Deniz, Yusuf, Hüseyin, Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan’ın dağa çıkma sürecinin lojistiğini hazırlayan Atilla Keskin ile konuştuk. İdamlarının 50. yılında Atilla Keskin, Denizleri, ODTÜ’nün 201 ve 202 No’lu odalarını ve tanıklığını anlattı: Gerilla mücadelesi ile değişime inanıyorduk
Hüseyin Kalkan
Atilla Keskin, THKO’nun önde gelen isimlerinden idi. Dağa çıkmanın lojistik ayağını o hazırladı. Arkadaşlarını tek tek Malatya dağlarına o taşıdı. Bunları yaparken Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil şehirde yaptıkları banka eylemleri ile gerekli olan maddi imkanları sağladılar. Deniz, Yusuf, Hüseyin dağa giderken yakalandı. Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, Nurhak’ta meydana gelen bir çatışmada yaşamlarını yitirdiler. ODTÜ’nün 201 ve 202 nolu odalarında bir arada olan arkadaşlar bu defa mahkeme salonunda bir araya geldiler. Davayı cuntayı yargılama platformuna dönüştürdüler. Deniz, Hüseyin ve Yusuf 6 Mayıs 1972 günü idama götürülürken kalanlar hücrelerinde sessiz sedasız mücadeleyi sürdürme yemini ediyorlardı. Atilla Keskin, kısa zaman dilimine sığan bu uzun süreci gazetemize anlattı.
- Deniz Gezmiş ve diğer mücadele arkadaşlarınızla nasıl tanıştınız?
Ben Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) okuyordum. 1964’ten 1969’a kadar ODTÜ’deydim. Ve ODTÜ o dönem hem sosyal faaliyetleri, hem kültürel faaliyetleri çok zengin olan bir üniversiteydi. Ben İdari Bilimler Fakültesi’nde okuyordum. Daha sonra da Sosyalist Fikir Kulübü Başkanı oldum. Ben 1965’ten itibaren Türkiye İşçi Partisi üyesi ve aktif bir çalışanı idim. ODTÜ’de çevremdeki arkadaşlar Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan hep sosyalist arkadaşlardı. Sadece bu arkadaşlar değil, o zaman sosyalizme inanan çok arkadaşımız vardı okulda. Onlarla gerek TİP içinde, gerek üniversitedeki aktivitelerde tanıştım. Zaman içinde samimiyetimiz gelişti. Özellikle Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil ile çok samimiydim. Öyle bir arkadaşlığımız başladı. Diyebilirim ki bu arkadaşlık ODTÜ’deki sosyal ve siyasal faaliyetlerde hem de TİP içindeki birçok aktivitede gelişti.
- Bu arkadaşlık günleri hangi yıla denk geliyor. Aşağı-yukarı?
Ben Hüseyin İnan’la 1967-1968 yılında çok samimi arkadaştım. Zaten 1969’da da ODTÜ’de Sosyalist Fikir Kulüplerinin başkanlığını yaptım. O yıllar ilk tanıştığımız yıllardı.
- Deniz Gezmiş ile ne zaman tanıştınız?
Deniz ile tanışıklığımız şöyle: Başta tanışmıyorduk. Biz ODTÜ’de ve diğer üniversitelerde bir grup arkadaş birlikte El-Fetih’e (Filistin) gittik. El-Fetih’den dönüşte Diyarbakır’da yakalandık. Hüseyin, Yusuf falan. 8 ay Diyarbakır Cezaevi’nde yattık. Biz orada yatarken Deniz bize bir mektup gönderdi. Ve bizimle birlikte olduğunu söyledi. O zaman Deniz cezaevindeydi. Tahliye olduktan sonra ilk kez ODTÜ’de tanıştık. Zaten daha tanışmadan birlikte olmaya, birlikte mücadele etmeye karar vermiştik. Tabi ki Deniz’i öğrenci mücadelesinden tanıyordum. İstanbul’daki öğrenci eylemlerinde ve Dev-Genç kongrelerinde tanışıyorduk. Ama fazla bir samimiyetim yoktu. Uzaktan tanıyordum. Ama daha sonra ODTÜ’ye geldi, tanıştık. Aynı hareketin parçaları olduk. Samimiyetimiz gelişti. Daha sonra tabi cezaevinde yan yana hücrelerde kaldık. Aynı davada yargılandık. Mamak Cezaevi’nde birlikte olduk.
