Karabağ’daki savaşta Azerilerin üstünlüğündeki aleni pay bile ekonomideki krizi saklayamadı. Bu satırlar okunurken içerde ve dışarıda gözlerin çevrildiği Merkez Bankası Para Politika Kurulu’nun faiz artırımına gidip gitmeyeceğine kilitlenmiş durumda. Bu satırlar okunduğunda bu karar açıklanmış olacak. Ne olursa olsun, çiçeği burnunda yeni Merkez Başkanı Naci Ağbal yönetiminde ilk kritik toplantıdan çıkacak karar, sadece Merkez Bankası’nı değil, doğrudan AKP iktidarının geleceği açısından da kritik bir öneme sahip.
Yeni göreve gelen Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ile Ağbal “Piyasa dostu” bir politika izleyeceğini deklare etmişti. Bu “piyasa dostu” imajının yol açtığı beklenti faizlerin artırılacağı yönünde. Neredeyse kesin gibi konuşuluyor. 400-450 arası baz puan artışından bahsediliyor. Bu yeni projeksiyon aslında Türkiye’nin yakın geçmişe kadar uyguladığı “yüksek faiz düşük kur” politikası ile “ihracata dayalı büyüme” politikasına dönüşü içeriyor. Kulislere ve basına yansıyan kimi iddialara göre, Erdoğan, ‘şimdilik’ piyasa dostu adımlara ikna olmuş durumda. Kimi toplantılarda enflasyon hedeflemesi, fiyat istikrarı, yapısal reform, hukuk güvencesine dair vurgular da buna dayanak olarak gösteriliyor. Bu çerçevede, atanır atanmaz yabancı yatırım kuruluşları ve banka temsilcileriyle bir araya gelen MB Başkanı Ağbal da faizlerin artırılacağı sözünü vermiş. Ancak tam da böyle bir havayı solan bu beklentiler, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yüksek faize yatırımcımızı ezdirmememiz gerekiyor” sözleri ile sarsıldı.
Bu durumda piyasa dostu olma politikası “şimdilik” geçerli gözüküyor. Dünya genelinde büyük bir para meblağının boşta durduğu kazanç için yer aradığı biliniyor. Ancak temel mesele karar verici mekanizmaların bir hukuka, prensibe ve sisteme değil, bir kişinin tutumuna bağlı işlemesi kapitalistleri ürkütüyor.
Söylem ve gerçek…
İktidarın ekonomi yönetiminde yaptığı iki önemli değişiklik sonrası esen olumlu havanın ne kadar süreceği meçhul. Ancak gerek Hazine ve Maliye Bakanı, gerekse Merkez Bankası başkanının enflasyon, büyüme, istihdam, yatırım vs. hedeflere ilişkin yaptıkları açıklamalarda bir değişim olmadığı ortada. Tüm bu hedef belirlemelerin istifa eden Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’a yöneltilen eleştirilerin başında yer aldığını hatırlayalım.
“Yatırımcımızı yüksek faize ezdirtmememiz gerekiyor” diyen Erdoğan’dan “Artık vites yükseltmenin bile yeterli olmadığı, araç değiştirmenin gerektiği bir dönemdeyiz. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıyız” açıklaması geldi. Bu iki zıt durum arasında çıkışın mevcut koşullarda nasıl başarılacağı bilinmiyor.
Tam da ikinci dalga pandemi önlemleri çerçevesinde binlerce esnafın (lokanta, cafe, kahvehane, spor salonu vs.) işyerini kapattığı bir dönemde. Bunların önemli bir kısmı pandemi döneminde vadesi gelmiş borçlarını, çeklerini ödemek ve de çarklarını döndürmek için bankalardan krediler çekti. Hükümetin bu son kararıyla şimdi bu kesimler büyük bir panik içinde. Hükümetin ekonomik destek sunmaması halinde birçoğunun iflas etmesi söz konusu. Bu arada ekonominin gidişatına dair de sıkıntı verici haberler var. Merkez Bankası’nın Eylül 2020 dönemine ilişkin kısa vadeli dış borç verilerine göre, kısa vadeli dış borç stoku, eylülde 2019 sonuna kıyasla yüzde 8.8 artarak 134 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklamasına göre, bütçe gelirleri ekimde 92.8 milyar lira, giderleri 97.7 milyar lira olarak hesaplandı. Bütçe ekimde 4.9 milyar lira, ocak-ekim döneminde de 145.5 milyar lira açık verdi. Tüm bunlar olurken, asgari ücretle geçinen çalışan ve emeklilerin durumuna gelince… Birleşik Metal İş Sendikası’nın araştırmasına göre, Ekim ayında açlık sınırı 2 bin 362 liraya, yoksulluk sınırı 8 bin 169 liraya yükseldi.
Nereden nereye?
“Türkiye tarihinin en büyük demokrasi ve kalkınma hamlesi bizim dönemimizde başladı. Milli gelirimizi 236 milyar dolardan 950 milyar dolara çıkardık. Kişi başına düşen milli gelirimizi 12 bin 500 dolara kadar yükselttik. Yüzde 32 olan enflasyon oranını yüzde 4’lere kadar indirmiştik. Ülke ve millet olarak 2023 hedeflerimize doğru emin adımlarla yükselirken bir anda içeride ve dışarıda büyük bir saldırı dalgasıyla karşılaştık.” (Cumhurbaşkanı Erdoğan). İktidarlar ne zaman başarısız olsa bunu muhakkak bir dış veya iç düşmana bağlarlar. Hiçbir zaman suçu kendinde bulmazlar. O yüzden hiçbir yetkili istifa etmez. Demokrasi ve hukuk ülkesi olunsaydı binlerce gazeteci ve siyasetçi içerde olur muydu? Organize suç örgütü lideri olarak cezaevinde yatmış biri bir siyasi parti liderini güle oynaya tehdit eder miydi? Sivil bir genci öldüren polis beraat ederken, olayı anında görüntülediği için gazeteci 20 yıl ceza istemi ile yargılanır mıydı? Sendikal örgütlenme suç olur muydu? Kürtçe konuştuğu için insanlar öldürülür müydü?