ÖHD Cezaevleri Komisyonu Üyesi Vedat Ece ölüm haberlerinin geldiği cezaevlerinde olup bitenleri anlattı: Darbe döneminde ‘asmayalım da besleyelim mi’ diyen zihniyet zamanla evriliyor ve yerine ‘idam cezasını kaldırıyoruz ama ağırlaştırılmış müebbet getiriyoruz, bir gün değil her gün öldürüyoruz’ diyen zihniyet ortaya çıkıyor
Nezahat Doğan
Silivri Cezaevi’nde bir tutuklunun hayatını kaybetmesiyle birlikte cezaevlerindeki durum tekrar gündeme geldi. Silivri Cezaevi’nde Ferhan Yılmaz’ın ölümüyle ilgili işkence iddialarını güçlendiren çok sayıda bilgi ve görüntü ortaya çıkarken, cezaevi ile ilgili rapor hazırlayan Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) konuyla ilgili suç duyurusunda bulundu. Son dönemlerde artan şiddet olaylarıyla ilgili ÖHD Cezaevleri Komisyonu Üyesi Vedat Ece, her dönem ve yıllara göre tecridin ve işkencenin formunun değiştirdiğini belirtiyor. Özellikle son yıllarda tutukluların intihara teşebbüs ettirildiğini belirten Ece, “30-40 yıl önceki zihniyet bugün de ortaya çıkmış ve hortlamış görüyoruz. Beslemeyelim, gerekirse öldürmeye yönlendirelim, dokunmayalım sadece temas etmeden öldürmenin bir yolunu bulalım, bunu arıyorlar” diyor. Garibe Gezer, Vedat Erkmen’in ardından Ferhan Yılmaz’ı da örnek gösteriyor. “Mahpusların her üç hapishanede de aktardığı durum kişinin doğrudan bilerek isteyerek ölüme yönlendirildiğini söylüyor” diyen Ece, insanların göz göre göre ölüme sürüklendiğini de ifade ediyor. Ece ile cezaevlerini, hak ihlallerini, tutukluların durumunu konuştuk.
Son dönemlerde en çok konuşulan Silivri Cezaevi’nde neler oluyor?
Silivri 5 No’lu L Tipi Hapishanesi’nde ve Marmara bölgesindeki bütün hapishanelerde derneğimiz ve hapishane komisyonunun da takip ettiği kadarıyla özellikle siyasi ve adli mahpusların doğrudan yaşadığı fiziksel ve ruhsal şiddet olayları artmış görünüyor.
Tecridin ve işkencenin formu yıldan yıla değişiyor.
Yıllara göre tecrit ve işkencede nasıl bir değişimden bahsediyorsunuz?
Yıllar önce darbe döneminde ‘Asmayalım da besleyelim mi’ diyen zihniyet zamanla eviriliyor ve yerine 2000’li yıllarda ‘İdam cezasını kaldırıyoruz ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını getiriyoruz, bir gün değil her gün öldürüyoruz’ diyen zihniyet ortaya çıkıyor.
Tabi barış döneminde ülkede olumlu denebilecek bir hava yaşanmış bu kısmen de olsa bir nebze hapishanelere de yansımıştı.
Peki şimdi yakın zaman yani 2-3 yıl öncesine göre form değiştiren uygulamalar nelerdir?
İnsanları intihara teşebbüs ettirme! intihara yönlendirme!
30-40 yıl önceki zihniyeti bugün de ortaya çıkmış ve hortlamış görüyoruz. ‘Beslemeyelim gerekirse öldürmeye yönlendirelim, dokunmayalım sadece temas etmeden öldürmenin bir yolunu bulalım’ bunu arıyorlar. Mesela Kandıra Hapishanesi’nde Garibe Gezer’in şüpheli ölümü, 4 ay önce Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde Vedat Erkmen’in ölümü ve bugün Silivri L Tipi Hapishanesi’nde Ferhan Yılmaz’ın ölümü ve mahpusların her üç hapishanede de aktardığı durum kişinin doğrudan bilerek isteyerek ölüme yönlendirildiğini söylüyor.
Şimdi bir örnekle anlatayım.
