“Artık doktor dövebiliyoruz” sözü, öyle çok sıradan, bir densizin ağzından kazara çıkmış bir laf değil. Yakın tarihimizi yazanlar, bu sözü herhalde bir dönüm noktası olarak alacaklar. Çünkü bu ruh hali, bugünün hem ülkemizdeki hem de dünyadaki siyasi gelişmelerini-çekişmelerini tahlil etmemize fırsat veriyor.
Ben Salihli Beşeylül İlkokulu’nu bitirdikten sonra girdiğim Parasız Yatılı sınavlarında Manisa birincisi olmuştum. Aldığım puan çok fazla yüksek olduğu için -öncesinde ve sonrasında böyle bir örnek yok- beni Salihli Lisesi’ne yerleştireceklerine şimdiki adı Bornova Anadolu Lisesi olan İzmir (Maarif) Koleji’ne aldılar. Okulumuz ülkemizde en köklü ve en kaliteli eğitim veren belli başlı üniversitelere neredeyse “adrese teslim” öğrenciler yetiştiren kolejlerden biriydi. Okulumuzun sahip olduğu olağanüstü güzel fiziksel koşullar bir yana her biri kendi branşında çok iddialı öğretmenleri vardı. Sadece müzik ya da beden eğitimi hocaları değil, matematik veya edebiyat hocaları da ülkemizin en iyi ya da en iddialı öğretmenleriydi.
Kolejde okurken hiç sınıfta kalmasam da çok parlak bir öğrenci sayılmazdım. Birkaç kere “teşekkür” ile sınıf geçtim ama mesela hiç “iftihar” ile sınıf geçmedim. Buna rağmen ilk üniversite sınavımda puanım sadece Hacettepe Tıp Fakültesi’ne yetmiyordu. İkinci tercih sırasına yazdığım Ankara Tıp Fakültesi’nde okumaktan vazgeçip ikinci kez girdiğim üniversite sınavında aldığım puan tüm üniversiteler için yeterliydi ama ilk sıraya yazdığım Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Aldığım puan o kadar yüksekti ki, Maliye Bakanlığı mezun olur olmaz bakanlıkta işimin hazır olduğunu belirterek bana burs verdi. Kolejden birlikte mezun olduğum sınıf arkadaşlarımın -ki dördü üniversite sınavındaki sıralamada ilk 50’ye girmişti- hepsi istedikleri fakültelere girdiler ve oralardan da üstün başarılarla mezun oldular. Bugün sadece bürokrasinin tüm kademelerinde, belli başlı holdinglerin üst düzey yönetimlerinde değil, aynı zamanda akademinin, edebiyat-sanat ve sporun en üst seviyelerinde yer almış kişiler arasında bol miktarda okul arkadaşım var.
Üniversite sınavında aldığımız çok yüksek puanlar sayesinde gittiğimiz üniversitelerde akademik donanımla taçlandırılsa da esasen kolejde bizler yönünü Batı’ya dönmüş çağdaş ve laik insanlar olarak yetiştirildik. Kendimizi Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin ya da felsefesinin neferleri, hatta öncüleri olarak gördük. Biraz da bu yüzden olsa gerek mezun olduğumuz okula olan “minnet” borcumuzu ödemenin en uygun yolu olarak ekonomik durumu pek iyi olmayan öğrencilere burs sağlamayı gördük. Bir insan, iyi bir -pozitif- eğitim aldıktan sonra, sağcı ya da “solcu” olmayı seçmesi önemli değildi; ama İslami akımlara, tarikatlara kapılmayacağına inandık-inandırıldık.
Meritokrasi tartışmaları
İşte bugünlerde hem ülkemizde hem de dünyada eğitimle ilgili önemli bir tartışma var: Dünyadaki siyasi çekişme, iki dünya savaşı ortasındakine benzer şekilde kapitalizmin buhranı ve faşizmin yükselişine mi işaret ediyor, yoksa Trump ve benzeri popülist liderler aslında okumuş elit kadrolarla ülkelerin yönetimlerini ele geçirmiş meritokrasiye karşı mı mücadele ediyorlar. Erdoğan’ın peşinde sürüklediği yoksul ve eğitimsiz kitleler, önce devlet kurucusu CHP elitizmine isyan ettiler sonra da iktidarda ortaklık kurdukları Fetullah’ın okumuş kadrolarını tasfiye ettiler. Dahası İslamiyetin -hedefine ulaşıncaya kadar- her türlü takiyyeye imkân veren anlayışı sayesinde her türlü hileye başvurarak iktidarı ve geldiğimiz aşamada devleti tamamen ele geçirdiler.