- Deniz’in ODTÜ’ye gelmesi ve tanışmanızın tarihini hatırlıyor musunuz?
1970 olması gerek.
- Birlikte katıldığınız eylemlere dair neler anlatabilirsiniz?
ODTÜ’de bir grup arkadaştık biz. Daha henüz Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) yoktu. Ama bizim kararımız kesindi. Zaten El-Fethi’ye giderken bizim kararımız kesindi. Gerilla mücadelesi ile Türkiye’nin demokratik ve sosyalist bir ülke olacağına inanan gençlerdik. Ütopyamız o idi. Tabi ki Deniz de aynı şey inandığı için bizimle birlikte oldu. Daha sonra biz dağa çıkmak için hazırlık yapmaya başladık. Bunun için aramızda bir görev dağılımı yaptık. Ben daha çok dağa bir takım eşyaların götürülmesini ve depolanmasını üstlendim. Malatya dağlarına gidecektik. Bazı arkadaşları oraya götürmek, gideceğimiz yerleri onlara tanıtmak ile görevliydim. Geride kalan arkadaşlar ise -ki bunlar Yusuf, Hüseyin ve Deniz’di. Bir dönem Alpaslan’dı (Özdoğan). Biliyorsun o da Nurhak’ta yaşamını yitirdi. Sinan Cemgil’di- onlar kısa bir süre şehirde kalacaklardı. Bazı banka eylemleri ile dağda bize gerekli olacak olan maddi imkanları sağlayacaklardı. Nitekim yaptılar da. Biz dağdayken, Deniz ve Yusuf Gemerek’te yakalandı. Yusuf çok ağır yaralandı. Deniz çatıştı uzun süre. Hüseyin İnan da Kayseri’de bir akrabasının evinde başka bir arkadaşla birlikte yakalandı. Evde çocuklar olduğu için bir çatışmaya girmediler. Sinan Cemgil daha önce dağa gelmişti, onlar da Nurhak’ta çatışmaya girdiler. Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan çatışmada yaşamını yitirdi. Diğer arkadaşlar yakalandı. Mustafa Yalçıner ve Hacı Tonak yaralı olarak yakalandı. Ben o sıralar Cihan Alptekin’i dağa götürmek için İstanbul’a gelmiştim. Denizlerin yakalanmasına rağmen biz dağa gitmekten vazgeçmedik. Cihan Alptekin, Tayfun Cinemre isimli arkadaşımla birlikte motosikletle geleceklerdi ve ben onları dağa götürecektim. Ama aynı gün hem Nurhak’taki katliam oldu, hem Cihan ve Tayfun Cinemre yakalandı. Gazetede resimleri vardı. İşkencede kan revan içinde bırakılmışlardı. Bunlar benim yaşantımda da çok acı günlerdi. Hemen akabinde bir çatışmada Hüseyin Cevahir öldürüldü, Mahir Çayan yaralı yakalandı. Bunların hepsi neredeyse aynı anda, aynı saatlerde oldu. Biz hepimiz birbirimizi tanırdık. Cihanlarla buluştuktan sonra, Erzurum’a geçecektik. Ben uçakla gidecektim, onlar motosikletle gelecekti. Orada onları Malatya’ya dağa götürecektim. Onlar yakalanınca ben tek başıma kaldım İstanbul’da. Sonra ben de yakalandım. Önce Cihanlarla birlikte Sansaryan Han’da işkence gördük, daha sonra Ankara’ya götürdüler. Ankara’daki THKO ana davasında ben de yoldaşlarımla birlikte yargılandım. Ama şunu söyleyeyim, bunlar olaylar dizisi, çok kısa bir zaman dilimi içinde meydana geldi. Ondan sonra hepimize işkence yapılmasına rağmen mahkemede direnişi sürdürdük. Faşizme teslim olmadık, sloganlar atarak mahkeme salonlarına girdik. Boyun eğmedik. Deniz’in birçok resmi vardır, mahkemede yargılanan değil yargılayan olduğumuzu gösteren. Mahkeme süreci de çok kısa sürdü zaten. Üç yoldaşımızı idam ettiler. Önce hepimize idam verdiler, sonra bizimkini muhabbet hapse çevirdiler.
