Burjuva medyası oldum olası bir oksimoron yaratıcısıdır. Bilhassa Almanya’daki burjuva medyası birbirleriyle çelişen, hatta tamamen zıt anlamda olan kelimeleri birleştirip kamuoyu görüşünü etkilemek için demagojisinde kullanmada hayli ustalaşmıştır. O açıdan Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenmesiyle ilgili olarak yapılan bir yorumda “dayanışmacı egoizmden” bahsedilmesine pek şaşırmamak gerekiyor.
Aslına bakılırsa Almanya açısından AB çıkarları ile ulusal çıkarlar – uzun vade hedefleriyle bağlantılı olarak – birbirleriyle örtüştüğünden ve AB’ni güçlendiren her adım özünde Alman emperyalizmini güçlendirdiğinden, Alman sermayesinin “dayanışmadan” bahsetmesinden daha doğal bir şey yok. Çünkü Alman sermayesinin “dayanışması” her daim tek yönlüdür. Her ne kadar Şansölye Merkel başkanlığında AB tarihinin en yüksek “Kurtarma Paketi” tartışmaları yürütülüyor olsa da – ki bu, doğrudan Corona-Pandemisinin iktisadî sonuçlarıyla bağlantılıdır.
Almanya tekelci burjuvazisi kısa bir süre öncesinde kadar AB’nin birlik olarak üye ülkelerin borçlarının bir kısmını üstlenmesini kategorik olarak reddediyordu. Anımsanacağı gibi 2011 Euro Krizi’nde AB’nin aşırı borçlanmış üye ülkelerine sert tasarruf politikalarını dayatmış ve uygulatmıştı. Şimdi ise bizzat sermaye temsilcileri tarafından AB Dönem Başkanlığı’nın “geçici bir süre için yardımlaşmayı genişletmeye” fırsat vermesi savunulmakta. Fransa ve Almanya’daki sanayici birlikleri yaptıkları son ortak açıklamada AB’nin “özellikle pandemiden etkilenen üye ülkelere yüksek derecede dayanışma gösterecek güçlü bir malî politika reaksiyonu göstermesini” talep ediyorlardı.
Hâlihazırda Brüksel’de “Merkel-Macron-von der Leyen-Planı” olarak adlandırılan ve 750 milyar Euro’luk bir destek paketi ile 2021-2027 yılları için 1,1 trilyon Euro’luk AB bütçesini içeren çözüm planı üzerine görüşmeler devam ediyor. Bu plana şimdilik “cimri dörtlü” diye nitelendirilen Avusturya, Danimarka, Hollanda ve İsveç hükümetleri karşı çıkıyorlar. “Cimri dörtlünün” karşı çıkışının ardında resmî olarak belirtilen kaygı, AB’nin “istikrarlı rotayı kaybedebileceği” ile ilgili. Asıl korkuları ise Alman emperyalizminin güçlenmesinin AB içerisindeki eşitsizlikleri körüklemeye devam etmesi ve kendilerinin de bu girdaba kapılma ihtimalidir. AB Komisyonu’nun Mayıs ortasına kadar karar altına aldığı 1,95 trilyon Euro’luk devlet yardımlarının yarıdan fazlasının Almanya’ya aktığı düşünülürse, pek de haksız sayılmazlar.
Alman sermayesinin ihracatçı fraksiyonlarının üretimlerini özellikle dünya piyasalarına yoğunlaştırdıkları biliniyor. Ancak iç pazar olarak AB üyesi ülkelere yaşamsal önemde ihtiyaçları da var. Almanya’nın ihracatının yüzde altmışının AB iç pazarına gidiyor olması bunu kanıtlıyor. Aynı şekilde AB’nin büyük güçler arasındaki rekabette ayakta kalması da Alman sermayesinin çıkarına. O nedenle destek paketi ile AB bütçesindeki paraların AB’nin istikrarına ve gelecek yetisine yatırılması isteniyor. Ekolojik yeniden yapılanma, dijitalleşme, tedarik zincirlerinden bağımsızlaştırılmış sağlık sektörü, sanayileşme, dünya piyasalarında rekabet edebilecek AB silah tekellerinin oluşturulması gibi alanlara yatırım yapılarak, hem AB üyesi ülkelerin pandemi sonuçlarından etkilenmeleri hafifletilerek AB güçlendirilecek, hem de Franko-Alman Avrupası’nın temelleri sağlamlaştırılacak.
Görüldüğü gibi Alman sermayesinin “dayanışma” talebi, AB çatısı altında dünya gücü olma egoizminden başka bir anlam taşımamaktadır.