Herkes 24 Temmuz’da Ayasofya’nın yeniden ibadete dönüştürülmesini Lozan Antlaşması’nın imzalandığı tarihe bağladı. Ama 24 Temmuz’un, 1908 Devrimi’nin tarihi olduğu, 1930’ların başına kadar Hürriyet Bayramı olarak kutlandığı atlandı.
Hürriyet Bayramı, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden Anayasal (Meşruti) rejime dönüş tarihi. Devrim olarak da anılır 1908, ama bence yarım kalmış bir devrim, belki de gerçek bir devrimin önlenmesi için, 1876 Anayasasını raftan indiren Kızıl Sultan Abdülhamit’in bir manevrası. Biraz da 1905 Rus Devrimi’nin yarattığı korku. Bu devrimin 1907 İran Meşruti devrimini fişeklemesi. İran devriminde Ermeni devrimcilerin oynadığı rol… 1907 yılında İttihat Terakki’nin Mekadonya ve Ermeni devrimcileri ile ittifak kurması.
Olay Selanik odaklı olduğu, İstanbul’da yaprak kıpırdamadığı halde, bari tahtı yitirmeyim, büyüklük bende kalsın deyip, askıya aldığı Anayasayı indiriverdi raftan. Ve her yanı bayram havası kapladı. Gelmiş geçmiş, görece en demokratik anayasa olan 1961 Anayasası’nın kendi katilini içinde barındırması gibi, 1876 Anayasası da kendi katilini yaratmış, Sultan’a Meclis’i feshetme yetkisi tanımıştı.
1876 Anayasası farklı milliyetlerden aydınların hazırladığı bir Anayasaydı. Meclis’te farklı milliyetlerin ve inançların (elbette kitaplı dinler) en yüksek oranda aldığı bir Meclis’ti. Kaleme alan esas iki kişi ise Mithat Paşa ile Kirkor Odyan Efendi idi. Odyan aynı zamanda, Ermeni toplumunu salt kilise nizamına bağlı olmaktan çıkaran Ermeni Nizamnamesi’nin yazarı idi. “Laik” Cumhuriyet rejimi, aslında Ermeni toplumunu yeniden eski Osmanlı kilise “Millet” nizamına mahkum edecekti. Böyle bir Anayasa, Rusya en başta büyük devletlerin de işine gelmemişti. Anayasal düzen, o sırada Rus Çarlığı’nın da Avusturya İmparatorluğu’nun da sahip olmadığı bir şeydi.
Zaten Abdülhamit’e Meclis’i kapatma ve Anayasayı askıya alma fırsatını veren de sözde reformist Rus Çarı 2. Nikola oldu. Abdülhamit de, “Allah’ın verdiği lütfu” kaçırmayanlardandı. Mithat Paşa ve Odyan Efendi, safça, Anayasa ilanından sonra, Bulgar ayaklanmasının barışçıl bir şekilde çözüme bağlanacağını düşünüyorlardı.
Savaşı önleyici hiçbir etkisi olmadı tam tersine. Bence monarşiler bir tehdit olarak algılamıştı bu Anayasayı.
Mithat Paşa, sözde sürgüne yollanıp, infaz edildi şimdiki Suudi Arabistan’ın Taif kenti zindanında. Namık Kemal, 5 ay kadar hapis kaldı, biat etti Sultan’a, Mutasarrıf oldu! Odyan Efendi ise Avrupa’ya gönüllü sürgüne gitmese, başına ne geleceği belli değildi. 1878 Uluslararası Berlin Barış Antlaşması’na Ermeni Reformu maddesini koydurdu, Ermeni halkının geleceğinin uluslararası güvence altına alınacağını düşündü. Sonunda 1914 yılında İttihat darbe hükümeti Ermeni Reformu anlaşmasına imza attı ama, bir yıl sonra soykırım yaptı. “Nah Reform!” dercesine. Uluslararası camia birbirini boğazlamakla meşgul olduğu için kimsenin kılı kıpırdamadı.
Osmanlı İmparatorluk ahalisi kısa süre kendini özgür sandı, çok dilli özgürlük pankartları yan yana taşındı. 24 Temmuz Özgürlük Bayramı oldu, her şeye karşın. Selanik’ın en büyük meydanı Özgürlük Meydanı adını taşıyor hala. Oradan ilan olunmuştu Anayasal düzen. Ve Nazi işgalinde Selanik’in kadim Yahudi halkı o meydanda toplanıp, toplama kamplarına sevk edilmişti.
