Kandıra Cezaevi’nde bulunan HDP’nin önceki dönem eş genel başkanı Figen Yüksekdağ gazetemize konuştu: Bugün hamle yapma inisiyatifinin muhalefete geçti. Değişim olanaklarını açığa çıkaran bir rol oynuyor bu
Hüseyin Kalkan
Kandıra Cezaevi’nde bulunan HDP’nin önceki dönem eş genel başkanı Figen Yüksekdağ da genel siyasi duruma dair sorularımızı yanıtladı. Yüksekdağ, hamle sırasının muhalefete geldiğini, demokratik temele de yapılacak hamlelere AKP-Saray iktidarına son verilebilineceğini belirterek ilkeli ittifakın iktidarın sonunu getireceğini söyledi. HDP’nin yakında yapacağı kongreye de değinen Figen Yüksekdağ, herkesi partiye omuz vermeye çağırdı.
Bize cezaevindeki durumdan ve çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Ben de tecritte ve hapishanelerdeki genel sorunlara maruz kalanlardan birisi olarak yaşamı üretmeye çalışıyorum. İktidarın hedef aldığı tutsak siyasetçilerden oluşum da diğer arkadaşlarım gibi bazı özel muamelelerle karşılaşmama yol açıyor. Kandıra’da son dönemde yoğunlaşan soruşturmalar, cezalar, keyfi baskılar ve özel olarak bizleri hedefleyen, provoke etmeye dönük yaklaşımlar artmış durumda. Bilgiye, habere ulaşma kanallarımız da kapatıldı. Örneğin, gazetenizi bir yıldan fazla süredir alamıyoruz. Başka gazeteler, dergiler ve kitaplar da özel yasak kararları nedeniyle bize ulaştırılmıyor. Buradaki kadınlar arasında zor koşullar altında sınanan bir dayanışma ve nitelik gelişimi sağlayabildiğimizi de düşünüyorum. Elbette potansiyelimizi bütün yanlarıyla ortaya koyabilecek, beklentilere daha ileri düzeyden yanıt olabilecek aşamayı henüz tamamlamadık. Ama demokratik siyaset, kadın özgürlük damarının ortaya çıkardığı önemli bir düzeyi korumak ve bugüne aktarmak bakımından hapishane sürecimizin bir göstergeye dönüştüğünü söyleyebilirim.
Günleriniz nasıl geçiyor? Sağlığınız nasıl?
Günlerim yoğun ve hızlı geçiyor. Sağlığımda da önemli bir sorun yok. Bir mahpushane özdeyişi var: “Hapishanede günler hızlı, yıllar yavaş geçer” derler. Bizim günlerimiz olduğu gibi, yıllarımız da hızlı geçti galiba. Elbette hızlı geçmesi, kolay geçmesi anlamına gelmiyor. Ama bizimle birlikte memleket de zor bir 3 yıl geçirdi. Önemli olan zorluklarla baş edebilme kabiliyetini geliştirmek. Bu konuda içeriden ve dışarıdan sergilenen duruşun, hiç ara vermeyen ve hız kesmeyen faşist saldırılar karşısında bir direnç bariyeri oluşturduğunu söyleyebilirim.
2020’de siyasi duruma dair öngörünüz nedir, nasıl bir değişim bekliyorsunuz?
Geriye bıraktığımız dönemde AKP-Saray iktidarının hamleleri gidişata damgasını vuruyordu. Ancak bugün hamle yapma inisiyatifinin muhalefet alanına kaymaya başladığını söyleyebiliriz. Değişim olanaklarını açığa çıkaran bir rol oynuyor bu. Aslında toplumun çoğunluğunu kapsayan bir değişim hareketi belli bir süreden bu yana varlığını hissettiriyordu. AKP-Saray-MHP cephesi karşısında politik işbirliği geliştirme tavrı ortaya çıktı. Bu henüz bir hamle üstünlüğü kurma noktasına gelmediyse de. Bir dönemin pasif-statik halinin aşılması bakımından dönemeç oldu.
