İlham BAKIR
Ayartılmış, baştan çıkarılmış, hakikati çalınmış, değer yitimine uğratılmış bir toplum gerçeği ile bu kadar çırılçıplak ve bu kadar aymazlıkla karşı karşıya kalınmamıştı hiç. İktidarın devamı için öldürülen onca insan, doğanın onca yağmalanışı, onca dolandırıcılık, soygun tezgahı, kurulan onca kirli ilişki ağı, bütün bunların sonucunda elde edilen servetin ortaya saçıldığı gösterişli lüks yaşamlar. Ve bir yandan onca yoksulluk… Bütün bu kirli iktidar ilişkilerine ve bu ilişkilerin sonucu yaşanan yoksulluk ve sefalete rağmen bütün bunların müsebbiplerine duyulan hayranlık, verilen onay. Bütün bunları sanki biz yaşamıyoruz, televizyon ekranlarından evlerimize dolan bir dizi film izler gibi izliyoruz etrafımızda dolanan, bedenimize bulaşan, ruhlarımıza dolanan onca şeyi.
Bir önceki yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Jean Baudrillard, içinde bulunduğumuz milenyum çağının gerçekliğini kaybettiğini ve yapaylığın hâkim olduğu bir dünyada yaşadığımızı ifade eder. Baudrillard’ın simülasyon kuramı ile temellendirdiği bu durum, gerçeğin simülakrlar aracılığı ile gösterge, imaj ve kodlara dönüşmesi ile ifade edilir. Hiper-gerçek olanın hâkimiyeti, düşüncenin ve gündelik yaşantının bütün alanlarında metastaz şeklinde yayılmaktadır. Baudrillard, şeylerin simülakra dönüşümünü ifade etmek için ve modern hayatın, iktidar etrafında suç ortaklığı ve ganimet paylaşımı cazibesini pazarlayan bir olgu olarak “ayartma” kavramını öne sürer. “Ayartma”, gerçeğin gücünü elinden alarak anlamın buharlaşmasına sebep olan bir eylem biçimidir. Gerçekten de bugünün Türkiye’sini, iktidar toplum ilişkilerini anlayabilmek ayartma kavramı ile kurulan ilişki ile en çok anlaşılabilir kılmak mümkündür. Aslında Türkçede “ayartma” sözcüğü daha ziyade ayartmanın cinsellik içeren bir göndermesi ile kullanılır ve ayartıcı olarak kadınlık ayartılan olarak erkek bir anlam kodlamasına dönüştürülür. Ve elbette bu ilişki kodlaması içerisinde kadına biçilen rol erdemli olanı erdemsizliğe, düşürülmüşlüğe sürükleyen bir roldür. Bir başka “ayartan” olma öznesi olarak “Şeytan” da güçlü bir sürükleyen olarak simgeleştirilmiştir. İktidarcı cinsiyetçi egemen anlatıda kadın ve şeytanın ayartma eylemleridir insanın cennetten kovulmasına ve ebedi bir mutsuzluğa sürüklenmesine neden olan. Bu anlatıda ayartıcı olarak kadın ve şeytanın seçilmesi elbette erkek egemen sistemin kirli ilişkiler ağını gizlemek için çok sistematik kurulmuş bir hedef saptırmadır.
Bugün geldiğimiz yer itibari ile iktidar asıl ayartıcı olanın, kar hırsı uğruna toplumu saptıranın, bütün sapmaların kaynağının kendisi olduğunu bu tür bir kurgu ile gizlemek ihtiyacı duymuyor bile. Hatta bırakalım gizlemeyi elinde baştan çıkarmaya, ayartmaya dair ne kadar enstrüman varsa açıkça ortaya seriyor. Çalmak, çırpmak, soymak, talan etmek, öldürmek, zulmetmek gibi toplumsal algıda bin yıllardır toplum hafızasında olumsuzluk, yıkıcılık olarak kurulan anlam dizgesini yerle bir ediyor. “Güçlü olan bunları yapmayı hakkeder, güçlü olan bunlardan dolayı hesap vermez, güçlü olmak için iktidarın kir ve şer ekseni etrafında buluşmalısın. Bu şer ekseninde kümelenirsen mutlaka sana da buradan bir pay düşer”i çok açık bir ayartıcı motto haline getirmiş bulunuyor.