Avrupalı emperyalistler dünya çapında üretilen zenginliğin büyük bir bölümünü gasp yoluyla kendi refah coğrafyalarında yoğunlaştırırken, coğrafyalarını koruyan kale duvarlarını sürekli yükseltiyorlar. Emperyalist sömürü, müdahale savaşları, uluslararası hukuka aykırı işgaller ve hammadde kaynaklarının, dolayısıyla dünyanın talanı dünya çapında yoksulluğu, açlığı ve ekolojik felaketleri yaygınlaştırıyor. Sonucunda ise, sayıları hâlihazırda 100 milyonu aşan insan yurtlarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Terk edemeyen milyarlar ise yoksulluk, açlık ve ekolojik felaketlerle boğuşuyorlar. Dünyayı küresel bir fabrika hâline getiren emperyalizm hem kendi coğrafyalarındaki hem de dünya çapındaki ezilen ve sömürülen sınıfları bölmek, altta tutmak için elinden geleni yapıyor.
Merkez kapitalist ülkelerin bulunduğu refah coğrafyalarının etrafı dünyanın lanetlilerinin aşamayacağı yüksek duvarlarla örülmüş durumda. Ama artık bu da yeterli görülmüyor: burjuva demokrasilerinin en temel hak ve özgürlükleri teker-teker rafa kaldırılarak, yardıma muhtaç milyonların refah coğrafyalarının yakınına gelmeleri dahi olanaksız hâle getiriliyor. Örneğin Britanya’nın gerici Sunak hükümeti karar altına aldığı ve büyük olasılıkla yakında yürürlüğe girecek olan “Yasa Dışı Göç Yasası” ile Britanya’ya bir şekilde gelmeyi başarabilen mültecileri hemen Ruanda’ya gönderecek. Britanya’nın imzası da bulunan bütün uluslararası insan hakları ve mülteci hukuku böylece geçersiz kılınacak.
Benzer bir girişim Almanya’da da tartışılıyor. Irkçı-faşist AfD partisinin toplumsal desteğinin artması gerekçe gösterilerek, Alman faşizminden çıkartılan bir ders olarak yürürlüğe sokulan “bireysel sığınma hakkının” kaldırılması isteniliyor. Aslında Federal Anayasa’da yer alan “sığınma hakkı” maddesi 1993 büyük uzlaşısıyla fiilen geçersiz kılınmış durumda. Çünkü Almanya etrafını çevreleyen ülkeleri “güvenli ülke” diye deklare ederek, kara yolu üzerinden Almanya’ya gelebilenlere sığınma hakkını kaldırmıştı. Bugün olduğu gibi, 1990’larda da doğrudan devlet politikalarıyla körüklenen faşist şiddet olayları bu hakkın kaldırılmasına gerekçe gösterilmişti.
Ancak sığınma hakkının fiilen kaldırılmış olması da burjuva siyasetçilerine ve yaygın medyadaki yaygaracılara yetmiyor. Kendileri gibi, yani “beyaz” olmayan insanlara en fazla düşük ücretli köle seviyesinde tahammül gösteren burjuva toplumları, şimdi de “beyaz” olmayanları Avrupa’nın sınırlarından binlerce kilometre uzakta tutmak istiyorlar. Zaten bu nedenle Türkiye ile yapılan mülteci antlaşmalarından sonra Tunus gibi bir dizi ülkeye yüklü meblağlar aktarılarak tampon bölge ve sınır koruma memuru olmaları sağlanmak isteniyor.
Elbette bazı istisnalar da yok değil. Örneğin Almanya “Nitelikli İşgücü Göç Yasası” ile belirli koşulları yerine getiren eğitimli, bu şekilde üretim süreçlerine ve hizmet sektörüne sorunsuz entegre edilebilecek ve varlıklarıyla ücretler üzerindeki baskıları artıracak göçmenleri ülkeye davet ediyor. Aynı zamanda bütçe kısıtlamaları ve yoksullara kapatılan eğitim-öğrenim yolları nedeniyle ortaya çıkan nitelikli emek eğitimindeki açığı, yoksul ülkelerin kendi olanaklarıyla eğittikleri nitelikli göçmenler üzerinden telafi edecekler. Böylelikle hem yoksul coğrafyalarda gerekli olan nitelikli emeği oralardan çekecekler, hem de dünya çapında üretilen her 15 doların sadece birini buralara “kalkınma yardımı” safsatasıyla aktararak, yoksul coğrafyalardaki egemen sınıflara rüşvet verecekler.
Göçmenlik ve mültecilik kapitalizm çağının en belirgin emarelerinden birisidir. Ama aynı zamanda kendi işçi sınıfını ve diğer toplumsal kesimleri zapturapt altına almanın, toplumsal hiddeti farklı yönlere kanalize etmenin ve egemen iktidarı korumanın da bir aracıdır. Egemenlik aracı olarak göç politikaları günümüzün neoliberal dünyasında sadece ırkçı-faşist hareketleri beslemenin bir yolu değil, aynı zamanda emperyalist yayılmacılığa, militarizme ve her türlü hak budanmasına toplumsal rıza üretimi için vazgeçilmez bir yöntemdir. Dolayısıyla kapitalizm aşılmadan faşizmin, ırkçılığın ve mülteci düşmanlığının yok edilmesi olanaklı değildir. O nedenle hangi solcu (!) mülteci karşıtlığı yapıyorsa, o, egemenlerin çıkarlarını koruyor demektir.