Talebeler bizim köye her zaman gelirlerdi. Ama bu defa devrimciler gelmişti. Daha doğrusu talebeler, devrimci olarak gelmişti. Çok kimse görmemişti onları, görenler fısıltı ile anlatıyordu. (Yerin kulağı vardı. Devlet duyarsa çocukların başına bir şey gelebilirdi.)
Sinanların, Başyurt Yaylası’na gelmesi daha bir ay olmamıştı, ama kırk tane efsane anlatılıyordu. Ne kadar babayiğit oldukları, ne kadar gelişmiş silahları olduğunu artık Kürecik’in 25 köyünde herkes biliyordu. Bir süre sonra devletin de haberi oldu, peşlerine düştü. Artık Kürecik’te uzun askeri araç konvoylara rastlanıyor, gece yarıları evler basılıyor, insanlar bilgi almak için karakollara çekiliyordu. (Kürecikliler hiç sır vermedi. Kendi içinde doyasıya konuştular, ama tek bir söz dışarıya sızmadı. Sinanlarla ilgili bildiklerini devrimci görmedikleri komşu köylere bile anlatmadılar.) Çobanlar azıklarını paylaştı onlarla, avcılar av etlerini. Güley teyze sabahlara kadar ekmek pişirdi onlara, Sinanlar ekmeksiz kalmasın diye yaylaya gitmedi, ta ki Sinan’dan haber gelene kadar. Güley teyze kendi anlattı: “Sinan, haber gönderdi, ‘Güley anneye selam söyleyin, artık yaylaya göçebilir’ diye, ondan sonra göçtük. Ama gözümüz arkada kaldı. Sinanlar ekmeksiz kalır diye…”
Sinan (Cemgil) ve arkadaşları Nurhaklara çekildiler, Denizler Kürecik’e gelirken yakalanmışlardı ve onları nasıl kurtaracaklarını gözlerden uzak bir yerde tartışmak istiyorlar.
Sonunda iki gruba ayrılmayı, Sinan’ın önderlik ettiği grubun Kürecik’teki ABD üssünü basmasını ve ABD askerlerini rehin alıp karşılığında Denizleri kurtarmayı planladılar. Tekrar Kürecik’e doğru yola çıktılar. Sonra bir çoban onları ihbar etti. Çoban, hemen muhtara koştu, muhtar manyetolu telefonla karakolu aradı.
Baharın son günüydü.
Mayıs’ın son günü.
Daha bahar gülleri uykudayken, bir cayırtı koptu.
Sinan yorgun arkadaşlarına kıyamamış ilk nöbeti kendi üstlenmişti. Diğerleri o kadar yorgunlardı ki kuru yere uzanmaya uyumaya başlamışlardı. Bir keşif için Kürecik’e gitmek için yola çıkan Hacı, bir de ilk ve son nöbetçi Sinan ayaktaydı. Jandarma ve İnekli köylüleri grubu kuşatmıştı. Cayırtı kopunca Sinan hem arkadaşlarını uyandırmaya çalıştı hem de karşılık vermeye başladı. Sadece Sinan karşılık verebildi. Sinan (Cemgil), Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan yaşamını yitirdi, Mustafa Yalçıner ağır yaralandı.
Kır gerillası için Malatya kırsalına gelen grup daha bir ay olmadan dağılmış oldu, ama bizim orda hikâyeleri sanki yıllarca o dağlarda kalmışlar gibi anlatılır. Daha sonra o dağlara İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları geldi. Yıllarca kaldılar. Belki o yüzden hikâyeler karıştı. Belki bizim köylüler o dağlarda hep devrimciler olsun istedi. Bilmiyorum.
Hiç anlatmadığım bir hikâyeyi burada anlatayım. Sinanların Başyurt’ta olduğunu Mehmet Ali Amca’nın oğlu Hacı söyledi bana. Hem o gün Hacı ile birlikte onlara katılmak için Başyurt’un yolunu tuttuk. Alişükran Dağı’na kadar gittik, ama kimseye rastlayamadık. Geceyi bir koyun ağılında geçirdik. Sabah olduğunda pirelerden kurtulmak ve açlığımızı gidermek için bir an önce köye ulaşmak için acele ediyorduk.
Daha sonraları Denizlerin idamına karşı bir imza kampanyası başlatıldı. Küreciklilerin tam kadro imza atıkları bir eylem oldu. Okuma yazması olmayanlar parmak bastı. Olanlar, kalbini bastı.
O imzalar hâlâ durur orda devrime ve devrimciliğe atılmış gibi.