- İdam cezası verildikten sonra cezaevi süreci nasıl geçti?
Mamak Cezaevi askeri bir cezaevi. Ön hücreler ve arka hücreler vardı. Önce hepimiz ön hücrelerde kalıyorduk. Her hücrede iki kişi olmak üzere. İdam cezası verildikten sonra hepimizi tek tek hücrelere koydular. Üç yoldaşı ayırdılar bizden. Biz ön hücrelerde kaldık, üç yoldaşı arka hücrelere koydular. Günde 15-20 dakika havalandırmaya çıkartıyorlardı. İdam gününe kadar arka hücrelerde kaldılar. O arka hücrelerden götürüp idam ettiler.
- İdamlardan aynı gün haberdar oldunuz mu, yoksa size daha sonra mı haber verdiler?
Aynı gün haberdar olduk. Herhalde radyodan öğrendik.
- Tekrar geriye dönersek Malatya dağlarına gitme sürecini biraz detaylandırabilir misiniz?
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler isimli kitabımda bu süreci bütün detayları ile anlatım. Şöyle özetleyeyim. Biz ODTÜ yurdunda, daha sonra meşhur olan 201-202 nolu odalarda kalıyorduk, arkadaşlarla birlikte. Orayı bir merkez gibi kullanıyorduk.
- Kimler kalıyordu o odalarda?
Dağa çıkmaya karar verenlerin hepsi gelip gidiyordu o odalara. Tuncer Sümer var, Kadir Manga vardı, Alpaslan Özdoğan vardı, Mustafa Yalçıner vardı, Sinan Cemgil vardı, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Deniz vardı. Bizimle olmak isteyen birçok arkadaş da gelip gidiyordu. Diyarbakır’da yakalanıp serbest bırakılan ekipteki arkadaşlar olarak zaten dağa çıkmaya karar vermiştik, hazırlıklara başlamıştık. Önce ODTÜ’nün arazisine dağda ihtiyacımız olacak şeyleri depolamaya başladık. Sırt çantası, parka gibi vs. Sonra bunları Malatya Gölbaşı köyünde Teslim Töre’nin evine taşıdık. Teslim Töre’nin evine taşıdıktan sonra da mağaralara taşıdık. Sonra arkadaşlar yavaş yavaş bölgeye gelmeye başladılar. Daha sonra dağda katledilen ve yakalananların hepsi Malatya dağlarında buluşmuş olduk. Denizler de yakalanmasalardı oraya geliyorlardı. Motorları bozulunca daha önce anlattığım çatışma meydana geldi ve yakalandılar. Hüseyin İnan ve yanındaki arkadaşı yakalandı. Sonra hepimizi Ankara’ya sevk edince Mamak’ta buluşmuş olduk.
- ODTÜ yurdundaki odalara dönersek, THKO’nun kurulmasına o odalarda mı karar verdiniz, yoksa daha önce kurmuş muydunuz?
Biz herhangi bir isim vermedik. Başlangıçta bizde ast-üst, merkez komitesi, yöneten-yönetilen yoktu. Biz bunun daha sonra oluşturulması gerektiğine inanıyorduk. Önce mücadeleye başlarız, arkasında da örgütün adını koyarız ve örgütün gerekli organları ortaya çıkar diye düşündük. Yani acelemiz yoktu bu konuda. Ama tabi içimizde önderlik eden arkadaşlarımız vardı. Herkesin sözünü dinlediği arkadaşlar vardı. Bunların başında da Hüseyin İnan geliyordu. Tabi ki daha sonra Deniz’in katılmasıyla, Deniz ve Sinan Cemgil en çok sözü dinlenen arkadaşlardı. Yani bir arkadaş grubuyduk. Mesela Amerikalı askerlerin kaçırılma olayı oldu, o da Amerikalıların kaçırılması için düzenlenen eylem değildi. Bir depoda silah almak için arkadaşlar gitmişler. O zaman ben bir grupla birlikte dağdaydım. Yanlış istihbaratmış, silah yokmuş o depoda, Amerikalıları almak zorunda kalıyorlar. Ama Amerikalıları kaçırınca da bir takım taleplerde bulunmaya karar vermişler. Bir bildiri yazılmış. Ve ilk defa o bildiride THKO imzası kullanılmış. Ben o zaman dağdaydım. Radyodan duydum. Öyle hep birlikte oturup karar almadık. Hüseyin bir bildiri yazmış, Hüseyin İnan. Deniz’le, Sinan ile de konuşarak o ismi koymuşlar, biz de dağda bu ismi öğrendik ve kabullendik. Öyle gelişti.
