Lozan Antlaşması’na ilişkin sorularımıza yanıt veren Saliha Aydeniz ‘Lozan’ın 100. yılında Lozan’dan dersler çıkararak bugünkü savaşı karşılamak gerekiyor’ dedi
Selman Çiçek
Lozan Antlaşması’nın 100. yılında Türkiye Federe Kurdistan Bölgesi’nin Zap ve Metîna alanlarına yeni saldırı başlattı. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz ile Türkiye’nin başlattığı yeni saldırıları ve bu saldırıların Lozan’a da dayanan tarihsel planını konuştuk.
- Viranşehir’de iki polisin öldürülmesinin ardından 24 Temmuz’da devletin çözüm sürecini bitiren saldırıları da başladı. Bu tarih aynı zamanda Kürtlerin geleceğinin yok edildiği Lozan’ın tarihidir? Hem Lozan hem de çözüm sürecini bitiren bu saldırının aynı tarihte olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtlerin kendi topraklarında verdiği varlık mücadelesini ve bu varlığa yönelik saldırıları uzun bir zincir olarak düşünürsek Lozan da çözüm süreci de bu zincirin halkalarındandır. Dolmabahçe Mutabakatı hem Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalkınması hem de Kürt sorunun çözüme kavuşturulmasında tarihi bir adımdı. Fakat savaştan beslenen bir iktidar, kirli ittifak kurarak binlerce Kürt ve Türk gencinin yaşamı pahasına savaşı seçti. Bu tutum, bahsettiğimiz varlık mücadelesinin başlangıcından bugüne Kürtlere yönelik saldırıların yalnızca bir başka pratiğiydi. Devletin iç kliklerinin Ceylanpınar’da kendi polislerinin şaibeli bir şekilde öldürülmesine ihtiyacı vardı. Bu anlamıyla bu tarih Kürtlere saldırı konseptinin yeniden başlatıldığı tarihtir. Devlet aklı Kürde, halklara karşı katliam, baskı politikasını sürdürürken tarihsel arka planından besleniyor. Devlet aklından güç alan bugünkü iktidar yine Kürtlere, gençlere, kadınlara, halklara yönelik bütün saldırı ve baskılarını tarihteki sembolik bazı günlere bilinçli olarak denk getiriyor. Örneğin, Şeyh Said’in idam tarihi olan 29 Haziran yıllar sonra Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a idam cezası verilen tarih olarak karşımıza çıkmıştır. Yine 9 Nisan Sayın Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun başlangıç tarihidir. Aynı zamanda Irak, Türkiye ve Güney Kurdistan hükümetinin imzaladığı Kürtler için bir özyönetim statüsü oluşmasın diye imzalanan Şengal ve Maxmur Sözleşmesi’nin de tarihi aynıdır. 24 Nisan Ermeni Soykırımı tarihidir, bu devlet aynı zamanda 24 Nisan 2021’de Güney Kurdistan’da özgürlük alanlarına karşı savaş başlatmıştır. Yine 15 Şubat Şeyh Said İsyanı’nın bastırıldığı gün ve Sayın Öcalan’ın rehin alındığı gündür. 100 yıllık ret, inkâr, imha ve tasfiye politikası hala devam etmektedir. Bu tarihler böyle de değerlendirilebilir. Bu yüzden HDP Ceylanpınar saldırısının araştırılması adına Meclis’e bir önerge verdiğinde bu önerge reddediliyor ve karanlıkta bırakılıyor.
- Çözüm sürecinin sonlandırılmasının üzerinden 8 yıl geçti. 8 yıl boyunca yoğun bir çatışma süreci yaşıyoruz. Bu 8 yılda çatışmalı süreç bir sonuç alabildi mi?