Bundan 4 ay önce Silivri 5 No’lu L Tipi Hapishanesi’ne hasta müvekkilim görüşmeye gittim. Hastanede tedavisi yapılmıyordu ve son anda tahliyesine 6 ay kala beyninde tümör olduğu ortaya çıktı. Buna ilişkin sağlık dosyalarını almak ve ikinci ameliyatının da yapılabilmesi için cezaevi idaresi ile görüşmeye gittim. Kış ayıydı atkımı da yanında götürdüm, montumu ve atkımı x rey den geçirdim ve daha sonra gardiyanlar atkımı benden almaya çalıştı. ‘Avukat Bey biz atkınızı alamıyoruz, avukat görüş odasına atkı götüremezsiniz’ dendi.
Peki sebebi neymiş?
Güvenlik için dediler.
Nasıl bir güvenlik için?
Dediler ki: ‘Biliyorsunuz bazı mahpuslar siz vermeseniz bile o atkıyı alabilir içerde yaşamına son vermek için kullanabilirler’ deyince ben çok sinirlendim ve neredeyse kavga ettik. Çünkü hangi hakla beni ve müvekkilimi bu şekilde itham ediyorsunuz. İki yıldır tedavisi yapılmıyor, hastaneye götürülmüyor, ben buraya geliyorum, siz beni müvekkilimi intihara teşebbüsle suçluyorsunuz atkınızı içeri götüremezsiniz diyorsunuz…
Hemen burada Gardiyanlarla ilgili hazırlanan rapora gelelim çok çarpıcı bir iddia var nedir?
İddiaya göre gardiyanlar, cezaevine ve koğuşa sokulması yasak olan ip, jilet ya da kesici delici aletleri yanlarında tutmuşlar ve ‘intihar etmek istiyorsanız ip orda, jilet orda, ne duruyorsunuz’ demiş. Orada bize güler yüz ile sanki müvekkilimizin sağlığını düşünüyor gibi yapıp aslında şeytanın bile aklına gelmeyecek bir şekilde ‘avukat bey atkı olmaz, müvekkiller kendilerine zarar verebilir yaşamına son verebilir’ diyen bir zihniyet aslında bunu kendisi yapıyormuş. Hapishanede insanlara hem sistematik şiddet uyguluyor hem de göz göre göre ölüme sürüklüyormuş. Bu Kandıra’da, Tekirdağ’da, Silivri’de de böyle. Yeni form bu şu an!
Ayyuka çıkmasının sebebi nedir peki?
Bir ülkede suçlar silsilesinin ayyuka çıkmasının en büyük sebebi, en tepeden devlet idaresi ve yöneticilerinin bu suçlara tepki göstermemesidir. Tam aksine bu suçların önünü açacak ve teşvik edecek konuşmalar yapmalarıdır. Bir uyuşturucu meselesinde ‘bacaklarını kırın, anayasa mahkemesine uymak istemiyoruz’ diyen herhangi bir eylem ve devlet ideolojisinin aksine görüş düşünen bir insanın tutuklanmasını, hapishanede bedeninin erimesini, haksız yere cezalandırılmasını hak gören, keyfince terörist ilan eden bir zihniyet var.
Sokakta insanlar kendi ana dilinde konuştuğu için dayak yiyor öldürülüyor. Herhangi bir eylemde muhalif basın açıklamasına katılan insanlar yerlerde sürükleniyor.
Keyfi gözaltına alınmaları sahiplenen bu konuda emirler veren zihniyet hapishanede de bu suçların ortaya çıkmasına sebep göstermektedir. Sadece bu da değil mesela: Silivri 7 No’lu Hapishanesinde Cezaevi Müdürü bir müvekkilimizi ölümle tehdit etti.
Nasıl bir tehdit?
Kendi yaşadığı hak ihlalleri ile ilgili hapishane müdürü ile görüşen mahpusa müdür tarafından ölüm tehdidi geldi. Çok da zor değil, ‘düştü, kaydı, öldü deriz, raporda böyle yazarız ne olacak ki’ gibi bir beyan söylemiş müvekkilimiz bunu söylüyor. Aynı kampüs içerisinde bir cezaevi müdürü hiçbir hukuk mekanizmasında çekinmeden bir insanı bir mahpusu ölüm ile tehdit ediyorsa, gardiyanlarda daha beterini yapar.
