Mevzuata (yasalar, yönetmelikler vs.) bakarsanız “asgari ücret”i Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK) belirler. İşçi-işveren ve siyasi iktidarın katılımıyla yılda bir ya da iki kez toplanan AÜTK, ülkede geçerli olacak taban ücreti yani “en az ücret”i tespit eder. Emek piyasasında da ücretler, işin ve işçinin niteliğine göre bu en az ücret esas alınarak oluşur. Asgari ücret miktarı tespit edilirken TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları üzerinden işçinin temel ihtiyaçları hesaplanır ve nihayetinde AÜTK, -mutlaka ama mutlaka- iktidar sahiplerinin “İşçileri enflasyona ezdirmedik!” açıklamasını yapabilecekleri bir sonuca ulaşır!
Hemen her konuda olduğu gibi asgari ücret konusunda da mevzuatın gerçeklerle uzaktan, yakından ilgisi yoktur! Asgari ücret, ne AÜTK adı verilen “düzmece” komisyon tarafından belirlenir ne asgari ücret adı atında belirlenen rakam, -ücretli çalışanlarının yarıdan fazlasının ücreti asgari ücret seviyesinde olduğu için- emek piyasasında oluşan ücrete temel oluşturur ne de işçiler, TÜİK’in gerçek dışı verileriyle hesaplanan asgari ücretle yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayarak sağlıklı bir hayat sürdürebilir.
Dünyanın her yerinde işçinin eğitimi, yaka rengi (mavi, beyaz, pembe vs), çalıştığı sektör ne olursa olsun her düzeyde (ulusal, sektörel, işyeri ya da bireysel) ücreti belirleyen unsur, işçilerin pazarlık gücüdür. İşçilerin pazarlık gücünü belirleyen ise -çok nadir bulunan özel yeteneklere haiz değillerse- sınıf perspektifine sahip örgütlü bir mücadeleyi ne ölçüde sağlayabildikleridir.
Türk İş’in en çok üyeye sahip işçi konfederasyonu olarak AÜTK’de işçi tarafı adına yer alması, bu komisyonu işçi sınıfının bir mücadele alanı haline getirmez. Zira Türk İş, Türkiye’de asgari ücretten doğrudan ya da dolaylı olarak (ücreti, kıdem tazminatı, sigorta primi vs) etkilenen (kapsam içi, kapsam dışı, kayıtlı, kayıtsız vb) emekçilerin yüzde 5’ini bile temsil etmez. Kaldı ki Türk iş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın Habertürk’ten Bülent Aydemir’in asgari ücretle ilgili sorularına karşılık olarak (Türk-İş’e bağlı iş kollarında asgari ücretli olmadığını hatırlatmasının ardından) sarfettiği, “Daha önce dedik ki görüşmelere asgari ücretli biri katılsın. Yasal olarak muhatabımız sensin, diyorlar. Henüz ortada bir rakam da yok. Ben şu aşamada hiç konuşmuyorum ama dönüp dolaşıp ihale bana kalıyor” sözleri Türk İş Başkanı’nın da asgari ücretlileri temsil etmek istemediğini, açıkça ifade etmektedir (https://www.haberturk.com/turk-is-baskani-atalay-teklife-gore-tavrimizi-belirleriz-3599476-ekonomi).
Atalay’ın bu sözleri aynı zamanda, Türk İş’in en çok üyeye sahip işçi konfederasyonu olmak hasebiyle AÜTK’de kerhen bulunduğunun, başka bir ifadeyle işçi sınıfının temsiliyetini yüklenmek istemediğinin itirafı olduğu gibi “…görüşmelere asgari ücretli biri katılsın” sözü örgütlü mücadele bilincinden ne kadar uzak olduğunu da göstermektedir. Bu ifadeler, Türk İş’in kurulduğu 1952’den itibaren izlediği “sınıfı inkar eden” sendikal anlayışını teyit ederken, bugüne kadar Türk İş’e sınıfsal bir görev/işlev atfeden yaklaşımların ne kadar yanlış olduğunu da en yetkili kişinin ağzından ortaya koymaktadır.
Peki Türk İş, yukarıdaki ifadelerde açıkça görüldüğü gibi işçi sınıfına yabancılaşmamış, Türkiye işçi sınıfını temsil ettiğini iddia etmiş olsaydı; AÜTK, işçi sınıfının gücünü yansıtabildiği bir mücadele alanı olabilir miydi?
Değişen bir şey olmazdı. Çünkü Türk İş, işçi sınıfının hakları ve çıkarları için mücadeleyi reddetmiş olmasaydı bile -emekçilerin üretimden gelen gücünü ifade eden “grev”in gerçekleşme koşullarının bulunmadığı diğer toplu pazarlık masaları gibi- AÜTK de sendika bürokratlarının işveren ve siyasi iktidarla uzlaşarak emek sömürüsünü meşru hale getirdikleri bir alan olmaktan öteye gidemezdi.
Sözün özü: Türkiye’de asgari ücretin açlık sınırının bile altında olması, sadece patronların insafsızlığı ya da siyasi iktidarın emek düşmanı politikalarıyla açıklanamaz. Emekçi kitleleri açlığa, sefalete sürükleyen temel etken işçi sınıfının örgütlü bir mücadeleden uzak olmasıdır. Emeğiyle geçinen milyonlarca insanın alın terinin karşılığını alabilmesi ve onurlu bir yaşam sürdürebilmesi için öncelikle, sendikaları sınıfa yabancılaşmış bürokratlardan kurtarması ve yeniden işçi sınıfının en etkili mücadele aracı haline getirmesi gerekir!