Aksine, savaş siyasetinin ne Ortadoğu’da ne de dünyada sorunları çözmediğine canlı bir şekilde tanıklık ediyoruz. Kürtler üzerinden yürütülmek istenen kirli politikalar bugün dünya çapında bir mülteci krizi oluşturdu ve Ortadoğu’da huzurun sağlanamaması beraberinde tüm dünyanın kendisini fiilen 3. Dünya Savaşı’nın içinde bulmasına sebep oldu. Yine aynı politikaları milliyetçi, tekçi, cinsiyetçi sağ anlayışın tüm dünyada yükselmesi, nefret siyaseti ve kutuplaşma izledi. Türkiye’nin bu son 8 yılda içine girmiş bulunduğu ekonomik, siyasal, sosyal ve toplumsal çıkmazlar da savaşın sonuçlarıdır. Savaşa harcanan bütçe, Kürt halkına düşmanlıkla devam ettirilen savaş politikası Türkiye’yi ciddi bir ekonomik krize sürükledi. Bugünkü iktidar bekasını Kürt düşmanlığı üzerinden devam ettirmek için dünyada bütün hegemonik ülkeleri, özellikle Arap yarımadasını karış karış geziyor. Amacı bir miktar nefes alabilmektir maddi bir destekle. Ama buna karşılık hangi değerleri satılığa çıkardı, ülkenin geleceğini ne yolla karanlığa sürüklediği de muamma. Bugün bütün dış ilişkiler “Kürtleri tasfiye etmeme ses çıkarmayın, ben size her konuda evet derim” politikasıdır. Dolayısıyla 8 yıllık savaş süreci Türkiye’yi freni patlamış kamyon misali baş aşağı götürdü. Refah adına, demokrasi adına bir sonuç yok ortada. Tersine, her gün daha çok krize boğulan bir ülke tablosu var. Daha birkaç gün önce Suruç’ta DAİŞ saldırısında katledilen 33 genci andık. Bu 8 yılda birçok insan katledildi, bu coğrafya belki de hiç görmediği kadar ölüm gördü. Buna karşılık DAİŞ gibi barbar çetelere karşı kadın öncülüğünde dünyaca tanınan bir mücadele verildi. İnsanlığın kendi özgücüyle karanlıktan çıkabileceğinin göstergesi olan bu mücadele sürüyor, sürecek. Ancak bu özsavunmayı gerektiren savaş politikalarının ne kısa ne de uzun vadede bu coğrafyaya vaat edeceği hiçbir şey yoktur.
- Çözüm sürecinde hem ekonomik anlamda hem de barış anlamıında insanlar daha umutlu idi; ancak bugün daha karamsar bir tablo var? Bu sekiz yılın sonunda kim kazandı kim kaybetti?
Bunu bir kayıp olarak değerlendirmek bir yenilgiyi kabullenmek gibi algılanabilir. Türkiye demokrasisi savaş politikaları üzerinden kendini var eden iktidarlar olduğu sürece özgür ve eşit bir yaşam ihtimaline uzak kalacak. Ama barış kalıcı bir umuttur. Varlık yokluk mücadelesi bakidir. 2014 yılından beri Kürt özgürlük mücadelemiz ve siyasetimiz üzerinde inanılmaz bir baskı var. Çok sevdiğim bir söz vardır: Bir kimlik üzerinde bin yıllarca oynarsan tanınmayacak hale gelir. Şimdi bizim karşımızda da sekiz yıldır Kürt siyasi kimliği üzerinde oynamak isteyen bir iktidar var. Bizi “yenilebileceğimize” inandırmak istiyor, halkla bağımızı koparma peşinde. 2013-2015 Sayın Öcalan’ın devrede olduğu, diyalogun sürdüğü süreçte Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü başta olmak üzere Türkiye’nin yapısal sorunlarından toplumsal zeminde çıkabileceğine dair toplumun neredeyse tamamında bir inanç gelişmişti. Bu inanç Türkiye’nin toplumsal barışına giden yolun taşlarını döşüyorken iktidar sarsıldığını, tekçi zihniyetin kaybettiğini, halkların kazandığını gördüğü gibi tecrit politikasını mutlak ve kesintisiz bir halde devreye soktu ve devam ettiriyor. Kaybedenin aslında savaş ve düşmanlık politikası olduğunu, kazananın ortak mücadele olduğunu görmek lazım.
