Türkiye’ye 12 Eylül darbecilerinin armağanı olan ‘özel güvenlik’ yasası değiştirile değiştirile iki ihtiyacı birden karşılamaya başladı. İşsiz sayısının hiçbir şey üretmeyen kadrolarla azaltılması ve paramiliter noktaya varabilecek bir silahlı güç
M. Ender Öndeş
Yıl 1981… Temmuz ayındayız. Askeri faşist diktatörlük ülke yönetimine el koyalı henüz bir yıl bile olmamış; işkenceler, idamlar bütün hızıyla sürerken ve cezaevleri tıklım tıklım doluyken, şu ‘özel güvenlik’ meselesi tam da o günlerde cunta hükümeti ‘başbakan yardımcısı’ Turgut Özal’ın aklına gelmiş olmalı. Malum, şimdilerde herkes ‘özel’ sevdalısı ama o vakitler başında ‘özel’ olan her konuda kendisi uzman sayılırdı.
Cunta generallerinin meşhur 2495 sayılı kanunu o zaman çıkmıştı işte. “Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun” diye bilinen yasanın amacı, birinci maddede özetlenirken, “Milli ekonomiye veya Devletin savaş gücüne önemli ölçüde katkısı bulunan” kamu ya da özel kurumların korunmasına özel bir vurgu yapılıyor ve ‘sabotaj’ gibi olasılıklar sayılırken “çalışanların zorla işten alıkonulması” ayrıca kaydediliyordu.
Alan geniş tutulmuştu. “Devletin savaş gücüne önemli ölçüde katkısı bulunan baraj, enerji santralleri, okullar, rafineri, enerji nakil hatları, akaryakıt nakil, depolama, yükleme tesisleri ve benzeri yerlerde, sivil trafiğe açık hava meydanları ve limanlar, tarihi eserler, ören yerleri, sitler, açık ve kapalı müzeler, sanayi ve ticari ve turistik tesisler…”
Ayrıca, kanun, illerde de Valilere ve Emniyet Müdürlerine yetki vererek, gerekli olan yerlerde “Özel Güvenlik” kurulmasına imkân tanıyor, ancak bir yandan da sıkı bir düzen kuruyordu. Valilerin başkanlığında il garnizon komutanlığı temsilcisi, il savcısı, il jandarma alay komutanı, il emniyet müdüründen oluşan “Özel güvenlik teşkilatı il koordinasyon kurulu” yasaya göre işleyişten sorumluydu. Hatta 1992’deki değişiklikte kaldırılan bir maddeye göre ildeki MİT görevlisi de koordinasyona dahildi.
‘Anarşiye karışmamış olmak’
İşte bugünlerde Boğaziçi Üniversitesi’nden işçi direnişlerine kadar her yerde sağ sola saldıran, çok kafası bozulduğunda Konya’da olduğu gibi çekip doktor vuran ‘Özel Güvenlik’ heyulası, o zamanlar sahneye çıkmıştı. Gerçi o zaman yetkiler sınırsız değildi. Darbecilerin yasasında, öncelikle ‘koruma’ görevi tanımlanıyor, işlenen suçları kolluğa bildirip, onlar gelene kadar gözaltı yapmak, delilleri muhafaza etmek gibi şeyler sıralanıyordu. Ama öte yandan, memur sayılıyorlar ve onlara karşı işlenen suçlar da devlete karşı suç addediliyordu. Özel güvenlikçi olmanın koşulları arasında ise şüphesiz, “Yasa dışı ideolojik amaçlı faaliyetlere, anarşi ve teröre karışmamış olmak” başta geliyor; bugün olduğu gibi eski polislere bir şekilde yol açılıyor ve tabii ki sendika, dernek ve siyasi partilere üye olmaları yasaklanırken “grevlere ve toplantı veya gösteri yürüyüşlerine” katılmamaları garanti altına alınıyordu. Ancak yasanın en önemli maddesi, işçi grevlerinde polisin emrinde çalışmaları üzerineydi. Cunta, böylece, toplumsal olaylarda polise bir destek gücü sağlamayı düşünüyordu.