Konuyla ilgili suç duyurusunda da bulundunuz? Cezaevindeki olaylarla ilgili yürütülen bir soruşturma süreci var mı? Yaşananların aydınlatılabileceğini düşünüyor musunuz?
6 Nisan 2021 tarihinde Silivri 5 No’lu F Tipi Hapishanesinde yaşanan bu zincirleme suçlar silsilesi ile ilgili tarafımız derneğimiz 11 Nisan da haberdar oldu ve aynı gün hapishaneye ziyarete gittik, raporumuzu basın ile paylaştık. Yine 13 Nisan tarihinde de bir ziyaret gerçeklerdik ve bu konuya ilişkin raporumuzu paylaştık. Son olarak 14 Nisan tarihinde bahsi geçen bütün suç iddialarına, basındaki “delil” denebilecek Ferhan Yılmaz’ın bedenindeki işkence izlerine ilişkin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk. Bu suçun cezasız kalmaması için cezaevi müdürlerine, gardiyanlara kadar bütün faillerin adil tarafsız bir yargı önünde hesap vermesi için hukuki süreci takip edeceğimizi bildirdik.
Silivri cezaevinde Ferhan Yılmaz hayatını kaybetti. Ölümüyle ilgili çelişkiler var. Yılmaz’ın son görüntülerinin yayınlanmasının ardından savcılık, darp iddialarını yalanladı. Yılmaz’ın ölüm sebebi? Bu kadar çelişkiye rağmen yetkililer neden sessiz kalıyor?
Ferhan Yılmaz’ın ölümü ile ilgili çelişki yok. Hastanede çekilen görüntülere baktığımızda aslında tam tersine bir çelişkinin olmadığı görülüyor. Yüzündeki morluklar ve darp izleri, cezaevine sokulması yasak olan ip izi ve tabutundaki kan, öldüresiye darp edildiğini gösteriyor.
Farz edelim ki: kendisini ölüme götüren, nefesini kesen hareketi yapmış olsa dahi, bu durum kendisini ölüme ve intihara sürükleyen işkencenin varlığını ortaya koyuyor.
Adalet Bakanlığı’ndan neden bir açıklama yapılmadı?
Çünkü kendi bünyesindeki hapishane müdürü ve personelleri hakkındaki bu suç isnadını örtbas etmek, gizlemek niyetinde olduğunu düşünmekteyiz.
Peki yaşananlarda gerçek açığa çıkıyor mu?
Gerçekler bir şekilde açığa çıkıyor. Müvekkil ailesine söyler, işkence durumunu telefonda anlatır, o olmazsa bir avukat gider müvekkili ile görüşür ve işkence durumlarını basına taşır. O olmazsa siz bir insanı ölüme sürüklerseniz yarın öbür gün onun tabutu çıkarsa o cezaevinden, hastaneye götürdüğünüz zaman Hipokrat ve uluslararası tıbbi etik ilkelerine sadık vicdanı olan bir doktor çıkar beş saniyelik bir video çeker bütün bu suçları ortaya döker. Bir şekilde gerçekler ortaya çıkıyor nereye kadar gizlenebilir ki! Yani bir gerçeği reddederek, yok diyerek, gözümüzü kapatarak bu suçu ortadan kaldıramayız. Tam tersi bu suçun bir parçası olabiliriz. Adalet Bakanlığı, Cezaevi İdaresi ya da suç duyurusunda bulunduğumuz Cumhuriyet Başsavcılığı ola ki bir takipsizlik kararı verirse, Adalet Bakanlı ‘orta da bir suç yok’ tutumuna devam ederse bu suç ortadan kalkmıyor. Bu insanlar sistematik bir şekilde işkence edilmemiş olmuyor. Ferhan Yılmaz işkence sonucu ölüme sürüklenmiş ve kendisine ölümden başka çare bırakılmamış olmuyor. Bu açıklamaları yapan resmî kurumlarda bu suçun bir parçası olmuş oluyor bize göre. Bu nedenle bu tutumdan vazgeçilmeli.
Cezaevlerinde yaşananlar nasıl ortaya çıkarılacak? Ve yaşanan hak ihlalleri nasıl ortadan kalkacak?