Kürtler olarak ilk defa böyle bir süreç yaşamıyoruz. Her süreçten çıktık, psikolojik savaşa karşılık dönüp hazineyi kaybettiğimiz yerde aramamız lazım yani kendimizde. Siyasetinden halka hepimize sirayet etmesi için uğraşılan bu karamsarlığa karşı bu coğrafyada en dirençli olması gerekenler bizleriz. Çünkü bizim alternatifimiz, paradigmamız, mücadelemiz devam ediyor. Bu sebeple bugün bir halk yürütülen bir sürecin bitmesiyle, bir seçim sonucuyla asla yenilmez. Bu halk kendine olan inancını ve mücadelesiyle bağlarını yitirirse asıl o zaman bir yenilgiden bahsedilebilir. Şimdi halk toplantıları alıyoruz, bize yönelik bu anlamda eleştiriler var ve bu eleştiriler hem bir taraftan bizi toparlıyor hem de diğer taraftan halkın bizden nasıl da ümidini kesmediğinin, mücadelesine hala sıkı sıkıya bağlı olduğunun göstergesi olarak karşımızda duruyor. Halk toplantılarında karşımızda yenilmiş bir halk, bir hareket yok. En zor zamanlarda en zorlayıcı şekilde çözüm talep eden ve bu çözümün bir parçası olmaktan da geri durmayan bir halk var.
- Çözüm sürecinde öne çıkan aktörlerden biri de PKK Lideri Abdullah Öcalan’dı. Öcalan ile diyalog kurulduğunda daha umutlu bir ortam hâkim iken Öcalan’a tecrit uygulanması ve çatışmalı süreçte ısrar edilmesi ne gibi sonuçları oldu?
Çözümün sesi olan Sayın Abdullah Öcalan’ın mutlak ve ağırlaştırılmış bir tecride maruz bırakılmasının faturası özelde Ortadoğu’daki bütün halklara, genelde tüm dünyaya ağır bir fatura olarak dönmektedir. Tecrit bugün burada bütün topluma yayılmış durumda. Cezaevlerinden yaşam alanlarına, ekonomiden sanata her tarafta bir baskı ve izolasyon söz konusu. Kadınlar, gençler, halklar, inançlar… Herkes bu baskıdan nasibini alıyor. Özellikle “sınır dışı operasyonlar” hem halkın huzuruna hem de tabağındaki yemeğe, aracındaki yakıta yansıyor. “Bir kurşun kaç para, biliyor musunuz?” diye soruyorlar sürekli halka. Halkı milliyetçi söylemlerle konsolide etmeye çalışırken de Kürtlerin topraklarına operasyonlara devam ediyorlar, yine halkın cebinden mühimmat alıyorlar, sonra yine işgal edilen topraklarda yandaşlarının ceplerini dolduracak projelere imza atıyorlar. Bu iktidar kendi geleceğini devam ettirmek için kutuplaştırma politikası yürütüyor. Halklar arasında ırkçı yönelimlerin sebebi iktidarın savaş ve düşman politikaları, tecrit politikalarıdır. Savaş politikası çözümü değil, çözümsüzlüğü derinleştirmekte. Amaç başta Kürt sorunu olmak üzere yapısal sorunların çözümsüz bırakılması yoluyla toplumu kontrol etmektir. Tecrit derinleştikçe krizler derinleşiyor. Savaş ve düşmanlık politikası tecritle birebir bağlantılıdır. Sayın Öcalan Kürt sorunu konusundaki tek muhataptır. Tecrit sürdükçe savaş politikası da ekonomik kriz de sürecek. Bu bir döngüdür ve bu döngünün kırılmasının tek bir yolu var: Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve ilk başta Ortadoğu için bir nefes olan projesinin yaşama geçirilmesi. Bu yüzden bugün Sayın Öcalan ile iletişim kurulamayan her dakika halkların, yaşamın ve eşitliğin aleyhinedir. Bu tecridin bir an önce sonlandırılması bütün dünya için hayati önem taşıyor.