AKP’nin bulduğu maden
Özal’ın 1992’de giderayak çıkardığı 3832 sayılı kanun, aslında bu darbe mahsulü yasaya çok fazla bir şey eklememişti. Ama bu arada kapsam giderek genişliyor, böylece istihdam edilen işsizlerin sayısı da artmış oluyordu.
Asıl kapsamlı değişiklik, AKP’nin iktidara geldikten sonra 2004’te çıkardığı 5188 sayılı yasayla gerçekleştirildi. Yasa, idari bakımdan devletin ağırlığını artırırken, diğer yandan işi iyice özelleştiriyor, özel güvenlik şirketlerini resmileştirerek önünü tamamen açıyordu. Yetki kapsamı ise, sonradan yapılan yönetmelik değişiklikleriyle neredeyse sınırsızdı; yakalama, el koyma, arama, vb… Buna karşın güvenlik soruşturması genişletiliyor, ‘devlete karşı suç işlememiş olma’ meselesinde iş daha sıkı tutuluyordu.
Ama en önemlisi, kapsamın sınırsız ölçüde genişletilmesiyle gerçekleşen sayı artışıydı. 2004’ten başlayarak ‘sektör’de çalışanlar her yıl katlanarak artmaya başlamış, böylece neredeyse bir ordu büyüklüğü ortaya çıkmıştı.
Milyonu geçen sayı
Ordu sözü burada hiç de abartılı değil. Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanının ifadesine göre, 2017 itibarıyla ülke genelinde 942 bin 357’si silahlı olmak üzere 1 milyon 552 bin 565 sertifikalı güvenlik görevlisinden söz ediyoruz. Fiilen çalışan sayısı ise 283 bini aşmış olarak görünüyor ve bu sayı 270 bine yakın polis sayısından da fazla.
Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Güvenlik Denetleme Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de yine 2017 itibarıyla 1435 güvenlik şirketi ile 444 özel güvenlik eğitim kurumu bulunuyor. 6 milyar euroyu aşan hacmi olan sektörde çalışan sayısı, Avusturya, Belçika, Portekiz, Hollanda, Norveç ve Çek Cumhuriyeti ordularının toplam asker sayısını bile geride bırakmış durumda.
KAAN: 350 bin kişilik ‘destek’
Bu kadar büyük bir güç, son zamanlarda İçişleri Bakanlığı’nın projeler yapmasına da yol açmış görünüyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, geçen Mart ayında Üsküdar’da “Genel Kolluk-Özel Güvenlik İşbirliği ve Entegrasyon Projesi” (KAAN) Uygulama Eğitimleri Açılış Programı’nda konuşurken, son verileri açıklayarak, Türkiye’de özel güvenlik sektörünün, 350 bin personel, 1633 özel güvenlik şirketi, 493 eğitim kurumu ve 96 alarm izleme merkezinin faaliyet gösterdiği bir sektör olduğunu kaydetmiş ve KAAN projesini de tanıtmıştı. “PKK terörü sadece dağlarla kırsalla ilgili değildir. Fikri altyapısı, eleman temini şehirlerde üretilmektedir” diye sözlerine başlayan Soylu, “KAAN uygulaması sayesinde, genel kolluk ve özel güvenlik iş birliğini artırarak, kolluk kuvvetlerimize 350 bin kişilik bir güvenlik desteği sağlamayı hedefliyoruz. Bu kapsamda, 168 bin 377 özel güvenlik görevlisi, 10 bin kişi kurum ve kuruluş yetkilisi ile 17 bin 692 genel kolluk personeli olmak üzere toplam 196 bin 70 kişiye, 88 polis başmüfettişimiz tarafından verilecek eğitimlerin planlarını tamamladık. İnşallah eğitimlerimize Asayiş, TEM, KOM ve Narkotik Suçlarla Mücadele Başkanlıklarımızın personeli de katkı sağlayacaktır” demişti.
