olasılıkla beraatle sonuçlanacaktır. Düşük bir olasılıkla iddiaların mahkumiyetle sonuçlanması halinde ise maruz bırakıldığım hak ihlalleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun kullanmam zorunlu hale gelecektir.
* HDP’ye yönelik olarak açılan kapatma davasında hakkında beş yıl siyaset yasağı istenen 451 kişiden biri olan partinin eski sözcülerinden Günay Kubilay’ın Anayasa Mahkemesi’ne 7 Aralık 2021 günü gönderdiği savunmasını -kısaltarak- yayınlıyoruz.