Hapishanede yaşanan ihlallerin ortaya çıkması için tabi ki bütün mahpusların ailelerine, avukatlarına, bağımsız Sivil Toplum Kuruluşlarına, muhalif siyasi partilere tabi ki büyük roller düşüyor. Israrla sonuna kadar takip etme azmi gerekiyor. Fakat bundan önce devlet idaresi içinde yaşayan memurlar, kolluk görevlileri, cezaevi idaresindeki müdürleri, gardiyanlar, doktorlar, Adli Tıp. Buradaki memurlar personeller aslında görevlerini yaparlarsa bir işkence durumunda doktorlar ‘darp ve cebir’ raporunu bağımsız ve tarafsız şekilde oluşturursa, Adli Tıp Kurumu bütün tarafsızlığı ile insan yaşamını ve sağlığını önceleyen kararlar verirse bütün hasta mahpuslara ilişkin cezaevinde kalması uygun olmayan mahpusların onurlu sağlıklı bir şekilde tedavilerini hapishane dışında sürdürebilmesi için kararlara imza atarsa, kanununda yazan görevini ve sorumluluğunu ortaya çıkartırsa bu hak ihlalleri ortadan kalkacak.
İhlaller var işlenen suçlar sümen altı ediliyor üstü kapatılıyor dediniz… Peki siz burada ne yapabilirsiniz hukuken?
Biz Özgürlük İçin Hukukçular Derneği olarak bütün bölgemizdeki hapishaneleri düzenli olarak hak ihlallerine ilişkin müvekkillerimizi ziyaret eder, söz konusu hak ihlallerini işkence, şiddet, psikolojik şiddet ya da işte böyle ölüme sürükleme ve öldürme iddialarına ilişkin raporlarımızı Meclis dahil bütün ilgili kurumlara sunar bu konuda bir kamuoyu yaratmaya çalışırız. Bütün iç hukuki süreci de takip etmeye çalışırız ederiz de. Siyaset de bunu yapmalı. Suçların cezasız kalmaması için yaşanan hak ihlallerini ülkenin gündeminde tutmalı ve sorumluların hesap vermesi için var gücüyle uğraşmalıdır.
Başta Aysel Tuğluk olmak üzere hasta tutukluların durumu var.
Türkiye hapishanelerinde sayısı 1500’den fazla politik sebeplerden dolayı tutuklanmış hüküm giymiş ağır hasta mahpus var. Ağır hasta olan bu mahpuslardan sayısı 600’den daha fazla olan mahpus hakkında adli tıp kurumu tarafından cezaevinde kalamaz raporu verilmiştir. Aysel Tuğluk’ta söz konusu hasta mahpuslardan bir tanesidir fakat adli tıp kurumu onun hakkında son derece hukuka aykırı bir şekilde karar verdi.
Mesele politik mahpuslar olunca durum farklı oluyor ne yazık ki.
Metris hapishanesinde hasta müvekkillerimiz Serdal Yıldırım ve Ergin Aktaş’a Adli Tıp kurumu tarafında cezaevinde kalamaz raporları verilmişti. Fakat infaz yasasının 16/6. Maddesinde ağır hastalık ve engellilik sebebiyle cezaevinde kalması uygun olmasa bile tahliyeleri toplum güvenliği açısından risk teşkil edip etmeme durumuna bağlanmıştır. Buda politik hasta mahpusların ülkede hapishanede tutulmasının tek gerekçesidir.
Nasıl bir toplum güvenliğinden söz ediliyor? Bu durum nasıl işliyor?
Mahpus ceza alıyor hapishaneye konuyor adli tıp kurumu cezaevinde kalamaz raporu veriyor, fakat raporun en altında diyor ki, ‘toplum güvenliği tıbbi bir mesele değildir’. Savcılık da bunu kişinin ceza aldığı yer Tem Şubesine yazıyor ve diyor ki: ‘bu kişi hakkında toplum güvenliği riski var mı? Yok mu?’ hiçbir şekilde araştırma yapmadan Tem Şube de var diyor. Karşılaştığımız bütün dosyalarda böyle, ağır hasta mahpuslar hastanede kalmaya devam ediyor.
Burada amaç nedir?
Muhalif olan, resmî ideolojiyle aynı görüşü savunmayan gazeteciler, siyasetçiler, Kürtler ve bütün kesim bir şekilde cezalandırılıyor hasta mahpuslar da aileleri de cezalandırılıyor. Bu hapishane içinde ceza politikasıdır.
