Aşk, partnerler arasında güçlü bir bağ kurarak, çocukların bakımı ve korunmasını sağlamak için evrimleşmiş bir mekanizmadır. Ve bu evrimleşme devam etmektedir.
Deniz Bakır
Aşk ilahi, ideolojik, felsefi vb. birçok düzlemde ele alınabilecek ve sayısız tarifi yapılan bir mefhum. Ama bilim insanları bu kadim ve ölümsüz duyguyu biyolojik, psikolojik ve nörolojik süreçleri kapsayan bir dizi karmaşık etkileşimden doğan bir tepkime olarak çerçeveliyor.
Hormonal olarak dopamin, aşkın başlangıç aşamasında yoğun bir mutluluk ve heyecan hissi yaratırken; oksitosin ve vazopressin, uzun süreli bağlılık ve güven duygularını pekiştiriyor.
Nörolojik araştırmalar, aşkın beyinde belirli bölgeleri aktif hale getirdiğini gösteriyor. Bunlar arasında ventral tegmental alan (VTA), kaudat çekirdek ve hipokampus gibi bölgeler var. Bu bölgeler, ödül, motivasyon ve hafıza ile ilgili ve aşk hissinin neden bu kadar güçlü ve kalıcı olduğunu açıklıyor.
Bu duyguya evrimsel olarak yaklaştığımızda ise aşkın temel amacı üreme ve genetik devamlılık yani yaşama içgüdüsü ile karşı karşıya geliriz. Aşk, partnerler arasında güçlü bir bağ kurarak, çocukların bakımı ve korunmasını sağlamak için evrimleşmiş bir mekanizmadır. Ve bu evrimleşme devam etmektedir.
Aşkı daha geniş anlamıyla ele aldığımızda tüm bu faktörler yine yerlerini korur. İlahi ya da ideolojik aşkta da karşı cinse duyulan aşk gibi bağlılık, güven, mutluluk gibi duygularla bağlı hormonal; ödül, motivasyon ve hafıza gibi özelliklere bağlı nörolojik; yaşama içgüdüsü ve türün devamı gibi ontolojik itkilerle karşılaşabiliriz.
Peki aşk mefhumu gerçekten sadece insanlara özgü bir şey midir? Mutluluk, güven, bağlılık, türün devamı, yaşama içgüdüsü, motivasyon ve ödül gibi davranış ve özellikler, yani aşkın ana unsurları doğanın içine girdikçe farklı biçimlerde karşımıza çıkar.
Bitkilerin aşk hikayesi
Ağaçların yaşamları, onların aşk hayatlarına da yansır; yavaş ama planlı bir hızla üreme süreçlerini gerçekleştirirler. Birçok türde çoğalma en az bir yıl öncesinden planlanır. Ağaçların bahar aşkı, türlere bağlı olarak farklılık gösterir. Çam ağaçları tohumlarını yılda en az bir kere doğaya bırakırken, yaprak döken ağaçlar çiçek açmadan önce bir strateji belirler. İlkbaharda çiçek açıp açmayacaklarına karar verirler. Bu karar, ormanda birçok ağacın aynı anda çiçek açmasını sağlar ki, böylece genetik çeşitlilik artar.
Ancak yaprak döken ağaçların dikkate alması gereken başka faktörler de vardır; yaban domuzu, geyik gibi canlılar. Bu hayvanlar kayın ağacı meyveleri ve meşe palamutlarını çok sever. Bu yemişler, yüksek oranda yağ ve nişasta içerir ve hayvanların kış boyunca hayatta kalmasını sağlar. Sonbaharda ormandaki tüm yemişler tüketilir, bu yüzden ağaçlar önceden anlaşır ve her sene çiçek açmazlar. Bu strateji, ağaçların bir sonraki nesli güvence altına almasını sağlar.
Ağaçlar, akraba çiftleşmesini önlemek için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Mesela Ladinler erkek ve dişi çiçeklerini farklı zamanlarda açar. Kuş kirazı gibi ağaçlar, arıların polen taşımasını sağlar. Arılar, ağacın kendi polenlerini de yayar ancak ağaçlar kendi polenlerinin dişi çiçeklerine ulaşmasını engeller. Bu şekilde, sadece yabancı polenlerin tohum oluşturmasına izin verirler. Çam ağaçları gibi türler, rüzgar sayesinde polenlerini yayar.
Bilim insanları, ağaçların sadece fizyolojik değil, aynı zamanda duygusal tepkiler de verebildiğini keşfetmişlerdir. Almanya’da bir orman mühendisi olan Peter Wohlleben’in araştırmaları, ağaçların birbirleriyle iletişim kurduklarını ve yardımlaştıklarını göstermektedir. Örneğin, bir ağaç hastalandığında, komşu ağaçlar kök sistemleri aracılığıyla besin maddeleri göndererek hasta ağaca yardım eder. Bu durum, ağaçların kolektif bir bilinçle hareket ettiğini ve duygusal tepkiler verebildiğini düşündürmektedir.
İsviçreli bilim insanı Monica Gagliano’nun çalışmaları da ağaçların stres altında belirli kimyasallar salgılayarak tepkiler verdiğini ortaya koymuştur. Gagliano, bitkilerin öğrenme ve hafıza kapasitesine sahip olduğunu ve belirli durumlarda kendilerini korumak için stratejiler geliştirdiklerini belirtmektedir.
Her tür, genetik çeşitliliği koruyarak, gelecek nesilleri güvence altına alarak ve doğanın döngüsüne uyum sağlayarak yaşamını sürdürür. Ağaçların duygusal tepkiler verebildiği ve birbirleriyle iletişim kurabildiği keşifleri, ağaç ve bitkilerin çoğalma, çiçek açma ya da yaprak dökme, kuruma gibi çeşitli durumlarının bir aşk hikayesinin görünümü olarak da yorumlanabileceğini düşündürmektedir. Türün korunması ve güvenliği, mutluluk, bağlılık, ödül ve motivasyon gibi aşkın üzerine bina edildiği unsurlar kendine özgü bir biçimde ormanda, ağaç ve bitkiler içinde gözlemlenebilmektedir. Aşk öznel ya da türcü biçimsellikten uzak olarak ele alındığında insana özgü olmaktan çıkarak doğanın ontolojik özü olarak neden düşünülmesin ki?