12 yıl önce bu tarihte kaybettiğimiz yazar, şair Adnan Satıcı’yı anıyoruz.
“Dönüp ardıma bakıyorum, yollara düşmüş yıllar/geçiyor bir sıradağ silsilesi üzerinden sesimin/boşluğu asılan ferhad kandili zamanın fanusunda/balkıyan çığlık ister ki, ölmekle de sönmesin” demişti bir şiirinde Adnan Satıcı.. Öyle de oldu. Zamanın fanusunda ölmekle de sönmedi o kandil, susmadı o çığlık içimizde.
Aradan yıllar geçse de unutulmuyor. Çoğu zaman bir anının izini sürerek gelip oturuyor gündemin orta yerine. Canım Adnan’ım, şairim, güzel kardeşim Êdo…
***
Çocukluk yıllarının bir kısmı Diyarbakır’da geçti. Çocukluk düşleri,babasının ölümüyle yarıda kaldı.Sonra Eskişehir’e göçer aile. Bir tuğla fabrikasında çalışırlar bir süre. Sonrasında İzmit. Sonra tekrar Diyarbakır. Adnan bir çocuğun yapabileceği birçok işte çalışarak ilk ve orta öğrenimini Diyarbakır’da tamamladı.
Diyarbakır Ticaret Lisesi’nde öğrencim oldu. O sıralar yetiştirme yurdunda kalıyordu. Zekiydi, lider özellikleri taşıyan, yaşının üzerinde gösterdiği olgunlukla arkadaşları ve çevresinde bir sevgi çemberi oluşturmuştu.O yaşlarda bile iyi bir kitap okuruydu.Yoğun okumalar onu yazmaya da itiyordu. Elinde şiir karalamalarıyla gelirdi. Verdiği güven ve gösterdiği düzeyle gündüz öğretmen-öğrenciyi oynuyorduk, geceleri şaraplı-şiirli sohbetlerle arkadaştık. Ailenin bir ferdi gibiydi.
Kısa sürede sevgili Veysel Öngören’le takıldığımız mekanlara da katılır oldu. Heyecanlıydı, ataktı, girişkendi. (Bu özellikleri yaşamı boyunca sürdü.) Bu dönemde okulda daktilo derslerinde seri yazmayı öğrenmiş olduğu için bu sayede kimi avukat bürolarında çalıştı.
***
12 Eylül döneminde Kırşehir’e sürgün edildim. Adnan da Ankara Gazi-Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandı. Bağımız kopmadı hiç. O sıralar sevgilisi sonradan eşi olacak Fatoş’la kimi hafta sonları çıkıp gelirlerdi. Bazen de ben Ankara’ya…
Büyük Ekspres’te konuşlanırdık. Sorunsuz değil ama güzel günlerdi. Adnan artık kitaplar çıkarmış,ödüller almış kuşağının önde gelen şairlerindendi. Şiiri de kendisi gibi tutarlı, lirik ve dokunaklıydı.
Sadece kendi gemisiyle ilgili değildi Adnan. O hayatına başkalarının hayatını da katmıştı. Gündem gazetesinde yazdığı dönemde, ‘Şairin Hayatı’ başlıklı bir yazısında şöyle dile getirmişti bu duyguyu: “Başkalarının hayatını kendi hayatımıza kattıktan sonra ortaya çıkan hayatın büyüklüğü, o hayatın sahibine gururdan çok sorumluluk, sevinçten çok hüzün, yaşamdan çok ölüm yükler. Zira başkalarının hayatını yaşayanlar başkalarının ölümlerinden kaçınamazlar. Kendi hayatlarına kattığı başkalarının ölümlerini de yaşarlar ki bugünlerde özlemini çektiğimiz şair hayatı da budur.”
***
İkinci okulunda hukuk okuyup avukat olduktan sonra Diyarbakır’a dönüp orda avukatlık yapmayı düşündü hep. Bunun koşullarını düşünür, konuşurduk.
Öfkeliydi, hırçındı. İç dünyasında kıyametler kopardı. Hüznünü ve öfkesini alkolle dindirmeye çalışırdı sanki. Sitem eder eleştirirdim bazen. Sanki böyle bir ayrıcalık tanımıştı bana. Bazen Adnan demez yöre ağzıyla Êdo diye seslenirdim. Bu ona kızmış olduğumun göstergesi olurdu.
Hayata hep eleştirel baktı. Sorguladı ve yüzleşmesini bildi. Öğretmenlik mesleğinde de şair kimliğinde de etik sahibi bir profil çizdi ve bundan asla ödün vermedi. Dobraydı. Güne yalanla, dolanla, cüzdanla başlayan bu vahşi dünyaya öfkeliydi.
Ömrü bir fırtınanın içinde geçti Adnan’ın. Yine de şiirinde olduğu gibi bir derinlik olmayı başardı bu sığ denizde. Bir şiirinde ölüm sebebini sanki kendisi tanımlıyordu:
‘Gözümü yumduğum gün kavanoz dipli dünyaya/başucumdaki taşa bir zahmet şunları yazın:/böyle olsun istemezdim/ daha çok koşardım ya/atım çatladı/ özür dilerim..’
Ama atını biraz da o çatlattı denebilir. At çatlatan bir koşuydu onunkisi.
***
Onu kaybettiğimizde Diyarbakır’a getirip orda toprağa verebileceğimizi düşünmüştüm. İkna edemedim kimseyi. Ankara’da defnettik. Ona ancak Diyarbakır’dan bir avuç toprak götürüp mezarına serpebildim.
Bir de ukdedir hala bende. Hiç olmazsa doğduğu evin sokağına onun isminin verilmesi.