“Hukuksuzluk içinde hukuk adalet arıyoruz” deniliyor peki siz nasıl bir hukuk savaşı yürüteceksiniz?
Tam da böyle oluyor… Hukuksuzluk içinde adalet arıyoruz. Birçok meslek grubu ve avukatlık pratiğine göre politik nedenlerle tutsak edilmiş mahpusların dosyalarını takip eden avukatlar en zor işlerden birini yapıyor. Çünkü mahkemelerde, Adli Tıp Kurumlarında, İnfaz Savcılıklarında ya da kamuoyu önünde bir değil dört beş sıfır geride yürütüyoruz hukuk mücadelemizi. Daha dosyaya bakmadan o infaz savcıları, o Adli Tıp Kurumlarında çalışan ve raporları yazan doktorlar, ya da bu siyasi davaları takip eden özel yetkili mahkemeler belli bir önyargı ile dosyaları yürütüyor.
Ceza yargılamasında bir insanın suçlu olduğunun kesin net delillerle ortaya konması gerekirken, ceza yargılamalarında bazen boş sıradan telefon konuşmalarına ve günlük iletişiminden dolayı hakkında ‘örgüt üyeliğinden’ dava açılan mahkûmların dosyaları var.
Kişiler suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda kalıyor, biz mücadele ediyoruz ama gerçekten, ‘hukuksuzluk içinde adalet arıyoruz.’
Son dönemlerde avukatlara yönelik de şiddet olayları arttı. Batman adliyesinin içinde bir avukat darp edildi, geçtiğimiz günlerde de Şırnak’ta bir avukata yönelik polis aracını üzerine sürdü.
Savunma makamı avukatlar her koşulda, her siyasi atmosferde hiçbir bagajı olmayan tek amacının tek gayesinin hukuk ve adalet olduğu meslek gurubudur. Siyasi kampların grupların aksine tek tek bir derdi vardır o da hukuktur, savunma makamıdır, cübbelerinin kirletilmemesidir. Adalet talepleriyle dosyalarına ülkedeki hukuksuzluklara karşı tavır alırlar mahkemelerde savunmalarını yaparlar. Tutuklanmak ve işkence görmek pahasına hukuku savundukları için bu tür işkencelerle karşı kaşıya kalıyorlar. Çünkü kendilerine bu işkenceyi yapanlar, kendilerine bu şekilde yönelen kişiler onların herhangi bir saik ile ve sebeple püskürtülemeyeceğini hukuk ve adalet taleplerinden uzaklaşmayacağını biliyorlar.
Avukatlara bu zulmü uygulayanlar, toplumsal muhalefet içinde her dönemde en tehlikeli rakip olarak -özellikle otoriter rejimlerde- avukatları görüyorlar.
Avukatlara yönelik bu uygulamalar neyin ifadesi?
Şunu söyleyebilirim bizler belli bir siyasi geleneği savunan hukukçular yarın bizim siyasi öncülerimiz dahi ülkeyi yönetecek konuma gelse o öncülerimizde biliyordur ki, biz hukuktan ve adaletten vazgeçmeyiz. Çünkü, hukuk adalet kişi, siyaset ya da başka bir durum gözetmeden bunu yapıyor sadece tek bir amacı gayesi var. Kim hukuksuzluk yaparsa yapsın dün mağdur olan kişi bugün hukuksuzluk yaparsa onun da karşısında olur. Bu nedenle avukatlar otoriter rejimlerde sevilmiyor ve avukatlık faaliyetleri nedeniyle hapsediliyor, tutuklanıyor, ceza alıyor.
Gündeme şiddete dair bir iki haber mutlaka gündeme düşüyor. Karakolda, adliyede, cezaevlerinde bu kadar hak ihlalleri, işkence, baskı, bu kadar yoğunluğun olması neden? Şiddetin önünü ne açıyor?
