Özsavunma kavramına bir saldırı karşısında cevap vermekten, bunu da içermekle birlikte, daha geniş bir perspektiften bakma ihtiyacı var
Zozan Sima
Yıllar önce İstanbul’da uzun boylu, heybetli, güçlü ve oldukça kilolu Mardinli bir anne ile tanışmıştım. Polise karşı çatışan, oturma eylemlerinde ya da kendimizi bir yerlere zincirlediğimiz eylemlerde 10 polisin yerinden kımıldatamağı dirayetli bir kadındı. Eylemlerde en önde yürür, polis birine saldırsa bedenini ona siper ederdi. Defalarca göz altına alınmış, işkence görmüş, tutuklanmış ama asla mücadeleden vazgeçmeyen gerçek bir yurtseverdi. Bu annenin çelimsiz, kendisinden oldukça kısa boylu bir eşi vardı. Bir gün anneyi feci şekilde dövmüştü. Onu öyle gördüğümüzde çok sinirlenmiştik. Esasta tek eliyle yere serebileceği bir adamın kendisine bu kadar şiddet uygulamasına nasıl izin vermişti anlamakta güçlük çekmiştik. Doğada beslenme, üreme ile birlikte en temel yaşam refleksi olan savunma güdüsünün kadında nasıl kırıma uğratıldığı ve bunun trajik sonuçlarından biri bu hikaye.
Birçok kadın bu hikayeye benzer biçimde fiziken zayıf olduğu için değil erkek karşısında öğrenilmiş bir çaresizlikle eğitildiği için kendisini savunamaz.
Bu bakımdan özsavunma kavramına bir saldırı karşısında cevap vermekten, bunu da içermekle birlikte, daha geniş bir perspektiften bakma ihtiyacı var. Esasta özsavunma kavramı kendini saldırılır, öldürülür, yaralanır pozisyondan çıkarmakla ilgili yaşamsal bir kavram. Doğadaki her canlı, bu iç güdü ve donanımla dünyaya gelir. Kanatlar, tırnaklar, keskin dişler, hassas kulaklar, tehlikeyi sezen antenler, dikenler, kötü kokular, sarp mekanlarda yerleşmeye kadar bir çok özellik yaşayabilmeyi garantileyen savunma donanımlarıdır. İnsan bunu daha da yetkinleştirmekle birlikte özsavunmadan çıkarıp bir tahakküm aracına dönüştüren tek varlıktır.
Konu kadınlar cephesinden ele alındığında ise daha derinlikli bir bakış açısına ihtiyaç var. Kadınların çocukluktan itibaren dikenleri koparılmış gül, dişleri sökülmüş timsah ya da kanatları yolunmuş kuş, gözleri oyulmuş kartal misali kendini koruyabileceği en yaşamsal özelliklerinin köreltildiğine tanık oluruz. Kadınlar kendilerini savunamayacakları, koruyamayacakları, bedenlerinin bu konuda zayıf olduğu inancına dayanan bir kültürle yetiştirilirler. Böylesi bir kültürde kadınların öldürülmesi, yaralanması, hakarete, şiddete, emek ve beden sömürüsüne uğraması değil, uğramaması istisnai hale gelmiştir.
Cinsiyetçilik kadın kimliğini kölelik temelinde inşa ederken öncelikle kadınların kendini savunma özelliğine saldırmıştır. Her kadın şiddete boyun eğecek, sömürüyü hazmedecek, kendisini koruma içgüdüsünün gereklerini ailedeki erkeklere, devletlere devredecek biçimde eğitilir. Bir kadın saldırıya uğradığında kadının değil, böylece onuru lekelenmiş erkeğin intikam alması beklenir. Kadın hakkını aramak, uğradığı iftira ya da hakarete karşı kendini savunmak istese dili uzun olmak, saygısız olmak, ahlaksız olmak, daha da ileri giderse fahişe ya da deli olmakla suçlanmasına yol açar. Silah kullanmak, kendini savunacak araçlara, fiziğe sahip olmak kadınlıktan çıkmakla, erkekleşmekle özdeşleştirilir. Kadınların belirlediği ahlaki ilke ve yasalardansa erkeğin kadını baskı altında tutma yöntemlerini içeren ahlak ve hukuk kanunları esas alınır. Tecavüze, tacize uğradığını ispatlamak zorunda bırakılanın kadın olması, bunun en çarpıcı örneklerindendir.
Özsavunmanın tanımını tartışırken bu gerçekliği dönüştürecek zihinsel dönüşüm, toplumsal inşa ve örgütlenmelerden bahsetmekteyiz. Bu nedenle öncelikle özsavunma bilincinin oluşması gerekir. Yani kadınlar bedenlerini, emeklerini, kültürlerini, topraklarını ve her türlü maddi-manevi değerlerini, yaşamlarını savunmayı erkeklere bırakamayacaklarını öğrenmeliler. Kadınların fizikleri, düşünce ve becerilerinin de bunu sağlayabilecek kapasitede olduğunu bilmeleri gerekir. Diğer önemli bir nokta, kadınların özsavunmasının bireysel olduğu kadar örgütlü ve süreklileşen bir mücadeleyi gerekli kıldığının farkında olmaktır. Egemen erkekliğin her yerde örgütlü, kurumsal olduğu ve kadınlar üzerindeki baskısını çeşitli şiddet yöntemleri ile sürdürdüğünün bilinciyle özsavunma örgütlenmesinin de yaygın, çok yönlü ve yaratıcı yol-yöntemleri içermesi gerekir.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi bu konuda dünyadaki en deneyimli hareketlerden biridir. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kadın ordulaşmasını başlatırken bunu ‘eşitlik-özgürlük ordusu’ olarak tanımlaması, tüm dünyada egemenlik amaçlı kurulan ordulaşmaları dönüştürme hedefi taşımıştır. Böylece bir yeri işgal eden, savaş ve militarizmi yaygınlaştıran değil, dünyanın neresinde kadınlar saldırıya uğrarsa onlara güç verecek bir kadın özgürlük ordusu oluşmuştur. Devlet şiddetine olduğu kadar, egemen erkekliğe hatta kadınları çaresiz kılan köle özelliklere karşı da savaşan bir ordu, özsavunma örgütlenmesinin temelini oluşturmuştur.
Bu bakımdan özsavunma, silahlı mücadele zeminden güç almış olsa da büyük oranda bir zihniyet dönüşümü, örgütlenmeyle bağ içerisinde gelişim göstermektedir. Kadınları maruz kaldıkları kırım çemberinden çıkarabilen her örgütlenme, yöntem ve düşünce özsavunma kapsamında değerlendirilebilir. Kürdistan Özgürlük Hareketi içinde mücadele eden kadınlar bedenlerini, ruhlarını, düşünce ve duygularını güçlendirerek onları egemen erkekliğin, devletin kendilerine uzanan ellerine batan dikenlere dönüştürmüştür. Kadınların taşıdığı anlam ve güzellik ancak böylesi dikenlerle korunabilirse yaşayabilme ve çevresini güzelleştirme rolü oynayabilir.
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yeralan diğer yazıkları okumak için tıklayınız