Eskiden vardı değil mi? Bir şey olduğunda, işkence, rüşvet filan, iyice patladığında, “münferit vaka” diye bir savunma geliştirilirdi. Benim daha çok sevdiğim ise “çürük elma” teorisiydi. Yani sepet var, içinde elmalar var, birkaçı çürük filan gibi. “Her kurumda yanlış işler yapanlar olabilir” cümlesi bu teorinin daha resmi ifadesiydi. Kenan Evren bile yediği onca halta rağmen “münferit” sözcüğünden hiç vazgeçmemişti. Eşsiz anlamına gelen “ferit”ten türetilmiş sözcük, aslında bireysel anlamına gelse de mahalle argosunda “kıvırma payı” olarak bilinirdi hep.
Ama bitti artık. Erdoğan/Soylu döneminin belki de ayırt edici yanlarından biri, bu “kıvırma payı”nın terk edilip doğrudan “Yaptık, yine yaparız, bize bir şey olmaz” noktasına ulaşılması oldu. Yalnızca bugüne özgü değil tabii, 90’lar da öyleydi biraz. Kaybetmelerin ve faili meçhullerin büyük bir çoğunluğu hiç öyle gizli saklı değildi mesela. Alırken de öldürüp bırakırken de kimin yaptığı bilinsin isterlerdi, bilinirdi de zaten. Hatta dillerindeki o meşhur “Bizde yok” lafı bile aslında “Var ama öldürdük” anlamına gelirdi. Öyle derin devlet filan da değil. Ben ta ne zaman nedamet getirmiş bir itirafçının ifadelerini okumuştum, sanırım Mardin’i anlatıyordu. Herif açıkça, “Pazartesi günleri ‘güvenlik toplantısı’ olurdu; vali, emniyet müdürü, MİT ve bizden biri katılırdı. Orada alenen ‘nalbur Hüseyin, bakkal Mehmet yok edilmeli’ denirdi, biz de gidip vururduk adamları” diyordu. O kadar açık ve ‘sığ’dı aslında her şey.
Şimdi bunları da aştık artık. Kimse ‘çürük elma’lardan, ‘yanlış işler yapanlar’dan söz etmiyor. Demirel’in bir zamanlar devlet ilkesi olarak dillendirdiği ‘Polisimizin elini soğutmayalım’ cümlesi çok çok genişleyerek bürokrasinin bütün alanlarına yayılıyor. Artık her iktidar elemanına ‘tam koruma’ bir prensip haline geldi. Şöyle şahitli delilli birkaç örnekte “Bakın biz yanlış yapanı cezalandırıyoruz” şovu yapıp puan kazanmayı bile düşünmüyorlar, arkası fena gelir diye korkuyorlar. Özal yapmıştı mesela. Amerika’dan getirdiği prenslerinden biri olan İsmail Özdağlar’ı bir kalemde harcayıp yüce divana postalamış, böyle kazandığı puanı da tepe tepe kullanmıştı. Şimdi yok öyle şeyler! Çok uzun süredir, özellikle Kürtlere karşı işlenen suçların herhangi birinden ciddi ceza alan bir tek polis, asker olmadığı gibi en ayyuka çıkmış yolsuzluklarda bile Saray kalkanı her şeyin üstünü örtüyor.
Olan şey şu: İktidarda kalmak için avanenin tümünü ne pahasına olursa olsun korumak! Demirtaş haklı; bu artık bilinçli bir tutum değil, tamamen düşmeme refleksi ve iktidar çılgınlığı. Çevrelerindeki herkese “İstediğini yap bize bir şey olmaz” diyorlar ve paniği önlemeye çalışıyorlar.
Gelinen nokta budur.
Geçen gün yeni öğrendim. “Ya herru ya merru” lafı, Kürtçe’den geliyormuş. “Ya git ya gitme” ya da “İster git ister gitme” gibi bir anlamı var ama günlük kullanımda “Her şeyi göze aldım, ya batarım ya çıkarım” gibi bir yiğitliği içinde barındırıyor. Bu iktidarın durumu artık böyle bir “gemileri yakma” kabadayılığına da denk düşmüyor. Birbirine tutunan bir suç topluluğu, hepsi bu kadar.
Gidecekler mi? Şöyle ya da böyle gidecekler. Sorun, gelecek olanların bu büyük yıkımın sonuçlarıyla ne ölçüde hesaplaşacağı, ne kadarını benimseyip kendi ajandasına ekleyeceği ve bizim buna ne kadar müdahil olabileceğimiz. Bu da “aman yenidirler yıpratmayalım”cılarla yapılacak iş değil. “Minimal olsun güzel olsun”cularla ise evimiz ayrı yolumuz ayrı. Yaşayıp göreceğiz ama sanırım “her şey çok zor olacak.”