Bir ülkedeki kolluk personelinin, idarecilerinin gardiyanlarının, cezaevi müdürlerinin ya da diğer sorumlu memurların şiddet uygulamasını, hak ihlallerine sebep olmasını, işkence uygulamasının önünü kendi üslerinin kendi idarecilerinin daha önce yaşanmış hukuksuzluğa ve işkenceye göz yumması açıyor. Tam olarak bu! Eğer bir gün öncesinde bir suç işlenmişse o suç cezasız kalmışsa ertesi gün o memur, müdür, polis ‘ben de yaparım’ diyor. Madem benim işleyeceğim suç gizlenecek, hasır altı edilecek, cezasızlık politikasına kurban gidecek ya da ödüllendirilecek, bende zırhlı bir araç ile Kürdistan’da bir mahallede bir çocuğa çarparım, çocuğun ölümüne sebep olabilirim diyor. Nasıl olsa cezasızlık politikasıyla ödüllendirilecek. Sebep cezasızlık politikasıdır.
Ve bu durum giderek kanıksatılıyor mu?
Evet! Hem yaşadığımız ülkede hem de bütün otoriter rejimlerde yaşanan hukuksuzluklar, katliamlar, facialar, iş cinayetleri, maden kazaları, hasta mahpusların hapishanelerde ölümü ya da ölüme sürüklenmesi, işkenceler kanıksatma ve unutturma politikasıyla gündemden düşürülmeye tartıştırılmamaya çalıştırılıyor.
Bu da nasıl yapılıyor?
Yaklaşık 15-20 yıldır bu ülkede ‘yok artık bu kadar da olmaz’ diyebileceğimiz birçok olay yaşanıyor. Maden kazası 300 kişinin ölümü, gezi olayları, çocukların istismarı, insanların ölüme sürüklenmesi, canımızı yakan ve ülkenin gündemine bomba gibi düşen bir hukuksuzluk var. ‘Yok artık diyoruz’ ve iktidar bunu nasıl unutturuyor: iki gün sonra ondan daha büyük bir hukuksuzluk meydana getiriyorlar ve biz ona ‘yok artık’ deyip öncekini unutuyoruz. Ve o gün ki sıcak olan hukuksuzluk çok daha can alıcı oluyor. Cizre de Diyarbakır’da yaşanan sokağa çıkma yasakları, Kobani olayları ve diğer ihlalleri ve ölümler de insanlar evinden çıkamadılar nefes alamadılar. O gün önce onu tartışmak zorundaydık. Ama önceki yaşananları unutuyorsunuz. Unutturma, kanıksattırma politikası hapishanelerde de uygulanıyor. Bu yüzden bunları kanıksamamalıyız, hafızamızı diri tutmalıyız.
Bu kanıksatmayla birlikte her gün yeni gündemlerle karşı karşıyayız. Önümüzde 2023’te bir seçim süreci var. Şimdi bu Seçim öncesi şiddet, davalar, operasyonlar neyin toplamı?
Hafızamız güçlü. Seçim olsun olmasın otoriter rejimlerde bu çıta bu merdiven bahsettiğimiz gibi yukarı doğru çıkıyor. Her zaman hukuksuzluklar daha da ayyuka çıkıyor, çıkmak zorunda. Dümdüz bir çizgide ilerler ‘yok artık’ demezsek artık bu hukuksuzlukların hesabını sorarız. Bunu istemiyor ülkeleri yöneten otoriter rejimler. Bu nedenle sürekli bu şiddet sarmalı ve hukuksuzluklar ne yazık ki iktidarların devam edebilmesi için artarak yükselmek zorunda diye düşünüyorum. Yoksa bu rejimler ayakta kalamıyor bu nedenle devam ediyor. Seçimlerden önce insanlara bir gözdağı vermek ve insanların demokratik, etkili, güçlü muhalefet yapmasını ve sokağa çıkmasını engellemek, sokağa çıkan insanları terörize etmek için yapılan eylemler…
Vedat Ece’nin derdi nedir?
Benin derdim hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine ve hukuksuzluklara bir an önce son verilmesi.
Avukat olarak benim derdim, ülkeyi yönetenlerin bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı organlarının bu dosyalarda evrensel hukuk ilkelerini, Anayasayı, AİHM kararlarını uygulamalarını isterim.
Benim derdim, Müvekkillerimiz, hasta müvekkillerimiz, hasta mahpusların eşit yurttaşlık kriteri uygulanarak sağlıklarına kavuşmaları için derhal tahliye edilmeleri.
Siyasi davada bir örgüt üyeliği ile ilgili yargılamada bir hâkimin, bir savcının bir talebini duyup sinirden gülmemeyi isterim. Derdim bu olmalı.