“Dini siyasete alet etmeyin” sözü kadar apolitik, siyaset fukarası bir başka yaklaşım daha yok herhalde. İyi Parti’nin “Ayasofya’yı ibadete açın ama siyasete kapatın” şeklindeki afili çıkışı cehalet değilse büyük bir aldatmacadır. Tarih boyunca, cami, kilise, havra, tapınak, zigurat gibi mekanların tamamı siyasetin mayalandığı yerler olmuştur. Çünkü din en etkili politik çekim merkezlerindendir. Her inanç yaşamla ilgili olduğu için siyasetle iç içedir.
Günümüzde en yaygın ve etkili dini inançların tamamının kendisine has bir politik anlatısı, geçmişi ve öyküsü vardır. Kim Hz. Musa’nın kavmiyle göç etmesinin, Kızıldeniz efsanesinin, Firavun’a karşı çıkmasının politik olmadığını iddia edebilir? Ya da Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin? Ya da Müslümanlarca kutsal kabul edilen hicretin, din uğruna verilen savaşların?
İdeolojik olan politiktir. Her dinin güçlü ideolojik altyapıları; dünyayla, yaşamla kurduğu bağları olduğuna göre hiçbiri siyasetten soyutlanamaz. Her inanç kendisine göre bir yaşam biçimlendirmiştir, bir ilişkiler ağına sahiptir. Dinlerin tamamı aynı zamanda egemenlik iddiasındadır, aralarındaki rekabet ve çekişmenin nedeni budur. Yoksa Allah’a ulaşmanın, onunla buluşmanın, ilahi olana zuhur etmenin herhangi bir aracıya ihtiyacı yoktur.
500 yıllık Ayasofya çekişmesinin nedeni hangi inanç mensubunun hangi yolla tanrıya yakaracağıyla, hangi faninin ilaha nasıl kavuşacağıyla değil, bu egemenlik çatışmasıyla ilgilidir. İktidarlar, ibadetin biçimi ya da içeriğiyle değil, güç ve ihtişamla inşa edilmiş dini merkezlerde devşirilecek fani kudrete kimin sahip olacağıyla ilgilenir.
Geçmişte Ayasofya gibi politik merkezlerin aidiyeti çok keskin çatışmaları beraberinde getirirken günümüzde bu tür merkezleri kontrol eden gücün “dünya düzeniyle” ilişkisidir esas belirleyici olan. Türkiye’de estirilen, “biz bütün dünyaya kafa tutarak, kendi kararımızı uyguladık” açıklamalarının hiçbir gerçekliği yoktur. Ayasofya kararı büyük güçlere rağmen, onların oluru alınmadan alınmamıştır. Tıpkı, AKP’nin Rojava’ya saldırması, Libya’ya girmesi, Güney’e yönelik operasyonu bu güçlerin oluru ve izni olmadan gerçekleştirmediği gibi. Ayasofya kararı etrafında dünyadaki etkili güçlerin resmi olmasa da zımni bir uzlaşısı bulunmaktadır.
Bu kararın, AB yetkililerinin kısa süre önce Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerden sonra alınmış olması tesadüf değildir. Dünyada bu konuda gösterilen homurdanmanın ve hoşnutsuzluğun biçimden öteye geçmemesi de bununla ilgilidir. Ayasofya kararından hemen sonra Trump ile Erdoğan arasında Libya’ya, Erdoğan ile Putin arasında Suriye’ye ilişkin anlaşmalar yapılıyor olması, bu güçlerin durumdan duydukları memnuniyetin göstergesidir.
Dolayısıyla dünya güçlerinin Ayasofya kararına verdikleri olur ile AKP’ye içeride güç devşirmesi için kredi açılmıştır. Buna izin veren güçlerin tamamının AKP’nin varlığına ve onun dünya düzeni açısından yarattığı risklere ihtiyacı vardır. Kapitalizmin bugün yaşadığımız evresi kaos evresidir; çatışmaya, gerginliğe, aşırılığa ihtiyaç duymaktadır. Bu bir diyalektik kanundur; Trump’ın, Putin’in, Merkel’in varlığı bu kaosa, yarattıkları yabancı düşmanlığına, dinler ve toplumlar arası gerginliğe bağlıdır. Barışçıl ve huzur içinde yaşayan bir dünyada bu isimlerin hiçbirinin iktidarda kalması mümkün değildir.
İktidarın Türkiye’de dinler ve kültürler arası ilişkiyi zedelen yaklaşımı dünya genelinde dinler ve kültürler arası gerginlikten ve çelişkiden nemalanan güçler için altın fırsattır. Her biri kendi ülkesinde bu kararı, yabancılara, Müslümanlara karşı düşmanlığın gerekçesi haline getirerek bunun üzerinden yıllarca varlığını sürdürebileceğini hesaplamaktadır. Dolayısıyla bu konuda varılan zımni uzlaşma ve anlaşması AKP ile dünya güçleri arasında “al gülüm ver gülüm” anlaşmasıdır. Kazan kazan politikasıdır. Ayasofya kararı sadece AKP açısından değil, Trump, Putin ve diğer otoriter güçler açısından da “Allah’ın lütfudur.”
Dünya genelinde bu tür hamlelerle toplumlar adeta düşünsel olarak da felç edilmiştir. Din, iman, milliyet gibi etki gücü yüksek aidiyetlerle, dönen dolaplar perdelenmeye, asıl niyetler görünmez hale getirilmeye çalışılmaktadır. Eşitsizlik ve sömürü üreten düzen böyle kurulmuştur. Yüzlerce yıl süren köleci düzen böyle sürdürülmüştür. Benzer tartışmalar, bu eksen üzerinden hareket eden politik güçlere büyük manevra alanları sunmaktadır.
Fakat bu güç döngüsü kırılgandır, en nihayetinde birbirini politik olarak besleyen bu güçlerin günün sonunda hesaplaşması kaçınılmazdır. Libya’da, Suriye’de, Kürdistan’da alt emperyal politikalara heveslenen iktidara yol verilmesi, daha büyük emperyal güçlerce önünün açılması, düzenin çarklılarına kurban arayanların hesaplarıyla ilgilidir.
‘Ayasofya kimindir’ tartışması da anlamsızdır. Aidiyet ve sahiplik egemenlik ilişkisinin bir parçasıdır. Ayasofya tarihindir. Kendisini inşa edenlerin isimleri bile bugün hatırlanmazken alınan bir karar ile bu tür tarihi mekanlara sahip olunabileceğini sanmak büyük safdilliktir.