Günümüzdeki süreçte, demokratik muhalefetin daha kararlı, cesaretli ve düz, aşamacı gelişme çizgisinde sıçramalar yaratabilecek politik hamlelere duyulan ihtiyaç daha belirginleşti. 2020 dönemi bundan uzak düşünülemez. Bölgenin ve dünyanın içine girdiği halk hareketleri, reddedilemez bir jeopolitik gerçeğe işaret ediyor. Bir dönemin iktidar yapıları, şu veya bu şekilde değişmek zorunda. Türkiye’nin bundan müstakil kalması da mümkün değil. Esas yoğunlaşılması gereken halka, bu değişim sürecinin demokratik anahtarı ve inisiyatifi olabilmektir. Önümüzdeki günler; ezilenlerin, makro güç ve iktidar olanaklarına sahip olmayanların damgasını vurabileceği bir potansiyel ve birikim barındırıyor.
AKP’nin mega proje tercihini nasıl değerlendirmek gerekir?
AKP; oluşturduğu devasa sömürü-kâr çarkının devamlılığını, yapılan çıkar anlaşmalarını riske atmamak için siyasi krizin derinleşmesine ve halkın, emekçilerin giderek daha derin bir ekonomik krizin kurbanı olmalarına destek verdiler. Bugün gelinen noktada ortada bir avuç sermayedar ve AKP-Saray iktidarı dışında herkes bırakalım yarınını, burnunun ucunu bile göremiyor. Tüketim ve betona-inşaata dayalı ekonomi defalarca çöküp halkın vergisi, kamu ve doğa kaynakları yağmalanarak, spekülatif sermaye oyunlarıyla sözde kurtarılıyor. Ama herkes biliyor ki kurtarılan sadece yeni yetme AKP burjuvazisi ve onların işbirlikçisi marjinal zenginler kulübü.
AKP ve Erdoğan, mega projeler adı altında, topluma hiçbir getirisi olmayan aksine yağmayı, ekolojik yıkımı, sosyal bölünmeleri derinleştirecek Kanal İstanbul gibi politik hamlelerle ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Genellikle popülizmle neoliberalizmi kaynaştırmaya, kendi siyasi kaderiyle iktidardan beslenen sermayenin çıkarlarını birleştirmeye odaklanan bir tip olarak Erdoğan, bugün bunu becermekte zorlanıyor. Tabii Kanal İstanbul’a oldukça derin ve stratejik anlamlar, işlevler yüklerken, bunun karşısında büyüyen yoksulluk, işsizlik, can ve gelecek kaygısı, halkla Saray arasında gittikçe derinleşen bir uçuruma yol açıyor. Bir tarafta ekmek, gelecek korkusuyla hayatta kalmaya çalışan insanlar, bir tarafta tarihe saltanat mührünü basmak için İstanbul gibi kadim ve 16 milyon barındıran bir kentin bağrını delmek isteyen bir iktidar. Sadece Türkiye halklarının bir-iki kuşak Kanal İstanbul’a yani AKP ve Erdoğan’a çalışacağını bilmek yeter.
İktidar, Suriye’den sonra Libya’ya da balıklama daldı, bu Türkiye’ye ne getirecek?
İktidar bu kez Libya’daki savaş içinde var olmaya yöneldi. İktidar savaş çıkarmadan, merkezine ya da içine dalmadan nefes alamaz duruma geldi. Artık bu, derin krizlerin ortasında çözümsüzlük üretmekten başka bir işe yaramayan egemen yapının soluklanma yöntemine dönüştü. Her yerde eli kolu olan ‘büyük devlet’ yalanına görsellik ve inandırıcılık kazandırmaya çalışıyorlar. Yani savaş ve tezkere politikası sadece AKP-Saray iktidarı ve küçük ortağı MHP’nin işine yarıyor. Onların kazanımlarını finanse etme, bedelini ödeme işi de yine işçi emekçi kitlelere, halklara ve kadınlara düşüyor. Rojava sürecinde içeriden ve dışarıdan gelişen hoşnutsuzluk, tepki ya da hayırhah yaklaşımlar, iktidarın savaş kozunu her şeye muktedir olmaktan çıkardı. Libya örneğinde bu çok daha açık ve doğrudan itiraza dönüştü.