Rus Çarı II. Nikolas, Bulgaristan’ın kurtarıcısı pozuna girdi ama Bulgarlar Rusları takmadı. Bir süre sonra da Çarı Rus devrimciler havaya uçuruverdi. Daha sonraki Çar ise, Abdülhamit ile iş pişirdi, hatta Hamidiye Alayları’nın oluşumuna yardımcı oldu.
24 Temmuz, Kemalist rejim tarafından, Abdülhamit’in sansür rejiminin sona erme tarihi olduğu için sadece Gazeteciler ve Basın Bayramı Günü olarak kutlanmaya başlandı. Ama birçok yayın ve kitabın yasaklanmasını öngören hükümet kararnamelerinde M.Kemal Atatürk imzası olmasını engellemedi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 24 Temmuz gününü Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlamakta bugün de. Meslekte on yılları devirenler onurlandırılmakta, ödüller verilmekte. Ödül töreni, Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde düzenlenirdi. 2007 yılı 24 Temmuzunda Hrant Dink ile birlikte TGC’nin Basın Özgürlüğü ödülü aldım Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde. Sağ kalmanın utancı ile. Üçüncü ödül ise, 12 Mart Sıkıyönetim davalarının cesur savunmanı Gülçin Çaylıgil’e verilmişti. Bu anlamlı günün Dolmabahçe Sarayı’nda kutlanması geleneğini, AKP Hükümeti Ramazan bahanesi ile sonlandırdı. Neymiş, törende alkol veriliyormuş. Anayasal düzenden şeri düzene geçişin bir başka adımıydı bu. Hiçbir şey tesadüf değil. Bu yeni rejimin şifreleri var. Kendilerince cevap veriyorlar tarihi momentlere.
Gezi Parkı’na, Abdülhamit’i tekrar erk sahibi kılıp, parlamentoyu kapatmayı hedef alan 1909 31 Mart darbe girişiminin başlatıldığı Taksim kışlasının yeniden inşasından, 24 Temmuz tarihinde Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasına kadar. (*)
Şimdi sırada ne var? 2023 yılında göreceğiz.
(*) Bu arada meğer 24 Temmuz aynı zamanda TC Başkanlığı İletişim Başkanlığın kuruluş tarihi imiş. Kuruluşunun ikinci yıldönümü dolayısıyla mesaj yayımlamış Twitter üzeri: “Bugün İletişim Başkanlığımızın ikinci yıl dönümü. Hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, yol arkadaşlarımı bugüne kadarki yoğun ve özverili çalışmaları dolayısıyla tebrik ediyorum. Her birinizle gurur duyuyorum. İyi ki varsınız.” dedi. Fahrettin Altun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda, 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı’nı da kutladı. Altun mesajında şu ifadelere yer verdi: “Bugün aynı zamanda 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı. Yalana karşı hakikatin yanında yer alan, gece gündüz demeden zorlu koşullarda yılmadan çalışan tüm medya çalışanlarımızın bayramını en içten dileklerimle kutluyor, başarılar diliyorum. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı olarak, yurt içi ve yurt dışında tüm bağlı kurum ve kuruluşlarımızla her daim medya çalışanlarımızın hakikat mücadelesinde yanlarında olmaya ve “yaşasın hakikat” demeye devam edeceğiz. İletişim Başkanlığımızın kuruluş yıl dönümünün, uzun yıllardır hasretle beklediğimiz Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’nin ibadete açılış gününe tevafuk etmesinden ötürü duyduğum derin huzur ve mutluluğu ise tarif edemem. Sağolun, varolun Sayın Cumhurbaşkanım.” Hakikat: Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) 2019 yılı raporuna göre, mesleki faaliyetlerinden dolayı dünya genelinde 250 gazeteci cezaevinde bulunuyor. Bu rapora göre, cezaevindeki gazetecilerin sayısının en yüksek olduğu ülkeler Çin, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır. Bu ülkeleri Eritre, Vietnam ve İran takip ediyor. Gurur verici bir hakikat!