‘Başka türlü bir şey’
Ayrıca Soylu, geçen yıl da 3 milyar euro ticaret hacmine sahip, 350 bin özel güvenlik görevlisinin istihdam edildiği, 1613 özel güvenlik şirketi, 477 eğitim kurumu, 105 alarm izleme merkezinin faaliyet gösterdiği Özel Güvenlik Bilgi Sistemi Otomasyon Projesi’ni (ÖGNET) tanıtmış, bunun yanında, 330 milyon dolarlık işlem hacmi olan, 5 bin çalışanı ve 1,5 milyon üretim kapasitesi, 98 imalathane, 2 bin 469 yivsiz tüfek bayisi, 1128 mermi satış bayisi, 48 atış poligonu, 845 silah tamirhanesi ile silah sektörünü ilgilendiren Ateşli Silahlar Projesi’ni de anlatmıştı.
Patlayıcı ve Silah Bilgi Sistemi (PATBİS) ise 350 milyon dolarlık büyüklüğe sahip, 250 bin ton üretim kapasitesine sahip sivil kullanım amaçlı patlayıcı madde sistemi anlamına geliyor.
Bütün bunlar, iktidarın polis ve askerle yetinmeyen ‘başka türlü’ bir ‘güvenlik’ sistemini kurmakta olduğunu gösteriyor. Soylu, sık sık bütün bu sistemlerin izleme ve denetimi sağladığını söylese de 15 Temmuz pratiği, endişeleri canlı tutuyor. Büyük çoğunluğu eski polisler ve askerler tarafından kurulan ve personelini de yine aynı kaynaklardan sağlayan, ‘güvenlik soruşturması’ndan ötürü ailesinde bile ‘muhaliflik olmaması’ garantilenmiş kadrolarla çalışan şirketlerin iktidarla olan bağları oldukça tartışmalı bir konu. Özellikle grevler ve öğrenci direnişlerinde sık sık görülen aşırı saldırganlık biçimleri, özel güvenlikçilerin nasıl bir ideolojik eğitim aldıklarını da gösteriyor.
Vergilerin gittiği yer
Çeşitli biçimlerde hesaplanabilir tabii ki ama nasıl hesaplanırsa hesaplansın, Türkiye’de ‘güvenlik’ adı altında istihdam edilen kişi sayısı (özel güvenlik dahil) 2 ile 2.5 milyon arasında değişiyor. Türkiye’nin 85 milyona yaklaşan toplam nüfusunun yaklaşık 23 milyonunun çocuk, 8 milyonu da yaşlı olarak düşünüldüğünde geriye kalan 50-55 milyon yetişkin insanın hatırı sayılır bir miktarından, 20-25 kişiye bir ‘güvenlikçi’ düşen bir tablodan söz ediyoruz. Bu tablo içerisinde, 2-2.5 milyona yakın silahlı insan, süt, ekmek, ayakkabı, kumaş gibi herhangi bir madde üretmeksizin, sadece ve sadece belindeki-elindeki silahla hayatını kazanıyor, üstelik ‘işsiz’ de sayılmıyor, TÜİK rakamlarında görünmüyor. Ve bu topluluk, (özel güvenlik sektörü ve Örtülü Ödenek gibi şeffaf olmayan alanlar hesaplanmaksızın) yaklaşık 36 milyar liralık bir kaynağı, sadece personel gideri, yani maaş olarak tüketiyor. Bu hesaplamaya, bomba, araç, silah, mermi gibi diğer harcamalar da katıldığında, yaratılmış olan asker/polis devletinin nasıl ağır bir yük olduğu görülebiliyor.
Asıl sorun ise, bu muazzam kadrolaşma ve harcamanın sonuçta yurttaşların güvenliği açısından tersine bir sonuç yaratması. Bütün ağırlığını tek adam rejimini korumaya ve kangrene dönüştürdüğü Kürt savaşına vermiş olan sistem, bitmez tükenmez bir ‘terörizm’ tehlikesi yaratarak on binlerce silahlı insanı sokaklarda gezdirirken, memleket de bir türlü huzur bulmuyor. Bunun en önemli nedeni ise, yurttaşların ifade ve davranış özgürlüğünün bizzat bu mekanizma tarafından tehdit ediliyor olması.