Libya’da darbeci terörist ilan ettiği siyasi tarafla aynı platformlarda buluşmayı sineye çekmek zorunda kalıyor. Yine Rusya ve diğer emperyalist güçlerin müdahalesiyle muharip güç ve silah gönderme kararını askıya aldı. Geriye konferanslarda, toplantı ve ikili görüşmelerde verilen pozlar kaldı. İktidar şimdi kamuoyuna bu pozları satarak, diploması ve çözüm politikasında başarılı aktör rolü oynuyor. Meclis’te her savaş tezkeresine kafa sallayan muhalefet görüntüsü az da olsa değişmiş oldu. HDP dışındaki muhalefet partileri uzun süredir iktidarın beka, güvenlik, milli çıkar söylemi ve politikaları ile yönetiliyor, AKP-Saray-MHP’nin arkasına diziliyordu. Libya tezkeresine verilen ret oyuyla bir nevi kişilik kazanma fırsatları da oldu. Bugün toplumda savaş politikalarına karşı yükselen tepkiden cesaret alarak Libya tezkeresine itiraz etmeleri en azından iyiye işaret. Bugün bölgede ve öncelikle de Suriye’de büyüyen batağın ve o batakta türeyen büyük risklerin, krizlerin sorumlusu, iktidar olduğu kadar onun Kürt karşıtı ve savaş odaklı politikasını güçlendiren, egemen sistem muhalefetidir. Temennimiz Libya tezkeresi nezdindeki isabetli tavrın; tutarlı, adaletli bir barış ve çözüm savunuculuğuna dönüşmesidir.
Muhalefet nasıl bir mücadele programı izlemeli ?
Sık sık ifade ettiğimiz gibi demokratik ittifak zemininin daha sağlam bir anlayışla oluşturacak alanın genişletilmesi gerekiyor. AKP-Saray iktidarına göre değil, demokratik ittifak siyasetine göre yeni bir dizilişe ihtiyaç var. Bu da demokratik ittifak anlayışı ve pratiğini çekim merkezine dönüştürmekten geçiyor. İktidar dışında kalan bütün kesimlerin işin merkezinde ya da çeperinde durarak böyle bir ittifakın oluşmasına katkı vermesi gerekir. Zira AKP-Saray-MHP iktidarının dışında olup da yaşayabilmek veya kazanabilmek ancak böyle mümkün.
Siyasi iktidarın çoğunluk desteğini yitirdiğini dikkate alırsak, ittifak yolu ile yeni hükümet seçeneklerinin oraya çıkma koşulları var, ama bilen bilir ki, siyaset matematiği, bizim içinde bulunduğumuz durumu aydınlatmaya yetmez. Öyle olsaydı belli bir dönemdir oransal çoğunluk gücünü yitirmiş bir iktidar hala tepede durmaz ya da nicel-oransal destek kazanmış bir muhalefet bu denli etkisiz kalmazdı. Muhalefet gelişen-oluşan hakikate sahip çıkmak ve gelişme çizgisini savunacak, güçlü hamlelerle ileriye taşımak zorunda öncelikle. Toplum geçiş ve değişim eğiliminde olduğunu yeterince gösterdi. Bu geçiş ve ara dönem atmosferinde iktidarın kurduğu zoraki dengeyi bozmak için cesaretli çıkışlara ve demokratik güçbirliği hattının tahkim edilmesine ihtiyaç var. Böyle olduğunda kuvvet dengesi çok radikal biçimde değişebilir ve toplum büyük çoğunluğu tekçi faşist rejim karşısında yeni demokratik bir derleniş sağlayabilir. Bu nedenle alternatif iddiası olanların arada dolaşma şansı yok.
Yeni bir hükümet seçeneği de bu netlik üzerine kurulabilir. Demokratik anayasadan tutalım, tabana dayalı, katılımcı yönetim modellerine uzanan bir alanda alternatif bir program benimsenmesi bunu topluma özgüven ve açıklıkla ilan etmesi gerekir. Hepsinden önemlisi de halk hareketi ve örgütlenmeleri ile yaşamın mücadele içinden alternatif yönetim hedefinin politikasını yapmaktır. Toplumun özyönetim bilinci ve iradesini geliştirmek, merkezi yönetim alternatifine aklını ve ruhunu kazandırmak anlamına gelir. HDP’nin alternatif hükümet oluşumu seçeneklerindeki kilit ve belirleyici pozisyonu ise pekişmiştir.
