Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve gerekse Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ekonomiyle ilgili söyledikleri ve yaptıklarından anlıyorum ki başımız dertte. Dertte çünkü, her ikisinin de söyledikleri ve yaptıklarından ekonomi bilmedikleri anlaşılıyor. Bu duruma rağmen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistemin gereği son kararları hep ikisinin veriyor olması sorunu ekonomide kriz noktasına taşıyor. Kararlarına karşı itiraz ne denli mümkün bilmiyorum. Kaldı ki bütün liyakat sahibi bürokratları gönderdiklerinden geriye kalanların ya da gidenlerin yerlerini alanların biraz “Padişahım çok yaşa!” havasında olduklarını tahmin etmek güç değil.
Ben bir zamandan beri bu ikilinin ellerindeki tekelci medya imkanlarını kullanarak çeşitli algı operasyonlarıyla durumu mart sonuna kadar idare etmeye çalıştıkları düşünüyordum. Tedbir diye söylediklerinin ucu açık ya da en geç nisana kadar olması da bu düşüncemi destekliyordu. Örneğin “tanzim satışlar” ın 31 Mart’a kadar olacağı, işverenlere sağlayacakları her ilave istihdam için prim ve vergilerin yanı sıra ücreti de devletin 3 ay boyunca (Nisana kadar) ödeyeceği kararı böyle kararlardı. Zaten saklamıyorlar da. Zaman zaman konuşmalarında bu seçimlerin “beka meselesi” olduğundan söz etmeleri de bu algı operasyonlarının devamı niteliğinde.
Ama Cumhurbaşkanı geçenlerde öyle bir laf etti ki endişem tepe yaptı. Söylediği şu: Biz “sosyal devletin gereğini yerine getiriyoruz. Operasyon çekmeye çalışanlara cevabımızı verdik. Ekonomik bir suikastla karşı karşıya kaldık. Bizi aldatmayın, serbest piyasada biz ne olduğunu biliriz. Benim şahsen alanım ekonomi. ‘Serbest piyasa’ dediğiniz olay, örneğin otomotiv, beyaz eşya sektöründe, vesaire buralarda. Biz buralara girmiyoruz ki. Biz, günlük ihtiyacını vatandaşın provoke eden, sabote eden, onlara adeta darbe yapanlara karşı bu adımı attık”.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı, alanının “ekonomi” olduğunu söylese de bu yorum ekonominin temel meseleleriyle ilgili olarak çok sorunlu. Bir kere serbest piyasa, üreticilerin de tüketicilerin de kendi çıkarlarını maksimize etmek için davrandıkları varsayımından hareketle arz ve talebin serbestçe etkileşerek fiyatları oluşturduğu bir ekonomik düzen demekse, bu düzene daha çok uyan yaş sebze ve meyve piyasasıdır, otomotiv ve beyaz eşya değil. Çünkü, otomotiv ya da beyaz eşya gibi sektörlerde arz, “az sayıda” firmanın üretiminden, yaş sebze ve meyve sektöründe ise “çok sayıda” firmanın üretiminden oluşur. Az sayıda firmanın, az sayıda oldukları için fiyatlar üzerinde kolayca bir etkileri olup, kendi çıkarları doğrultusunda fiyat belirlemeleri mümkünken bu durum çok sayıda üreticinin olduğu yaş sebze ve meyve sektöründe mümkün değildir. O nedenle de Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu yorumu (daha doğrusu bilgisi) yanlış bir bilgidir. Bugün meyve ve sebzede, ya da genel olarak tarımsal ürünlerde fiyat artışları yüksekse, bunun arkasında büyük ölçüde maliyetlerindeki artışların rolü büyüktür. Buradan yaş sebze ve meyve üreticilerinin kimi bölge ya da şehirlerde fırsat bulduklarında fiyatları şişirmiş olabilecekleri iddiası da yabana atılacak bir iddia olmayabilir ama bu tür sektörlerde çok sayıda üreticinin olması onların fiyat anlaşmaları yapmalarını önler. Sonuçta fiyatlarını şişiren firmaların fiyatlarının altında fiyat kıran firmalar çıkacağından şişirilmiş fiyatlar şişik kalmaz, arz ve talebin olduğu noktaya iner.
Sonuç olarak demem odur ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Bakanı Berat Albayrak’ın ekonomiyle ilgili aldıkları önlemlerin isabetsizliği yalnızca seçime odaklı algı operasyonlarıyla değil aynı zamanda ekonomiyle ilgili bilgisizliklerinden kaynaklanıyor. Bence bu nedenle de ekonomide krizin daha da derinleşmesini beklemek gerekir.