Dünya ve ülkemizi kısacası her tarafı kasıp kavurmakta iken salgın; iktidar-sermaye birlikteliği yangından mal kaçırırcasına doğa üzerinde talan için aceleyle, her tarafta talanı hızlandırmış durumdalar. Bunun için yönetmelikler dâhi değiştirilmekte. En son Korunan Alanlar ve Sit Alanları yönetmeliği değiştirilmiş, yine Bartın Çayı da bundan nasibini almış, niteliği düşürülüp talanın meşruiyet zeminleri yaratılmaktadır. Sonrasında yine önlerinde olan engel gördükleri halk ve doğa savunucuları olmaktayken, bugün herkesin evde kalması ile rahatlıkla her alana giriyorlar. Bunun yanında engel olabileceklerini düşündüklerini de hemen ekarte etmeye çalışıyor. Son süreçte öyle ki Kaz Dağları’nda direniş çadırları kuran bölge halkı ve doğa savunucularını atmak için korona bahane edilerek çadırlar sökülmeye çalışıldı.
Yaşananları herkes artık ekolojik kriz kabul edip, müsebbibinin Kapitalist Modernite’nin kendisi olduğunu dillendirmekteyken, hepsinin altında yatanın ise doğa üzerine yıllara dayandırılan insan merkezli zihniyetin talan politikaları olduğunu kabul etmekteyken, ülkemizde hiç ders alınmadığını göstermektedir. Herkes adeta durumu öyle kabullenip ona göre politikalar üretmenin elzem olduğunu söylerken, ülkemizde tam tersi bir durum yaşandığını artık pratik olarak her haliyle görebilmekteyiz.
Son olarak yine bunlar yaşanırken Dersim Milli köyü tekrardan gündemleştirilmeye başlandı. Dersim Milli köyü hem inanç, hem de doğası açısından önemli bir yer, hafıza merkezi olmaktadır bölge halkı için. Köyde Kürt edebiyatının önemli isimlerinden Sılo Qiz’in mezarının yanında, Alevi inancının önemli hafıza merkezlerinden olan Vile Jêlê ziyareti bulunmaktadır. Fakat son süreçte ve öncesinde yıllarca yaşanan katliamlar, yarattığı göçler hâlâ hafızalardan silinmezken, bugün Dersim’in doğası da bu talanın içine çekiliyor. Özel şirketlerin gözüne kestirdiği Milli köyünde faaliyete girmesi için 2006 ve öncesinden beridir, sadece faaliyete geçirilmeye çalışılan taş ocağı için binlerce ağaç kesilmiş, orman alanları yok edilmiş, öyle ki sıra mezarların tahrip edilmesine kadar varmış durumda. Sonrasında sadece ocaktan çıkarılan atıkların çevreye atılmasından ötürü bitki örtüsü tahribiyle beraber, yabani meyveler artık yetişmiyor, bostanlar ekilemiyor, havası kirletilmekte ve koca bir köy adeta çölleşmeyle karşı karşıyadır. Sonunda ise 2006’da taş ocağı açılmış durumda fakat köylüler ve bölge halkı için önem atfeden Milli köyü, hem doğası hem de mezarlıkların tahribine kadar iş gelince halk ve doğa savunucuları tarafından tepki göstererek, şirket sahibi geri adım atmak zorunda kalmış ve 2015’te kapatma kararı alınmıştı. Yine bundan öncesi açılması planlanan 2 taş ocağı yargı yoluyla iptal edilmesine rağmen şirket tekrardan taş ocağı açmak istemektedir. Doğrusu son süreçte yine Dersim’de Munzur üzerine yapılmak istenen HES projelerinde de görülmüştü, yargının durdurma kararı almasına rağmen şirketler talana kaldığı yerden devam etmişlerdi.
Bunlar yaşanırken hem korona salgını hem de ülkenin içinde bulunduğu baskı sürecinden olsa gerek çokça dillendirilmemekte ya da diğer talan olan doğamızın parçalarından ötürü bir türlü ilk sıraya yerleşemiyor. Fakat bölge halkı, hem inançsal olarak hem de doğa hassasiyeti ile talanın önünde durmaya çalışmakta ve gündemleştirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple hem halkın hem de doğa savunucularının alandan sahiplenişinin yanında, imza kampanyaları başlatılmış durumda. Doğrusu yaşanan salgın durumundan ötürü tepkisellik böyle gelişmek zorunda ya sosyal medyalardan tag’lar açılıyor ya da imza kampanyaları gibi yollara başvurularak gündemleştirilmeye çalışılabiliyor.
Başta da bahsetmiştik, Dersim denince adeta katliamlarla özdeşleştirilmiş bir kent aklımıza gelmekte ve hâlâ bıraktığı göç ve ölümlerin yarası kapanmamış durumda. Nesiller boyu unutulmayan katliamın bıraktığı yara hafızalara kazınmış durumda iken, doğa üzerine yaşanan katliamı da gören bölge halkı adeta bir dejavu yaşanıyor hissine kapılmaktadır. Öyle ki kampanyanın yürütücülerinden olan Deniz Bilgin, bir televizyon kanalına verdiği röportajda yaşanan doğa talanından ve kimsenin doğa talanına ortak olmamasından bahsederken, sözlerini Dersim direnişinin önderlerinden olan Seyit Rıza’nın o hafızalara kazınan sözüyle bitirmişti; “Ayıptır, günahtır, zulümdür, cinayettir!’’