- Her yıl Federe Kurdistan başta olmak üzere PKK’nin bulunduğu alanlara operasyonlar yapılıyor. Ancak her kış, “Devlet geri çekildi” söylemleri duyuyoruz. Bu operasyonlarla sonuç alınıyor mu?
Dediğim gibi alınan bir sonuç yok. Aksine devlet dile getirmediği, sakladığı çok fazla kayıp veriyor. Ancak yukarıda da söylediğimiz gibi, AKP-MHP iktidarının savaş politikalarının halkı düşünen tek bir yanı yok. Milliyetçi söylemlerle koltuğunu ve cebini korumaya çalışan bu iktidar, kandırdığı insanların çocuklarını gözünü kırpmadan ölüme gönderirken kendi çocukları için muazzam bir servet biriktiriyor.
- Bu yıl da Zap ve Metina alanlarına KDP’nin desteği ile kapsamlı yeni bir operasyon başlatıldı. Bu operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz, bunun sonucu diğerlerinden farklı olacağını bekliyor musunuz?
“Sınır ötesi operasyonlar” ile şimdiye kadar toplumun huzuruna dair bir yere varılamadı, varılamaz. Bu sadece krizleri derinleştirir. Lozan’ın 100. yılındayız. Kürtler için anlamını sık sık tartışıyoruz. Ulus devletin resmileştiği bu anlaşma, başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halkların tasfiyesi ve reddi anlamına gelen bir anlaşmadır aslında. 100 yıldır bu politikayla karşı karşıya kalınmasının bir sebebi de Kürtlerin kendi içinde birliktelik sağlayamamasıdır. Yine Lozan Anlaşması sürecinde Kürtlerin siyasal taleplerini örgütsel bir zeminde sunan bir yapı yoktu. Lozan’a giden yolu döşeyenler yine kendi çıkarını düşünen, Kürtlerin tasfiyesini amaçlayanlarla beraber hareket edenlerdi. Bugün Güney Kurdistan’da gerçekleştirilen operasyonlar KDP desteği olmadan ve KDP’den habersiz gerçekleşemez. Orada onlarca askeri üs kurulamaz ve pervasız bir savaş yürütülemez. Orada savaş sadece PKK’ye değil, Güney Kurdistan halkının kazanımlarına karşı düşmanlık politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Neo-Osmanlıcılık politikası çerçevesinde Misak-ı Milli sınırlarını gerçekleştirmek ve bu çerçevede tarif ettiği yerleri işgal etmektir. Güney Kurdistan ve Rojava’da yürütülen savaş bunun göstergesidir. Dolayısıyla Lozan’ın 100. yılında Lozan’dan dersler çıkararak bugünkü savaşı karşılamak gerekiyor. KDP’nin tutumu Kürt halkı nezdinde kabul edilebilir değildir. Gün, Kürtlerin kazanımlarını koruma ve ulusal birlik içinde hareket etme günüdür. Bu savaş gerçekliği defalarca denendi ve tutmadı. KDP de bu gerçekliği görüp buna göre hareket etmelidir. Bu savaşta Türkiye devleti bir sonuç alamayacaktır, ancak yurttaşının yaşadığı krizleri derinleştirecektir.
- Kürt siyaseti, bu operasyonlara karşı nasıl bir tavır alacak, özellikle Öcalan üzerindeki tecridin kalkması için ne gibi bir yol izleyecektir?
Siyasetimizin bu operasyonlara yaklaşımı başından beri bellidir. Bizler Ortadoğu’da halkların bir arada huzurla yaşayabilmesi için çözümün diyalogdan geçtiğine inanıyoruz ve bu diyaloğun yolunun da İmralı’nın kapılarının açılmasıyla kurulacağını söylüyoruz. En başından itibaren askeri operasyonların durması yönünde eylem ve söylemlerde bulunduk ve tecride karşı kamuoyu çağrılarımızı tekrarladık, hukuki başvurularımızı yaptık. Sonuç alana kadar mücadelemiz devam edecek.