Stockholm. 12 Mart Cuntası tarafından Özel Okulların kapatılmasını öngören Anayasa Mahkemesi kararını dayanak göstererek kapatılan Heybeliada’daki Rahip Okununun açılmamasının son bahanesi, Atina’da camii olmamasıydı.
Dün yeniden açılmış. Covid-19 bahanesi ile kapatmışlardı da!
İmam Hatip ülkede her yanda, ama bir Rahip okuluna tahammül edemediler.
Fener’in kapısınıa illa kilit asacaklar ya!
İnsan bari Medine sözleşmesine saygı gösterir, Fatih Sultan’ı hadi takmıyorsunuz!
Hadi bakalım, Atina’da birkaç yıldır Camii de var ama Heybeli’de değişen bir şey yok. İnsan bari Mektebi Bahriye’ye bağışladıkları manastır arazilerine teşekkür bağlamında bir jest yapar değil mi!
Hay, Ankara’ya yürümez olsaydık!
1967 yılı sonbaharı Üniversiteler açıldıktan sonra Ankara’ya yürümüştük, Özel yüksek okulların, üniversitelerin kapatılması talebi ile…
Bize göre, yüksek öğrenim kamusal yükümlülüğe tabi olmalıydı. Yüksek öğrenim kar yapma kapısı olamazdı. Başbakan Demirel’in kardeşi de mesela bir yüksek okul sahibi idi. Bu ayrıca 1961 anayasasının sağladığı üniversite özerkliğine yönelik bir saldırıydı.
Yürüyüşü sola yeni kazanılan İTÜ talebe birliği organize etmişti. Hasan Yalçın başkandı. Sonra yerini Harun Karadeniz alacaktı.
1968 işgalleri sırasında oluşturulan üniversiteler arası üst konseyin en koşturan üyelerinden biri, Robert Kolej Talebe Birliği idi. O sırada başkan Faruk Pekin’di. Ondan önceki ilk solcu başkan ise Engin Akarlı idi.
1971 darbesinden sonra Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesine dönüşecekti. Arnavutköy Kız Koleji, kapılarını erkek öğrencilere açacak, adı da Robert Kolej olacaktı. Bütün kolejler de bu arada millileşiverecekti. Ne Tarsus’u kalacaktı. Ne Talas’ı…
Hastaneler de… Örneğin Taksim’deki Alman Hastanesini Koç ailesi alıverecekti. Alıverecekti de, ondan önceki 100 yıllık hastane arşivi, tüm kayıtlar çöp kutusuna gidiverecekti. Tarih bizimle başlar ya.
Öğrenci dernekleri çatır çatır solun eline geçiyordu, klasik CHP gençlik kolları uzantısı olmaktan çıkıp.
CHP kavgasız döğüşüz, TİP toplantılarına yer veren MTTB’yi, “muhafazakar gençliğe” teslim etmişti.
Son başkan daha sonra CHP milletvekili olacaktı. Herhalde başarısızlığının ödülü olarak. Talebe derneklerinde yapılıyordu ilk kariyer, parlamentoya sıçramadan.
Daha sonra MTTB bu misyonu başka bir biçimde hayata geçirdi, sağ siyasette ve daha sonra siyasi İslamın iktidara yürüyüşünde. Bir anlamda bir okul işlevi gördü. Sadece Meclis Başkanı, bakan filan değil, devlet başkanı bile çıkardı bu ocak. Ve TMTF bir daha asla açılmadı. Çünkü CHP den çıkıp sosyalist gençlerin eline geçmek üzereydi.
1968 işgallerinden sonra, İÜ Talebe Birliğinin de düşmesi kaçınılmazdı. Faşizan başkan Ufuk Şehri demokratik seçimle gidecekti.
Gerçi, Demirel, TMTF’yi minibüs kongresi, hukuki anlaşmazlık bahanesi ile kapatmış, kapısını çoktan mühürlemişti ya.
İÜ Talebe Birliği kongresi de kongrede kavga çıkartıp dernekler masası polisleri tarafından mahkemeye havale edildi.
Ve daha o sırada Ülkücü elemanların komonda eğitimi tamamlanmadığı için, Taylan Özgür’ü bir polis vuruverdi.
Boşuna Dev-Genç’e yönelip, “tek yol devrim” demedi gençler. Devlet ne zaman demokratik olanakları kullandırttı ki Türkiye soluna.
Şu sıra elimde, genç araştırmacılardan Ümit Kurt’un “Antep 1915/Soykırım ve Failleri” adlı araştırması var (İletişim Yayınları 2018). İki baskı yapmış bir yıl içinde. Bir soykırım/seyfo araştırmacısı arkadaşımın Noel/yeni yıl armağanı.
Taner Akçam, Türkiye’de olmasa da, kürsü sahibi ilk akademisyen. İyi bir s ama oykırım araştırmacısı. Ama bunun yanı sıra, birçok genç akademisyenin yetişmesine de katkı sundu.
Bu işi Türkiye’de yapmak istedi önce. Ama elbette engellendi.
Ümit Kurt’un soykırımın yerel ayakları üzerinde yoğunlaşmasını önemsiyorum. Çünkü, bundan nemalanan eşraf, yerel güç odakları aynı zamanda Türkiye siyasetinin geleceğini de belirledi, farklı farklı dönemlere damgasını vurdu.
Bunlar aynı zamanda, eski elit mensubu aileler ile de bağ kurup, taşrayı büyük kentlere taşıdılar.
Bu arada taşrayı, soldan arındırılmasına katkı sundular.
1915 yılında taşra, Müslüman olmayanlardan arındırılırken, solu engellemek için Siyasal İslam’a kapı aralayan 12 Eylül cuntası, aynı zamanda Anadolu’yu soldan arındırma misyonunu üstlendi.
Etkisi hala kırılamamış olan bir solkırım yaşandı.
Solun imhası bir tek Kürt illerinde başarılamadı. Ve bunun bedeli ödetiliyor. 2015 de, sen dizlerini kırar mısın?