AB’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı birlikte, çok kritik bir dönemde Türkiye Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ediyor. Görüşmenin nedenleri ve detaylarından ziyade kadın başbakana protokolde ikincil muamele öne çıktı. Oysa görüşme çok stratejik, çok tarihi ve çok kapsamlı.
Hemen sıralayalım. Her şeyden önce AB Erdoğan’ın iktidarını tekrar teyit etmiş, birlikte çalışma için güvence vermiştir. Türkiye’de acil seçim ihtiyacı ortadan kalkmıştır, yönetsel acziyet hoş görülmüştür, ekonomik krizin aşılması, demokratik talepler, Kürt sorunu, inanç sorunu, kadın özgürlüğü, insan hakları vb konularda iyileştirilmelere gidilmesi, bunları esas alan STK veya siyasal muhalefet güçlerinin desteklenmesi düşüncesi ve planları rafa kaldırılmıştır.
Erdoğan’a içeride dilediğini yapma serbestiyesi sunulmuştur. Hatta yetki, ünvan ve söylem ve pratik olarak ister Cumhurbaşkanı, ister Halife, ister Sultan isterse İtalya Başbakanı’nın da vurguladığı üzere diktatör olsun, kendi tercihidir. İç dinamiklerle, muhalefetle nasıl cebelleşir onun meselesidir. Ancak AB’nin göstermelik bazı kriterlerinin yerine getirilmesi ve görünürde kamu vicdanının rahatlatılması için popüler olan bazı siyasetçilerin, yazarların ve STK tutuklularının Erdoğan’a göre makul bir zamanda serbest bırakılması sağlanacaktır. Böylece umutlu açıklamalar yapılarak kamuoyu oyalanırken, esas alınan stratejik işbirliğinin önünü açacak işbirliğinin temeli güvenceye alınacaktır.
Esas meselelere dönersek…
Türkiye’nin AB üyeliği bir nevi rafa kaldırılmış ve yeni bir ilişki zemini yaratılması için üst düzeyde bir ziyaret gerçeleşmiştir. Bundan dolayı Çiller döneminde bir sömürge pozisyonuna sokularak hazırlanan Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, kapsamının genişletilmesi, ama sömürgeci karakterinin teyit edilerek devam ettirilmesi söz konusudur.
Askeri eylemlerinde Türkiye’nin Avrupa çıkarlarına dokunmaması gündemin başına oturtulmuştur. Suriye ve Irak’taki krizlerden nemalanarak askeri yayılmayı esas alan Türkiye devleti hızını alamamış Katar ve Sudan’a askeri güç göndermiş, Başur’da 30’dan fazla askeri üs kurmuş, Suriye’de belli bölgeleri işgal etmiş ve ilhak sürecini başlatmış, Libya iç savaşına müdahil olmuş; Akdeniz’de ticaret, seyahat güvenliği, petrol arama, kıta sahanlığı vb konularda tehditkar olmuş; dilediği yerlere deniz güçlerini yönlendirerek dengeleri, gelenekleri, yasaları, anlaşmaları alt üst etmiş; Kıbrıs konusunda çözümsüzlükte diretmiş; insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, petrol kaçakçılığı, kayıt dışı para aktarımı konularında dilediğince hareket etmiş; devletleri, yasaları, teammülleri, sistemleri görmezden gelmiştir. Bu bağlamda AB ile bütün sorunlu noktalarda Erdoğan ve emellerinin durdurulması talep edilmiştir. Diğer cofrafyalarda ise serbest bırakılmıştır.
Mülteci hareketlerinde geçiş ülkesi iken yerleşim alanına dönüşen Türkiye’nin bu durumunun devam etmesi. Hatta AB’nin sınır dışı etmek istediği mültecileri de Türkiye’ye gönderme talebinin yerine getirilmesi ve bunun karşılığında verilen para hacminin arttırılması değerlendirilmiştir.
Ekonomik krizden dolayı iflas eden, iflası ertelenen veya risk taşıyan işletmelerin kelepir fiyatına Avrupalılara satılması; Dolar ve euronun değerinin artmasına paralel olarak ucuzlayan işgücünün AB firmalarına çalışması için taşeron şirketlerin kurulması ve Türkiyeli emekçilerin Avrupa sanayine hizmet ederek Çin gibi büyük global güçler karşısında güçlenmesini sağlaması; devletin elinde özellikle varlık fonuna ait olan büyük işletmelerin Avrupa sermayesine peşkeş çekilmesi istemi ekonomik çıkar üzerine kuran Avrupalıların iştahını kabartmaktadır.
Borsa, banka ve ülke hazinesine dair de değerlendirme ve teklifleri ihtimal dahilindedir. Mesela IMF, Avrupa Merkez Bankası gibi resmi kuruluşlardan kredi alınınca kriterleri belirleyici olur. Bütçenin denetimi, şeffaflık esastır ve bu Erdoğan’ın hiç işine gelmez. Emekliler, emekçiler, ücretliler aleyhine kararların alınması bu kuruluşların kriterleri arasında yer alsa da Erdoğan’ın uygulamalarından öteye gidecek güçleri yok zaten. Yani zaten o alasını yapıyor. Öyleyse bu kuruluşlar yerine özel sermayeli Avrupa finans kuruluşlarının önünün açılması, dileyenin hazine bonosu alması, dileyenin borsada işlem yapması, dileyen tefeci usulüyle yüksek faizle devlete, ülke bankalarına kredi verebilmesi, olası sıkıntılara da devletin engelleri kaldırması, teminat vermesi büyük bir iştahla talep edilmektedir.
İngiltere dahil Batı Avrupa ülkelerinin kimyasal atıklarda içinde olmak kaydıyla çöplerinin Türkiye’ye taşınması, taşınan miktarın arttırılması hevesini de unutmamak lazım.
Elbette AB yöneticileri ile Erdoğan arasındaki görüşmelerde bu konular tek tek işlenmemiştir. Ama varılan prensip anlaşmalarının pratiğe dökülmesi halinde daha kapsamlı ve detaylı anlaşmalar hedeflendiğini belirtebiliriz.
Aşama kat edilmesi halinde ekonomi kredi kuruluşları yavaş yavaş Türkiye’nin notunu iyileştirecek, döviz cinsinden sıcak para akışı artacak, ucuz alınan işletmelerin daha aktif hale getirilmesiyle istihdam hacminde biraz artış olacak. Bu gelişme siyaseten de Erdoğan’ı rahatlatır, hatta bir sonraki seçimi de garantiler.
İktidar sağlam olduktan sonra ülke satılmış, ülkenin Kürt sorunu, demokrasi sorunu, özgürlükler sorunu, inançlar sorunu, cins sorunu, çevre sorunu, eşitsiz gelişim sorunu, istikrarlı ve müreffeh yaşama hakkı veya herhangi biri kimin umurunda.