Cama vurup üstüne düşüyor. Yağmurdan kurtardığı şey, onu yağmurdan koruyor. Bir ölü, ama sanırsın ki tüm bir gök onundur, bütün yeryüzü de egemenliğinin bir parçası. Açıkta kalmış bir kafatası, eklem uçlarından sararmış birkaç kemik… Altında, huzurlu uykulara dalmış ve asla uyanmaya yeltenmez derin düşünceler gömülü. Artık hiçbir yanlışı seslendirmeyecek ve hiçbir öfkeye ses veremeyecek.
Düşlerin sonunda eriştiği mükemmellik, düşüncenin tümden eriyip gittiği o an. Ölüm, yani dış dünyaya yönelmeyecek olan ve artık kendisiyle bir daha anılmayacak becerikli ilginin solgun bekçiliği. İnceliğine düşkünlüğünden değil, yağmurun onda bulduğu, o kokusuz sessizliğine olan hayranlık. Bu bakımdan da zamandan kurtardığı şey, onu zamandan korumuştur.
Bilinci açıkken doğadışı ifşaatlar gören o yıkıcı canlılık, hissizliğin derinliğinde köpüren o aşırı fikirli çılgın isteklilik nerede şimdi?
Sürtünen bulutlar, dönüşen mevsim, akıp giden sular… Kırık kemiklerle iliklenmiş düşüncelerin çatlaklarından sızan, çiseleyen yağmur damlaları. Eskiden sinir uçlarının buluştuğu yerde biriken, balçık ve çürümüş ağaç kabukları. Cama vurup üstüne düşen, yağmurla birlikte şimşek parıltıları.
Gümüş çalığı bir aydınlıktan soluduğu serin rüzgar, sonsuzluğa uyuşturan sıcak bir nefesten aşırılma. Tutkularını gömüyor ve suçluluğunun sorumsuzluğunu sergiliyor toprak. Suskunluk ki, sorunlu kibrin tırnaklarıyla kazıyıp alır her zayıflığı. İşte vaktiyle kelimelerden kurtardığı şey, onu çığlıklardan koruyor. Hiçlikten doğan saf ve doğal seslerin, eriştiği dilsizliğin uğultulu dağılışı ve istekli sönüşü. Yağmur bir şeydi çok önceleri, şimdi toprak bile bir şey değil, yalnızca renk tortuları, paslı ağaç kabukları ve çürümüş bitki kökleri…
Islak bir kafatası, ışık ve rengi karanlık diye geri veren içi boş göz delikleri. Nasıl da az yanıltıyor şimdi, hiçbir yemişe hakkı olmadığını bilen dişsiz ağzın soğuk açıklığı. Özgürlüğü yokluğuyla gelmiş ve her şeye, hiçbir şeyin ne daha iyi ne de daha kötü olmak gibi bir derdinin kalmadığı o erişilmez mesafede. İşitmenin yükünden ve hatırlamanın bütün ağırlığından kurtulmuş.
Dokunuşların duyurduğunun tersine her türlü biçimlenmiş şeye duyduğu o kör, sağır ve dilsiz saygının son belirtisi, sonsuz boşluğa yönelmiş sükunet içindeki çıplaklığı. Yalıtılmış ve bağışlanmıştır gün ve geceyle gelen her türlü esrimeden. Hiç bilemedi öncesinden; yalnızlıktan kurtardığı şey, onu yalnızlıktan koruyor. Yağmur damlaların üstünde bıraktığı buğulu sis gölgesi, artık ne duyarlılıklarının ne de önyargılarının gölgesi.
Suskun yüzü, yeryüzünün gürültülü tortusuyla ve canlı bir örümceğin ışıklı ayak izleriyle kaplı. Cama vurup üstüne düşüyor ve yağmurun kaldırdığı örtünün altında, ani ve öngörülemeyen anların aydınlattığı şey, hiç aşınmayan ilk bilgi: ıslak ve soğuk bir kemik çıplaklığı, seni bekleyen bir düşsüz kalıntı, bir sonsuz sessizlik.
Uzak, boş ve her şeyi içine alan o ürkütücü bakış, göreni bir şeylere sahip olmaktan utandırıyor. Acı ve yoksunluktan ibaret de olsa gerçekten yaşanmış hayata, ondan vazgeçme inceliğiyle beslenen bu üşüten bakışta yine de ılık bir şeyler var. Çünkü hüzünden kurtardığı şey, onu kederden koruyor. Ve izlenirken çöken melankoli geçip gidenlerin ne düşüncelerini ne de sözlerini ağırlaştırmıyor.
Yağmur, sis ve asırlar soğutmuş bir kafatası ve birbirinden canlılığını kopararak ayrılmış kemik kalıntıları. Eskiden duyarlığın ateşle doldurduğu yüzünün çizgileri şimdi birbirine doğru yürüyen kıl inceliği sarmaşıkların savaş meydanı, sararmış çatlaklarında köklerin yollarını bulduğu karanlığın ısırgan geçitleri. Aldırmıyor ikisine de zira umudun iyi ve minnetin de kötü hafızasından yoksun. Öyle ki, sessizliği kendi yerine her şeye bağlanmış ve utangaçlığı izin vermez yaşamı duyurmaya.
Süreklilik duygusu alıkoyar onu, kendi zamanından ve ilgisiz kaldığı çağlardan. Çünkü kendinden kurtardığı şey, onu kendinden koruyor. Ve akıldışı, imkansız bir şey.
Bir ceset kalıntısı, ama kalkıp kalabalığa karışırken şöyle mırıldandığı duyuluyor onun: “Yürekten uyuştuğu baskı altında önce hiç, sonra ayaklanan bir ölü herkes. Ötesi, garip hortlak hikayeleri…”