Herkes görev almalı
Yaklaşan HDP kongresinde herkesi görev almaya çağıran Figen Yüksekdağ, kongrede demokrasi için mücadele etme iradesinin güçlenerek çıkacağını belirtiyor. Yüksekdağ, HDP kongresi ile ilgili sorumuzu şöyle yanıtladı:
Kongremiz faşizmi yenerek halklarımızın demokratik iktidarını kurma iddiasının öne çıktığı ve sınandığı bir eşik olacak. Çok büyük zorluklar ve imkânsızlıklar ortasında yürüyerek kongreye gitmiş olmak bile HDP’nin iddiasında ısrar ettiğinin politik kararlılığının bir göstergesidir. İl ve ilçe kongrelerini bile yaptırmamak için kesintisiz saldıran, sürekli örgütsel kan kaybına yol açan tasfiye operasyonları yeni yaşam, özgürlük, barış, adalet iradesine sarılanlar karşısında başarısız kalmıştır. Kongrenin bu iradeyi daha güçlendireceğine inancım tam.
Halklarımız ve tüm demokrasi güçlerinin de partisine yeni yaşam umuduna ve geleceğine daha sıkı sarılması, sahiplenmesi tek dileğimizdir. Herkes görev üstlenmeli ve görevini iyi yapmak için daha enerjik ve daha yüksek bir moralle çalışmalı. Kaybettiklerimizden çok kazanabileceklerimize dikkat kesilmeliyiz. İnançla, emekle ve birlikte kazanma ruhunun bir an bile gölgelenmesine izin veremeyiz. Kazanma ruhu bizim hakikatimizde henüz çok taze olan deneyimlerimizde ve asla elden bırakmayacağımız direnme gücümüzdedir. HDP kongre sürecinin halkın bağrındaki umut ve cesareti daha parlak açığa çıkaracağına ve toplumla bütünleşmiş daha yenilmez bir parti hakikatini tarihe kaydedeceğine inanıyorum.
Dünyada güçlü bir kadın hareketi yükseliyor
Önümüzdeki dönem kadın mücadelesi ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Uzun ve zorlu mücadelelerle kazanılmış hakların savunulması açısından kritik bir süreç olacak. Kadınların zaten çok yetersiz olan nafaka hakkına göz dikildiği çocuk yaşta evlilikleri engelleyen yasalardaki yetersizlikleri gidermek bir yana, yasal güvence sağlanmaya çalışıldığı bir ortam var. Siyaset sahasında ise genel faşist saldırganlık dışında özel olarak kadın kazanımları, eşit temsiliyet mekanizmaları hedefleniyor. Eldeki medeni ve siyasi hakların ulaşılan kadın bilinci ve örgütlülüğünü savunmanın tek yolu ise daha kararlı ve birleşik mücadele. Kadın örgütlerinin güç birliği hattının geliştirilmesi, mücadelenin başarı düzeyini belirler.
Böyle saldırılar karşısında, kadın öz savunmasının çok yönlü geliştirilmesi ve dayanışma ağlarının, birleşik mücadele kanallarının yaygınlaştırılması, gerçek bir çıkış sağlayabilir. Kadın özgürlük sahasında, bu yönde boy veren eğilimi, bütün demokrasi mücadelesi kurumları ve olanaklarıyla sahiplenmek ve güçlendirmek, sonuç alıcı sıçramalara vesile olabilir. Bu nedenle 2020 ve önümüzdeki 8 Mart, kadına dönük şiddete karşı mücadele ile kadın özgürlük hareketinin makro siyasetin gündeminden merkeze taşınacağını söyleyebiliriz.
Tabii 8 Mart, özgürlük hareketinin geldiği yer ve gideceği yolu göstermesi bakımından bir kilometre taşı olacaktır. Dünyada yükselen güçlü kadın hareketleriyle iddia ve moral olarak güçlü bağların kurulacağı, uluslararası kadın dayanışması ve eylemselliğinin aşama kaydedeceği bir dönem olacağı söylenebilir. Bilhassa 8 Mart’ta kadın isyanı, kadın grevi hareketi ve deneyimleri, tarihsel bir kadın özgürlük dalgasının da ilanı olacaktır.
Röportajın Selahattin Demirtaş ile yapılan birinci bölümüne şu linkten ulaşabilirsiniz;