- Peki o bildiri sözünü ettiğiniz 201-202 nolu odalarda mı yazılmış?
Hayır. Artık o odaları terk etmek zorunda kalmıştık. Biz dağdaydık ama diğer arkadaşların banka eylemlerinden sonra isimleri çıktı, aranır duruma düştüler ve onlar da sağda solda kalıyorlardı. Bize sempati duyan, bize yakın olan arkadaşların evlerinde, işyerlerinde kalınıyordu. O evlerde bir yerde yazılmış. Bildiğim kadarı ile Hüseyin İnan yazmış ama o yurtta değil. ODTÜ terk edilmişti. Zaten banka eylemlerinden sonra, Denizler ODTÜ yurtlarında saklanıyor düşüncesiyle ordunun büyük bir baskını oldu. Yurtları taradılar, büyük bir çatışma yaşandı. Ama o zaman ne biz vardık, ne de Denizler vardı ODTÜ’de.
- THKO’nun stratejisini ortaya koya Türkiye Devrimin Yolu broşürü ne zaman yazıldı, kim yazdı?
Cezaevindeyken yazıldı. Türkiye Devriminin Yolu’nu Hüseyin İnan yazdı. Sadece Türkiye ekonomisiyle ilgili bölüme ben katkıda bulundum. Bütünü ile Hüseyin yazdı diyebiliriz. Ben ekonomi okuduğum için ekonomi ile ilgili bölümde yardım ettim.
- Son sorum. İdamlar yapıldıktan sonra cezaevinde nasıl bir psikolojik hava meydana geldi. Buna dair bir şeyler söylemek ister misin?
İdamların olduğu gün genel olarak cezaevine bir sessizlik çöktü. Normalde askerler tekmil verir. Gardiyanlar birbirine bağırır, büyük gürültü olurdu. O gün büyük bir sessizlik vardı. Biz çok üzgündük. Bunu belli etmemeye çalışıyorduk. Gözyaşlarımızı içimize akıttık. Hatta öğleden sonra bağırıp çağırmadan voleybol oynadık. Haber duyulduktan sonra bize de bir sessizlik çöktü. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Arkadaşlar sessizce volta atıyorlardı. Cezaevi idaresi de sessizdi, askerler, gardiyanlar da sessizdi.
- Peki Denizlerin, Hüseyinlerin size son bir telkini oldu mu?
Yoldaşlar arka hücrelerde kalırken, bana ve başka bir arkadaşa disiplin cezası vermişlerdi. Bizi arka hücrelere koydular. O zaman iyi hatırlıyorum, Hüseyin İnan “Direnmeye devam etmek gerekir” dedi. Yusuf’un “Cezaevi günleri zor geçecek biliyorum. Daha çok okuyarak hatta dil öğrenerek cezaevi günlerini boş geçirmemeye çalışın” gibi şeyler söylediğini hatırlıyorum. Ama tabi ki herkesin düşüncesi onlar gittikten sonra da bir yöntemini bulup mücadeleyi sürdürmek gerektiği doğrultusundaydı. Zaten 1974’te afla çıktıktan sonra Halkın Kurtuluş Hareketi olarak devam etti.
Sonsuz sözler
Son sözler demek adettendir. Bir daha konuşma fırsatları olmadı. Ama geride kalanlara yıllardır bir şeyler anlatıp duruyorlar.
Deniz Gezmiş’in son sözleri :
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”
Hüseyin İnan’ın son sözleri:
“Ben hiçbir kişisel çıkar gözetmeden ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için savaştım. Bu ana kadar bu bayrağı şerefle taşıdım. Bundan böyle bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!”
Yusuf Aslan’ın son sözleri:
“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz!
Yaşasın Devrimciler!
Kahrolsun Faşizm!”