CHP ve kimi sağ partilere dağılmış yüksek eğitimli elit kadrolar, iki-üç yıllık bir akademiyi bizzat okula gitmeden, bitirip bitirmediği belirsiz biri karşısında şaşkın durumda. Trump da yargısıyla, medyasıyla elitlerin elindeki iktidarı, eğitimsiz alt ve orta sınıfları peşinden sürükleyerek ve mevcut Amerikan seçim sistemini de baskı altına alarak bir kez daha ele geçirmek istiyor. Sadece Demokratlar değil, kendi partisi Cumhuriyetçilerin içindeki elitler ise Trump benzeri devlet geleneğine teslim olmayı reddeden eğitimsiz birilerine iktidarı kaptırmamak için cansiperane çalışıyorlar. Erdoğan bir dönem daha “kazandı.” Bakalım Trump da kazanabilecek mi?
Sahi, bu arada meritrokrasiye kadro yetiştirme konusunda Amerikan ekolü ile İngiliz ekolü arasında çatlak oluşmaya başladı. Nasıl mı, Amerikan üniversiteleri kapitalist anlayışla yönetildiklerinden olsa gerek büyük bağışlarda bulunabilen Arap prensleri, Erdoğan’ın çocukları veya isimsiz büyük zenginlerin çocuklarına diploma verebilirken Oxford ile Cambridge Üniversiteleri, yeterli puanı tutturamayan zengin çocuklarını okula almaya yanaşmadığı gibi etnik kökenine bakmaksızın başarılı lise öğrenci avına çıkıyorlar adeta. Bu tartışma, bize daha da uzak değil mi?
Ne yapmalıyız?
Yeniden bize dönersek; bizler kolejde “özel” olarak yetiştirildik. Zaten özel olarak seçilmiştik, bu okulda okumak için. Bize büyük bir yatırım yapıldı. Bizlere yapılan yatırımın ürünleri, önce hepimizin ODTÜ, Boğaziçi ve Mülkiye gibi en kaliteli ve en köklü üniversitelerdeki eğitime ulaşmamızla, sonra da atıldığımız iş ya da siyaset hayatımızda elde ettiğimiz başarılarla toplandı. Ama Amerikan eğitim sistemini ülkemizde uygulamak için kurulan ODTÜ projesi nasıl çöküp daha çok anti-emperyalist kadrolar yetiştirdiyse, benim gibi bazıları ise devletin seçkin kadroları olmaktansa, -ağır işkenceli sorgular sonrasında yıllarca hapiste tutulmak gibi gerçekten büyük bedeller ödeme pahasına- bir parçası olduğumuz yoksul halkın daha insani ekonomik ve sosyal koşullarda yaşamasının olanaklarını sağlamayı amaçlayan bir mücadelenin içinde olmayı tercih etti.
Bu arada, sağcısıyla ve “solcu”suyla Erdoğan’ın şaibeli diplomasını diline dolayan meritokrasimiz, bırakın onu iktidardan hatta devletten uzak tutabilmeyi başarmayı, doktor dövebilmeyi özgürlük ya da üstünlük sanan milyonlarla buluşmasına ve onlardan büyük destek ve güç almasına engel olamadı. Doktor dövebilmekle övünenler, Erdoğan’ın başta İsrailli yetkililer olmak üzere kimi yabancı devlet liderlerine efelenmelerini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay-Danıştay gibi yüksek yargı organlarının kararlarını tanımamasını kendi övünç hanelerine yazmakla yetiniyorlardı ama şimdi kendileri de sokağa iniyorlar. Bugün doktor dövenler, yarın yargıç dövdüklerinde kimse şaşırmasın! Sosyal medya linçlerinden söz etmiyorum, bayağı bayağı fiilen dövmekten bahsediyorum.
Esasen tuzu kuru orta sınıfların ve onların iyi eğitim almış elitlerinin partisi olan CHP’nin üstenci politikalarının at oynatabileceği alan giderek, iyice daralırken sadece İslamo faşistleri dışlayan, liberallerden sosyal demokratlara ve oradan sosyalistlere kadar uzanan geniş yelpazede politika yapan HDP’nin siyaset alanı ise giderek genişliyor. Gelecek seçimlerde HDP ideolojisine sahip çıkan partinin, bu yüzden CHP’nin yerine ana muhalefet partisi, hatta iktidardaki koalisyon ortağı parti olması pekâlâ mümkün. Elbette çok ama çok sıkı çalışılırsa…