Savaş ‘Mehmetçik’ dönemini bitirdi
Türkiye’nin barışçıl çözümler yerine ‘bitirme’ formülüyle davrandığı Kürt sorunu, yıllar içinde ordunun bileşimini de değiştirdi. 1984 yılı esas alınırsa eğer savaşın başlangıç döneminde normal askeri güçlerle sürece müdahale eden ordu, karşısındaki hareketli hasmına karşı üstünlük sağlayamayınca 90’lardan itibaren bir yandan ‘kontr-gerilla’, ‘paramiliter’ güçler kartını öne sürerken, diğer yandan da bünyesindeki profesyonel asker kadrosunu artırmaya başladı. Poliste ve jandarmada kurulan Özel Harekât birliklerinin sayısı giderek artırıldı ve özellikle ‘uzman çavuş’ kadroları patlama yaptı. Bu arada sık sık çıkarılan ‘bedelli’ yasalarıyla zaten askerlik yapmak istemeyenler de bir tür para makinesine dönüştürüldü.
31 Aralık 2021 tarihi itibariyle Milli Savunma Bakanlığı toplam personel mevcudu 430 bin 577 olurken, ilk kez profesyonel asker sayısı yükümlü sayısının üzerine çıktı. 31 Aralık 2021 tarihi itibariyle askeri personelin 174 bin 916’sını yükümlüler oluştururken, 216 bin 44’ü subay, astsubay, erbaş ve erlerden oluşan profesyonel askeri personel statüsündeki personelden oluştu. Oysa daha birkaç yıl önce, 2017’de profesyonel asker sayısı 2017’de 156 bin 180 seviyesindeydi. Üstelik Savunma Bakanı Hulusi Akar, 2021’de, uzman erbaş ve sözleşmeli er kadrosunda da yüzde 30 açık olduğunu belirtiyordu.
Koruculuk: Sayı arttıkça suçlar da arttı
13 Kasım 2019’da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun verdiği rakamlara göre, Türkiye son 3 yılda korucu sayısını 54 bine çıkardı. Şimdilerde uygulamaya konulan projeyi o zaman açıklayan Soylu, konuşmasında öncelikle 5 bin korucunun uzman yapılacağını bildirirken, arada 18 bin 482 korucunun da emekli edildiği bilgisini vermişti.
Ancak aynı süreç, bölgedeki yurttaşlar için çok hayırlı olmadı. Ta ilk günden beri köylerin boşaltılmasında, siyasi ve faili meçhul cinayetlerin işlenmesinde rol oynadıkları mahkeme kararlarıyla kanıtlanan korucular, çeşitli suçlara da bulaştılar. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1985’ten Mart 2009’a kadar 123 bin 476 kişi “geçici köy korucusu” olarak görev yaptı ve bunlardan 38 bin 945’i hakkında adli veya idari işlem yapıldığı için görevine son verildi. İnsan Hakları Derneği’nin koruculuk sistemine yönelik raporuna göre 1990’dan bu yana 183 kişi köy korucuları tarafından öldürüldü, 259 kişi yaralandı.
Kişi başına düşen polis: Türkiye zirvede
2020 verilerine göre Avrupa Birliği ülkelerinde polis (jandarma dahil) sayısı düşerken, Türkiye’de son 10 yıl içinde yaklaşık yüzde 26 oranında bir artış kaydedildi. AB’de ortalama 314 kişiye, Türkiye’de ise 185 kişiye bir polis düşüyor. AB’de her 100 bin kişi için ortalama 318 polis/jandarma görev yapıyor. Türkiye’de ise Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2018 verileri dikkate alındığında 100 bin kişiye 540 polis/jandarma düşüyor.
Murtaza dönemi de bitti
Geçmişte sınırlı yetkilerle donatılmış az sayıda bekçi varken, AKP’nin bu alanda attığı yeni adımlarla çarşı ve mahalle bekçisi olarak tanımlanan aşırı yetkilendirilmiş topluluğun sayısı gün geçtikçe artıyor. 2020 yılında 21 bin 295 olarak açıklanan bekçi sayısı, 2021 verilerinde 29 bin 199 olarak görünüyor ve her yıl bu konuda yeni sınavlar açılarak kadrolaşmaya hız veriliyor.